26 Ekim Cumartesi sabahı erken saatlerde İsrail, Siyonist rejimin Gazze’deki soykırımının ve Batı Şeria ile Lübnan’a yönelik saldırılarının ortasında İran’a koordineli hava saldırıları düzenledi.
İsrail’in İran’a karşı bugüne kadar yaptığı bu en büyük askeri saldırı, İsrail’in Ortadoğu’daki savaşında büyük bir provokasyonu ve tırmanmayı temsil etmektedir. Saldırı, Washington ile en yakın istişare içinde planlanmış ve ABD’nin lojistik ve istihbarat desteğinden yararlanmıştır.
Mevcut Ortadoğu savaşının başlangıcından bu yana hem İsrail’in hem de ABD’li emperyalist destekçilerinin ana hedefi, İran olmuştur. İran, Washington’ın dünyanın bu ana enerji ihracatçısı bölgesi üzerinde dizginsiz bir hegemonya kurmasının önündeki başlıca bölgesel engel olarak görülüyor. ABD’nin İran’a yönelik düşmanlığı, Washington’ın İran nükleer anlaşmasını çöpe atmasına ve savaş tehditlerine cevaben Tahran’ın Pekin ve Moskova ile daha yakın stratejik bağlar kurması ve Rusya’ya Ukrayna savaşı için insansız hava araçları ve muhtemelen balistik füzeler tedarik etmesi nedeniyle artmış durumda.
Son saldırıdan önceki haftalarda İsrail hükümeti ve askeri sözcüleri, İran’ın nükleer programının kilit unsurlarını ve/veya ekonomisinin bağlı olduğu petrol altyapısını vurmayı düşündüklerini duyurmuşlardı. İran ise her iki eylemin de topyekûn savaş çıkarma riski taşıdığı uyarısında bulunmuştu.
Sonuçta İsrail daha sınırlı bir operasyon düzenlemeyi tercih etti. Bununla birlikte, son saldırı Nisan ayında yapılandan çok daha büyüktü ve hem İran’ın askeri kapasitesini zayıflatarak hem de savunmasını test ederek daha geniş bir savaşa zemin hazırlamayı amaçladığı açıktı.
ABD ve İran basını, saldırının İran’da dördü asker biri sivil beş kişinin ölümüne neden olduğu konusunda hemfikir. Bunun dışında neyin vurulduğuna ve saldırıların genel etkinliğine ilişkin kesin bilgiler ise tartışmalıdır.
ABD ve İsrailli yetkililer saldırıların İran’ın balistik füze programına ve füze savunma sistemlerine büyük zarar verdiğini savunurken, İranlı yetkililer saldırıların etkisini küçümsemektedir.
İddiaların ve karşı iddiaların hiçbiri olduğu gibi doğru kabul edilmemelidir. Savaşan taraflar sadece askeri kapasiteleri konusunda düşmanlarını yanıltmaya çalışmakla kalmıyor. Ayrıca içeride, topyekûn bir savaşın getireceği korkunç bedelden korkan huzursuz halklarla da karşı karşıyalar.
Saldırıyla ilgili olarak ABD basınında çıkan en ayrıntılı haber Wall Street Journal’da yayımlanan “İsrail İran’a şimdiye kadarki en büyük saldırısını nasıl gerçekleştirdi?” başlıklı makale oldu. Haberde, aralarında F-35 hayalet savaş uçaklarının da bulunduğu 100 savaş uçağı, casus uçağı ve yakıt ikmal uçağının üç dalga halinde İran’ın yanı sıra Suriye ve Irak’taki hedefleri vurduğu belirtildi.
Gazeteye göre, ilk dalga Suriye ve Irak’taki hava savunma bataryalarını vurarak İran’daki hava savunma tesislerini ve füze üretim tesislerini vuran ana kuvvet için bir uçuş yolu oluşturdu. Bu saldırılar İran hava sahasının dışından, Irak’ın yaklaşık 100 kilometre içinden başlatıldı. Operasyon yaklaşık dört saat sürdü ve İsrail’e göre tüm uçaklar üslerine geri döndü.
ABD Başkanı Joe Biden ve diğer üst düzey Beyaz Saray yetkilileri, uzun süredir planlanan ve işaretleri verilen saldırı öncesinde İsrail’i İran’ın nükleer programına ya da petrol tesislerine saldırmamaya çağırdılar. Şüphesiz bunda, Ortadoğu’da patlak verebilecek geniş çaplı bir bölgesel savaşın ve bunun dünya petrol piyasalarında yaratacağı kargaşanın 5 Kasım’daki ABD başkanlık seçimleri üzerinde yaratacağı etkiden duyulan korku da rol oynamıştır.
İsrail’in saldırılarının ardından Biden ve Britanya Başbakanı Keir Starmer gibi diğer emperyalist liderler, aceleyle, saldırıları “orantılı” ilan ettiler ve Tahran’dan, İran’a yönelik bu eşi görülmemiş ölçekteki askeri saldırıya misilleme olarak herhangi bir eylemde bulunmamasını talep ettiler. Üstelik bu saldırı, Temmuz ayı sonunda Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi de dahil olmak üzere bitmek bilmeyen bir dizi provokasyonun sadece sonuncusuydu.
“[İsrail] askeri hedefler dışında bir şey vurmamış gibi görünüyor,” diyen Biden, bunun İsrail ile İran arasındaki karşılıklı ateşin sonu olmasını umduğunu da sözlerine ekledi. Pentagon Sözcüsü Sabrina Singh ise şu açıklamayı yaptı: “Bunun kısasa kısasın sonu olması gerektiğine inanıyoruz. İran’ın karşılık vermesi gerektiğini ya da buna ihtiyacı olduğunu düşünmüyoruz.”
Bu tür yorumlara itibar edilemez.
İran’a yönelik çok daha büyük hava saldırılarının parametrelerinin belirlenmesinde hem ABD hem de İsrail’in pek çok değerlendirme ve hesaplama yaptığından kuşku duyulamaz; buna ABD’nin İsrail’e İran’ın balistik füze saldırılarına karşı koyabilmesi için ihtiyaç duyacağı füzeleri sağlamaya devam etme olasılığı da dâhildir.
Ancak bu tür değerlendirmeler ve hesaplamalar tamamen taktiksel niteliktedir. İster Ortadoğu’da ister Avrupa ve Asya’da olsun, bu suç rejimlerinin çalışma yöntemi, stratejik hedefleri doğrultusunda düşmanca eylemleri tırmandırmak için gerektiğinde kullanılabilecek bir tepki yaratmayı amaçlayan yemleme ve provokasyondur.
İsrail geçtiğimiz 13 ay boyunca Gazzeli Filistinlilere karşı soykırım harekâtı yürütürken, Tel Aviv ve Washington, İran’a ve Ortadoğu’daki tüm müttefiklerine karşı baskı, provokasyon ve terörü yoğunlaştırma stratejisi izlemiştir. Amaç, ABD ve İsrail’i İran’a -tercihen kendi seçtikleri bir zamanda- topyekûn savaş açmak için en iyi konuma getirmektir.
Bu stratejiyi izlerken, nasıl yanıt vereceği konusunda derin bir bölünme yaşayan İran’ın burjuva dini rejiminin çelişkilerinden yararlanıyorlar. Şu anda bile İran rejiminin önemli kesimleri, ABD ve onun Avrupalı emperyalist müttefikleriyle bir uzlaşmaya varabilecekleri umuduna sarılıyorlar. Her şeyden önce, İran’ın burjuva egemen seçkinleri, Ortadoğu’daki tüm etnisitelerden ve mezheplerden kitleleri emperyalizme karşı harekete geçirmekten yapısal olarak acizdir. Buna, İslami Devrim Muhafızları gibi daha savaşçı bir askeri duruştan yana olan unsurlar da dahildir.
ABD’nin, İsrail’in saldırılarının gerilimi azaltmaya zemin hazırladığı iddiaları, kendileri de Washington ve Tel Aviv’deki askeri-istihbarat görevlileri tarafından sızdırılan bilgilere dayanan medyadaki haberlerle çelişmektedir. Bu haberler, saldırıların gelecekteki daha kapsamlı saldırılara olanak sağlamak üzere tasarlandığını açıkça ortaya koymaktadır.
Wall Street Journal’da Salı günü yayımlanan bir makalede, İsrail’in saldırılarının İran’ın sofistike Rus S-300 hava savunma sistemlerinden üçünü imha ettiği, dördüncüsünün ise bu yıl daha önce vurulmuş olduğu iddia edildi.
İsrail’in diğer hedeflerinin ise Parçin, Hojir ve Şahrud’daki askeri tesisler gibi esas olarak füze üretim tesisleri olduğu belirtildi. Bu tesisler, İran’ın gelişmiş füzeleri için katı yakıtlı motorlar üretmek üzere kullanılan özel mikserler de dahil olmak üzere İran’ın füze endüstrisinin kilit unsurlarını barındırıyor. Times of Israel, saldırıların İran’ın füze üretimine “sakatlayıcı” bir darbe vurduğunu, en az 12, en fazla 20 adet kolay ya da hızlı bir şekilde değiştirilemeyen planet mikserini yok ettiğini iddia etti.
Hem İsrail hem de ABD son saldırıların İran’ın petrol endüstrisi ya da nükleer tesislerine değil de askeri tesislerine yönelik olduğunda ısrar ederken, devasa Parçin askeri tesisinde yıkıldığı bildirilen dört binadan birinin İran’ın nükleer programıyla ilgili olduğu iddia edildi. Ayrıca Times of Israel, İsrail tarafından açıklanmayan “gizli hasar”ın, İsrail savaş uçaklarının yakındaki hava savunma bataryalarını vurduğu söylenen Karaj kentindeki uranyum zenginleştirmek için gerekli santrifüjlerin üretim tesislerini de içeriyor olabileceğini iddia etti.
İranlı yetkililer ise saldırıların yalnızca sınırlı hasara yol açtığı konusunda ısrar ederek bir kez daha İsrail ya da ABD ile çatışmayı tırmandırmak istemediklerinin sinyalini verdiler. İran’ın Dini Lideri Ali Hamaney saldırının “abartılmaması ya da küçümsenmemesi” gerektiğini söyledi ancak misilleme olarak İsrail’i vurma tehdidinde bulunmaktan kaçındı. Hamaney “İran halkının gücünü ve iradesini İsrail rejimine nasıl ileteceğimizi belirlemek ve bu ulusun ve ülkenin çıkarlarına hizmet edecek eylemlerde bulunmak yetkililere kalmıştır,” diye ekliyordu.
ABD emperyalizmi, Ortadoğu’daki kritik müttefiki Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin diktatörlüğüne son veren 1979 İran Devrimi’nin sonucunu hiçbir zaman kabullenmedi. Washington, 1980’lerde İran ile giriştiği yıkıcı savaşta Irak’ı destekledi. Daha sonra 1990-91’de Irak’a savaş açıp 2003’te ülkeyi istila ettiğinde bile Tahran’da ABD güdümünde bir rejimin kurulması en önemli önceliği olmayı sürdürdü. Şimdi İran, Amerikan küresel hegemonyasının önünde ne pahasına olursa olsun ortadan kaldırılması gereken engeller olarak Rusya, Çin ve Kuzey Kore ile birlikte anılıyor.
ABD gibi onun saldırı köpeği işlevi gören İsrail’deki Siyonist egemen seçkinler de İran’ı yağmacı emellerinin önünde bir engel olarak görüyorlar. Ortadoğu’da nükleer cephaneliğe sahip tek devlet olan İsrail, İran’ın nükleer programını geciktirmek için defalarca sert ve yasa dışı adımlar atmıştır. Buna İranlı üst düzey nükleer bilim insanlarına suikastlar düzenlenmesi ve ABD ile birlikte İran’ın nükleer tesislerine sabotaj yapılması da dahildir.
İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi Salı günü bir açıklama yaparak “Eğer İran İsrail’e yeni bir füze saldırısı düzenleme hatasına düşerse, bu sefer kullanmadığımız imkânlarla İran’a nasıl ulaşacağımızı yine biliriz,” dedi. Bu sözler sadece İran’a yönelik bir uyarı olduğu kadar, İsrail’in ABD’ desteğiyle aktif olarak neye hazırlandığını da haber vermektedir.
İsrail’in İran’a yönelik hava saldırılarının ilk sonucu ne olursa olsun, bu kesinlikle cepheleşme ve çatışmanın sonu değildir. Aksine, bu saldırılar, İsrail ve ABD’nin yeni provokasyonlarının hazırlığı niteliğindedir ve bölgedeki ve dışarıdaki diğer güçleri de hızla içine çekebilecek daha geniş bir savaşın provasıdır.
31 Ekim 2024