Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önderlik ettiği “Cumhur İttifakı”nın parçası olan faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli, meclisteki parti grup toplantısında, “Şayet terörist başının [PKK lideri Abdullah Öcalan’ın] tecridi kaldırılırsa, gelsin TBMM DEM Parti grup toplantısında konuşsun,” diye ilan etti.
Bahçeli, “Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse, ’Umut Hakkı’nın kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü de ardına kadar açılsın,” diye ekledi.
Bu eşi görülmemiş açıklama, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Siyonist rejimi, ABD ve Avrupalı güçlerin tam desteğiyle, Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımı ve Lübnan’a yönelik saldırıları tırmandırır ve İran’a kapsamlı bir saldırıya hazırlanırken geldi.
Türkiye’de nüfusun ezici çoğunluğu, ABD-İsrail’in Gazze’deki soykırımına ve İran’a karşı savaşı tırmandırmasına karşı çıkıyor. İran’a karşı savaş tehlikesinin arttığına dikkat çeken Erdoğan hükümeti, savaşın genişlemesine karşı olduğunu ilan etmiş durumda.
Erdoğan hükümetinin bu girişimi, Ankara’nın NATO müttefikleri ile Rusya ve Çin arasında manevra yapma siyasetinin bir parçası olarak, Ukrayna savaşı tırmanırken BRICS’e katılma başvurusu yapmasının ardından geldi. Erdoğan’ın bugün Rusya’nın Kazan kentinde BRICS kapsamında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi bekleniyor. İran da 2024 başında BRICS’e katılmıştı.
İran Dışişleri Bakanı Abbas Erakçi dün Katar’da “Tüm komşularımız, topraklarının ya da hava sahalarının İran İslam Cumhuriyeti’ne karşı kullanılmasına izin vermeyecekleri konusunda bize güvence verdiler. Kuveyt bölgede ziyaret ettiğim 11. ülke. Bölgedeki tüm ülkeler İsrail’in İran’a yönelik bir saldırısına karşı olduklarını ifade ettiler,” diye konuştu. Erakçi Cuma günü de Türkiye’deydi.
Bahçeli’nin, Ankara’nın “terör örgütü” olarak kabul ettiği ve 1984’ten beri bastırmaya çalıştığı PKK ile müzakere sürecini yeniden başlatma çağrısı, Erdoğan’ın onayını ve desteğini aldı.
Erdoğan, Bahçeli’nin konuşmasından kısa süre sonra, “Cumhur İttifakı olarak açtığımız tarihi fırsat penceresi hırsa kurban edilmemeli. Siyaset kurumu, Meclis, sivil toplum, basın, akademi ve toplum olarak terörün olmadığı bir Türkiye inşa edelim,” diye konuştu.
Erdoğan hükümetinin PKK’ye karşı “askeri imha” politikasını değiştirme işareti vermesinin arkasında, Türk egemen seçkinlerinin, ABD ve İsrail’in İran’a ve müttefiklerine karşı savaşı tırmandırmasının Türkiye’yi de içine çekmesinden ve bağımsız bir Kürt devletinin kurulması dahil Ortadoğu sınırlarının yeniden çizilmesini gündeme getirmesinden duyduğu endişe yatmaktadır.
Erdoğan dünkü konuşmasında, bu adımın Türk egemen seçkinlerinin Ortadoğu’da tırmanan savaşa karşı ellerini güçlendirmeyi amaçladığını açıkça ortaya koydu: “Haritalar yeniden kanla çizilmek istenirken, İsrail’in Gazze’den Lübnan’a taşıdığı savaş sınırlarımıza yaklaşırken, iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz. Türkiye ortak paydasında 85 milyon olarak bir araya gelelim istiyoruz.”
Tahminlere göre Türkiye 15-20 milyon, İran, 10-12 milyon, Irak 8 milyon ve Suriye 3,5 milyon civarı bir Kürt nüfusuna sahip. PKK, çatı örgütü KCK üzerinden tüm bu ülkelerde etki sahibi ve Suriye’nin kuzeydoğusunu kontrol eden PYD/YPG, Suriye’de 2011’de başlayan rejim değişikliği savaşının mimarı ABD ile sıkı bir ittifak içinde bulunuyor.
Erdoğan son dönemde giderek artan bir şekilde Türkiye ile İsrail arasında bir savaşın çıkabileceği uyarısında bulunuyordu. Ekim ayının başında yaptığı açıklamada “‘Vaat edilmiş topraklar’ hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü dikeceği yer, bizim vatan topraklarımız olacaktır,” demişti.
Bahçeli de konuşmasının basında dikkat çekilmeyen bölümlerinde bu noktaya işaret ederek şunları söyledi: “Şurası örtülemez bir gerçektir ki, ABD takviyeli İsrail terör devleti, Ortadoğu’nun tamamına musallat olmuş, kilit ve kritik hedeflere sızarak suikast ve saldırılarını otomatiğe bağlamıştır… ABD’nin Kasım ayındaki başkanlık seçimlerine varıncaya kadar devam edegelen sürek avı etki alanını ve şiddet enerjisini genişleterek neredeyse vatanımızın sınırlarına dayanacaktır.”
Ortadoğu savaşının tırmanışının bir parçası olarak Türkiye ile İsrail arasında savaş olasılığı bir hezeyan değildir. Bununla birlikte, ABD’ye ve İsrail’e yönelik bu eleştiriler, Washington’ın ve Tel Aviv’in müttefiki bir hükümetten gelmektedir.
Türk egemen seçkinleri, ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olma yönelimi doğrultusunda otuz yılı aşkın süredir bölgedeki müdahalelerini ve rejim değişikliği savaşlarını desteklediler ve diğer Arap rejimleri gibi, Filistin halkını ezen İsrail’e suç ortaklığı yaptılar.
2003’te başlayan Irak’ın istilasına ve 2011’de başlayan Suriye’deki rejim değişikliği savaşına verdikleri destekle, yalnızca milyonlarca insanın ölümüne veya sığınmacı haline gelmesine suç ortaklığı yapmakla kalmadılar. Aynı zamanda bu ülkelerin parçalanma dinamiklerine ve ABD-İsrail’in artan saldırganlığına katkıda bulundular.
Sosyalist Eşitlik Grubu’nun o dönem açıkladığı gibi, Erdoğan hükümeti ile PKK arasında 2009 yılında başlatılan “barış süreci”, ABD ve Avrupalı güçlerin onayıyla, Ortadoğu’daki emperyalist yağma savaşının bir parçası olarak geliştirilmiş bir girişimdi. ABD’nin Suriye’deki rejim değişikliği savaşında YPG milislerini başlıca vekil gücü haline getirmesi ve bölgede YPG önderliğinde bir ön devletin ortaya çıkması üzerine Erdoğan görüşmeleri sona erdirerek hem Türkiye’de hem de Suriye’de şiddetli bir saldırıya geçti.
Öte yandan Erdoğan hükümeti halk muhalefeti karşısında Mayıs ayında İsrail ile ticareti resmi olarak keserken, bu ülkeye çelik gibi kritik ürünlerin ihracatının Filistin üzerinden devam ettiği ortaya çıkmış durumda. Dahası, Türkiye’nin stratejik ortağı Azerbaycan, İsrail’in başlıca petrol tedarikçisi konumunda ve bu petrol Türkiye’deki boru hatları ve limanlar üzerinden İsrail’in savaş makinesini beslemeyi sürdürüyor. Son olarak, Filistinlilere, Lübnan’a ve İran’a karşı saldırganlığında İsrail’e istihbarat sağladığı düşünülen ABD-NATO üsleri Türkiye’deki faaliyetlerine devam ediyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kısa süre önce belirttiği gibi, “Bu çelişkinin temelinde burjuvazinin emperyalizme göbekten bağlılığı yatmaktadır. Emperyalizme karşı çıkabilmek şöyle dursun onun Ortadoğu’daki vekilliğini yapan Türk egemen sınıfının esas korkusu, işçi sınıfının emperyalizme ve Siyonizme karşı devrimci bir hareketinin kendisini de tehdit edecek olmasıdır.”
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Bahçeli’nin çağrısını memnuniyetle karşıladıklarını belirterek “Bir başlangıç olacaksa tecrit derhal kaldırılmalıdır. Kürt sorunun çözümünde pusula demokratik müzakere ve onurlu barıştır,” dedi.
Mart ayındaki yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) lideri Özgür Özel de “Biz CHP olarak terörün bitmesine tam destek vereceğiz… Ne yapılacaksa TBMM’de yapılmalıdır. Tam bir toplumsal mutabakat olmadan sonuç olmayacak. Bu iş çözülecekse bütün partilerinin içinde olduğu bir masada konuşulmalı,” dedi.
Öcalan, CIA destekli bir operasyonla Kenya’da yakalanarak Türkiye’ye getirildiği 1999’dan bu yana Marmara Denizi’ndeki İmralı Adası’nda hapsediliyor ve son 44 aydır keyfi olarak tecride tabi tutuluyor.
Bahçeli’nin atıfta bulunduğu “umut hakkı”, mahkûmların “kanunla belirlenen sürelerde iyi halinden dolayı koşullu salıverilmesi” olasılığını ifade ediyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2014 yılında, şartlı salıverilme hakkına sahip olmaksızın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûm edilmesini “umut hakkı” temelinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı bularak Türkiye aleyhine karar vermişti.
Bahçeli’nin Erdoğan tarafından desteklenen bu açıklaması, Öcalan’ın tecridinin ve tutukluluğunun siyasi karakterinin bir itirafıdır. Temel demokratik haklar bağlamında bu duruma dikkat çeken ve tüm siyasi tutukluların serbest bırakılmasını talep eden çok sayıda kişi daha önce hapse atılmıştır.
Bahçeli’nin Ekim ayının başından beri Erdoğan’ın onayıyla Kürt meselesiyle ilgili attığı adımlar DEM Parti’den olumlu karşılık bulurken, bir KCK/PKK önderinden sert tepki almıştı.
7 Ekim’de, KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat, bu adımların Erdoğan ile Bahçeli’nin “oyun ve komplosu” olduğunu söylemiş ve amacın “İçeride muhalefeti tamamen etkisiz hale getirme, Kürtlerde kafa karışıklığı yaratma … DEM Parti içerisinde de, demokratik siyaset içerisinde de yapabilirse, başarabilirse bir parçalanma yaratma, CHP’yi tamamen teslim alma, kendi hizmetine koyma” olduğunu belirtmişti.
Hozat şunları ekliyordu: “Türkiye’nin korkusu İsrail Türkiye’ye saldırıyor meselesi değil. Bu savaş ortamından ‘Aman aman Kürtler yararlanabilir. Kürtler daha fazla kazanım elde edebilir.’” PKK önderliğinin savaşın tırmanmasından çıkar sağlama hesabını kabul eden bu açıklama, aslında Türk burjuvazisini bu adımı atmaya iten dürtüyü teyit etmektedir. Bu aynı zamanda hem Türk hem de Kürt milliyetçiliğinin gerici karakterine tanıklık etmektedir.
Bu açıklamadan birkaç gün sonra, Al Monitor’da yayımlanan bir haberde, ismi açıklanmayan kaynaklara dayanarak, bizzat Öcalan’ın son dönemde Kandil Dağı’ndaki KCK/PKK liderleri ile telefon görüşmesi yaptığı iddia edildi. Habere göre, kaynaklardan biri, “Öcalan onlara silah bırakmayı tartışma zamanının geldiğini söyledi,” dedi. Diğer kaynak ise, “Başka bir Suriye’yi önlemek istiyorlar. Bu kez proaktif olmak istiyorlar,” diye konuştu.
Ortadoğu’da büyük güçleri de içine alacak bir saldırganlığın arkasındaki ABD-NATO emperyalizminin müttefikleri olan Türk egemen seçkinleri ile Kürt milliyetçi hareketi arasındaki yeni bir sözde “barış süreci”, en az bir önceki kadar hilelidir. Lev Troçki’nin Sürekli Devrim Teorisi’nde açıkladığı gibi, emperyalizm çağında Ortadoğu ve dünyanın diğer yerlerindeki geç kapitalist gelişmeye sahip diğer burjuvaziler gibi, Türk ve Kürt burjuvazisi, emperyalizme karşı çıkmaktan ya da demokratik bir rejim kurmaktan yapısal olarak acizdir. Bu görevler, işçi sınıfına düşmektedir.
Kürt sorunun demokratik çözümü ve Ortadoğu’da tırmanan soykırımın ve savaşın sona erdirilmesi, uluslararası işçi sınıfının emperyalist güçlere ve onların burjuva vekillerine karşı iktidarı almak üzere savaş karşıtı, sosyalist bir program temelinde birleştirilip seferber edilmesinden geçmektedir.
Daha fazlasını okuyun
- İsrail’in Gazze soykırımının ortasında Türkiye’nin PKK-YPG ile çatışmaları artıyor
- Halil Çelik: Bir Sosyalizm Savaşçısı’na önsöz
- Türkiye’deki Sosyalist Eşitlik Grubu’nun 24 Haziran erken seçimleri üzerine açıklaması
- Toplumsal Eşitlik’in açıklaması
- Türkiye’de çatışma tırmanırken, Kürt milliyetçileri bağımsızlık yönelimini tırmandırıyor
- Kürt milliyetçileri Türkiye ile ABD destekli görüşmeler sürdürüyor