Suriye ve Irak’taki savaş tırmandıkça, Türk egemen seçkinlerinin ülkenin toprak bütünlüğüne ilişkin eskiden beri var olan korkusu da artıyor. Ankara, hem Türkiye’nin Kürtlerin yaşadığı doğu bölgelerindeki “terörle mücadele operasyonları”nın şiddetini hem de demokratik haklara yönelik saldırılarını arttırıyor.
Temmuz ayından bu yana, Türkiye’nin güneydoğusunda Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile devlet güçleri arasında yaşanan çatışmalarda, 61’i çocuk 300’den fazla sivil öldürüldü, yüzlerce insan yaralandı. 200.000’den fazla insan, yaşadıkları yerlerden kaçmış durumda. Bu arada, Türk hükümeti muhaliflere yönelik baskısını arttırdı; içinde tanınmış gazetecilerin, iş insanlarının, akademisyenlerin ve hatta yargıçların ve savcıların olduğu onlarca insanı tutukladı.
Artan askeri operasyonlara ve polis devleti önlemlerine rağmen, IŞID’e karşı mücadelesi Amerika ve Avrupalı emperyalistlerin yanı sıra Rusya tarafından desteklenen Kürt milliyetçileri boyun eğmiyor. Onlar, Ankara’nın içeride ve dışarıda, Irak’ta ve Suriye’de sürdürdüğü savaşa, askeri tırmanma ve Rusya ile emperyalist güçlere Ankara’ya karşı destek çağrısıyla cevap veriyorlar.
Hafta sonu, Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Genel Kurulu, Türkiye’nin en büyük Kürt kenti olan Diyarbakır’da olağanüstü bir toplantı düzenledi. “Özyönetimlerle ilgili siyasi çözüm deklarasyonu” başlıklı kongre sonuç bildirgesinde, “Kürt halkı… hukuksal ve siyasi statü talebi kabul edilmediği için… kendi öz gücüne dayanan bir mücadele sürecine girmiştir,” deniyor.
Karar, ilk kez, Türkiye’deki Kürt milliyetçilerinin taleplerini özetliyor. O, “kültürel, ekonomik, coğrafi yakınlıkları dikkate alınarak bir veya birkaç komşu şehri kapsayacak biçimde demokratik özerk bölgelerin oluşturulması”nı ve “Merkezi yönetim organlarının… bölgesel ve yerel yönetimler üzerindeki her türlü vesayetinin son bulması”nı içeren 14 talep öne sürüyor.
Karara göre, bu “özerk bölgeler” ekonomik ve sosyal yaşamı düzenlemede geniş yetki sahibi olacak: “Toprak, su ve enerji kaynaklarının ekolojik çerçevede toplum yararına işletilmesi, denetlenmesi ve üretimden pay alma”, “anadilde eğitim”, “bazı vergilerin toplanması”, “resmi yerel güvenlik birimlerinin kurulması” vb. Bu, “yeni bir demokratik anayasa” altında, “şehir, mahalle, köy, kadın ve gençlik meclislerinin sivil toplum örgütlerinin karar alma ve denetleme süreçlerine doğrudan katılımını” da içerecek.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Demokratik Toplum Kongresi’nin açılışında yaptığı konuşmada, “Bu direniş zaferle sonuçlanacak, herkes halkın iradesine saygı duyacak... Kürtler artık kendi coğrafyasında siyasi irade olacaktır... Şimdi tarihi kırılmanın yaşandığı bugünlerde halkımız buna karar verecek. Diktatörlük mü, öz yönetim mi?.. Kürtler belki kendi bağımsız devletlerine, federal devlete, kantonlara ya da özerk bölgelere sahip olacaklar,” dedi.
Olağanüstü kongre, Demirtaş’ın Moskova’yı ziyaretinin ardından geldi. Selahattin Demirtaş, Washington’a yaptığı ziyaretin ardından, belirtildiğine göre Suriye’deki gelişmeleri ve Türkiye ile Rusya arasındaki diplomatik krizi değerlendirmek üzere, 23 Aralık’ta Moskova’da Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ile buluşmuştu. Öyle görünüyor ki, Rusya, geçen ay Türkiye’nin Su-24 uçağını Suriye üzerinde düşürmesine misilleme olarak Türkiye’deki Kürtlerin ayrılıkçı düşüncelerini desteklemeye yöneliyor.
Lavrov ile görüşmesinden önce gazetecilere konuşan Demirtaş, Rus jetinin düşürülmesinin “doğru bir hamle olmadığı” ve “Rus uçağı düşürüldüğünde hükümetin eylemlerini eleştirdiklerini” söylemişti.
Moskova’nın IŞİD’e karşı Kürtlerle dayanışmaya hazır olduğunu söyleyen Lavrov ise Rusya’nın HDP’nin Suriye’deki duruma ilişkin “değerlendirmelerini” dikkate alacaklarını belirtmişti.
Türk hükümeti, bu ziyarete, HDP liderini öfkeli bir şekilde eleştirip, vatan hainliği ile suçlayarak tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Demirtaş’ın açıklamalarının “hezeyan” olduğunu söyledi ve anayasanın çiğnendiğini belirtti.
Ankara ve Diyarbakır savcılıkları Demirtaş hakkında soruşturma başlatırken, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Demirtaş’ın açıklamalarının “vatan hainliği, suç ve kabul edilemez” olduğunu söyledi.
PKK’nin hesapları, partinin yöneticilerinden Cemil Bayık’ın 24 Aralık tarihinde Le Monde’a verdiği oldukça uzun bir röportajda su yüzüne çıktı. Bu röportajda, Fransız burjuvazisinin gazetesi, PKK’nin Türkiye içindeki ve dışındaki Kürt grupların Ankara’ya karşı savaşmak üzere bir “Devrimci Direniş Cephesi”nin kurulduğunu duyurmasına sempati gösteren bir platform sağlamıştı. Bayık, tüm bu gruplar “mücadelemizi paylaşıyor ve Erdoğan rejimine karşı bizimle birlikte savaşacaklar,” diyordu.
Bayık Türkiye’deki savaşı Suriye’deki beş yıllık katliam ile karşılaştırdı: “Suriye şehirlerinde beş yıldır yaşananlar, şimdi aynı şekilde Türkiye’de yaşanıyor. Türk devleti, sözde kamu düzenini sağlamak için bir katliam hazırlığı yapıyor ve buna yasal bir kılıf sağlamak istiyor.”
Bayık, Kürtlerin Erdoğan’a karşı askeri tırmandırmasının Amerika’nın dış politika kurumunun kimi kesimlerinden destek alacağını söyledi: “Kürt güçlerinin desteği olmadan, Suriye’de IŞİD’e karşı saldırı mümkün değil; onlar karadaki en iyi güç. Amerika Birleşik Devletleri bunu çok iyi biliyor… Ben Washington’ın, yalnızca Türkiye’yi memnun etmek için Suriyeli Kürt gruplar ile bağlarını koparacağını düşünemiyorum.”
Bayık, Kürt milliyetçilerinin Ankara’ya karşı uzun vadeli savaş hazırlığında olduğuna işaret etti. O, Le Monde’a, “Önümüzdeki aylarda, Türkiye’deki iç savaş tırmanacak. O, herkesin kendi çıkarlarını güttüğü ve hiç kimsenin kaçınamayacağı bölgesel bir savaş bağlamında gerçekleşiyor. Bu bölgesel savaşın merkezi Kürdistan’dır ve o, yeni bir durumu ortaya çıkarana kadar tırmanmaya devam edecektir,” dedi.
Suriye’de, PKK’nin Suriye kolu olan YPG, ABD destekli Kürt ve Arap isyancı gruplardan oluşan ittifakın bir parçası olarak, 26 Aralık’ta bir barajı IŞİD’den aldıktan sonra, Fırat Nehri’nin batısına geçti. Onlar, IŞID’in Fırat üzerindeki ana ikmal yollarından birini kestiler. Ankara, uzun süredir, Suriyeli Kürtlerin Fırat’ın batı yakasına geçmesini, Türkiye’nin askeri müdahalesine sebep olacak bir “kırmızı çizgi” olarak göreceğini belirtiyor.
Ortadoğu’nun emperyalist paylaşımı, Suriye’deki savaş üzerinde odaklanmış durumda ve NATO’nun Rusya ile pervasızca askeri karşılaşma politikasının askeri yansımaları, Ortadoğu’da yeni bir askeri felaketi üretmek üzere. Türkiye, Irak ve Suriye’deki çatışmalar bizzat bu ülkeye yayılırken, Suriye’nin ardından bir iç savaşa sürüklenmekle tehdit ediliyor.
Savaşın yayılmasına karşı koyabilecek tek toplumsal güç, hem Ankara’daki Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarından hem de Kürt milliyetçisi gruplardan bağımsız olarak harekete geçmiş Ortadoğu işçi sınıfıdır. Hem Ankara hem de milliyetçi Kürt grupları, çatışmayı tırmandırmaya yönelik pervasız ve gerici bir rol oynamaktadır. Onlar, çeşitli büyük güçlerin desteğine bel bağlıyor ya da kendi çıkarlarını ilerletmek için onlar arasında oynamaya çalışıyorlar.
Ankara, askeri üsler ve sığınmacılar için gözaltı kampları sağlayarak NATO’nun desteğini almayı amaçlamakta; PKK dahil Kürt milliyetçisi gruplar ise Kürt gençlerini Suriye’deki emperyalist müdahalede ölüme gönderme karşılığında uluslararası tanınma peşinde koşmaktadır.