İsrail’in Gazze soykırımının ortasında Türkiye’nin PKK-YPG ile çatışmaları artıyor

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Kuzey Irak’ta Kürdistan İşçi Partisi’ne (PKK) karşı yürüttüğü Pençe-Kilit operasyonu kapsamında devam eden çatışmalarda 22-23 Aralık’ta 12 asker hayatını kaybetti.

Türkiye’nin Irak’ta, Bağdat hükümetinin yasa dışı olduğunu ilan ettiği çok sayıda askeri üssü ve karakolu bulunuyor. PKK saldırısı, TSK ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) Kuzey Irak ve Suriye’de PKK ve Halk Savunma Birlikleri (YPG) milislerini hedef alan hava saldırıları ve suikastlarının ortasında geldi. Türkiye’deki yüzlerce Kürt siyasi tutuklu da, koşullarının iyileştirilmesi talebiyle 27 Kasım’dan bu yana açlık grevinde.

Türk ve ABD askerleri Menbiç'in dışında ortak devriyeye çıkıyor, 1 Kasım 2018 [Photo: Combined Joint Task Force - Operation Inherent Resolve/Spc. Arnada Jones]

Artan gerilimler, İsrail’in Gazze’deki soykırımının ve ABD’nin Ortadoğu’da İran’ı hedef alan savaş hazırlıklarının ortasında, Suriye’de ve Irak’ta başka bir savaşın parlama tehlikesine işaret ediyor. TSK, saldırının ardından hava operasyonlarını yoğunlaştırdı. ABD destekli “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi”, sivil yerleşim yerlerinin ve altyapının hedef alındığını belirtti.

Türkiye’nin 7 savaş uçağı ve 33 insansız hava aracıyla 23 Aralık’ta bu bölgeye yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda 8 kişinin öldüğü, 2 binin üstünde yerleşim yerinin elektriksiz kaldığı, hastanelerin hedef alındığı belirtiliyor. Kamışlı’da yapılan cenaze töreninde binlerce kişi saldırıları protesto etti.

Ankara sivilleri hedef aldığı iddialarını yalanlarken Milli Savunma Bakanlığı “mağara, sığınak, barınak, petrol tesisi ve depolardan oluşan toplam 71 hedefi” imha ettiklerini ve 81’i son bir haftada olmak üzere yıl içerisinde 2.201 PKK-YPG mensubunu “etkisiz hale getirdiklerini” açıkladı.

Türkiye devleti ile PKK önderliğindeki Kürt milliyetçisi güçler arasında yaklaşık 40 yıldır devam kanlı savaş, ABD’nin otuz yılı aşkın süredir Ortadoğu’da yürüttüğü emperyalist savaşlarla iç içe geçmiş durumda.

Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, 2011’de CIA’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı devirmek üzere organize ettiği ve 500 binden fazla insanın ölümüne yol açan savaşın en önemli destekçilerindendi. Aynı dönemde, Erdoğan’ın PKK ile sürdürdüğü NATO destekli “barış süreci”, ABD emperyalizminin Suriye’deki YPG’yi başlıca vekil gücü haline getirmesi sonucu 2015 yılında çöktü.

Suriye’de ABD destekli bir Kürt devletinin ortaya çıkma olasılığının Türkiye’de de benzer bir sonucu tetikleyebileceği korkusu, Ankara’yı dehşete düşürdü. Hükümet, Türkiye’de ve Kuzey Irak’ta PKK’ye ve Kuzey Suriye’de YPG’ye karşı hücuma geçti.

Türkiye Suriye’nin kuzeyinde YPG önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) hâkimiyetinde olan Kürt çoğunluklu bölgelere bugüne kadar üç kapsamlı kara harekâtı düzenledi. Bu operasyonlar sonucu Afrin, el-Bab, Azez, Cerablus, Cinderes, Rajo, Tel Abyad ve Resulayn gibi kent ve kasabalar dahil olmak üzere 1000’den fazla yerleşim birimini kapsayan 8.835 kilometrekarelik bir alan Türkiye’nin kontrolüne girdi. Suriye hükümeti uzun bir süredir Ankara’nın ülkedeki yasa dışı işgalini sona erdirmesini talep ediyor.

Türkiye, Suriye ile olan güneydeki tüm sınırının Kürt milliyetçisi güçlerin hâkimiyetine geçmesini ve sınırında bir Kürt devletinin oluşmasını engellemeyi hedefliyor. Ankara bu bölgelerde yüz binlerce Kürt’ü yerlerinden eden harekâtlar sırasında kendi işgal yönetimini kurdu. Erdoğan hükümeti daha önce tüm Suriye sınırı boyunca 30 kilometre derinlikte bir “güvenli bölge” kurana kadar bu kara operasyonlarına devam edeceklerini ilan etmişti.

2019 yılında BM Genel Kurulu toplantısında, savaştan kaçıp gelen çoğunluğu Arap üç milyon Suriyeli sığınmacıyı söz konusu bölgeye yerleştirme planını duyuran Erdoğan, bir etnik temizlik anlamına gelen planını şöyle anlatmıştı:

Bir önemli husus da Fırat’ın doğusundaki PKK/YPG yapılandırmasının ortadan kaldırılması... Güvenli bölge oluşturulması yönündeki çalışmalarımız sürüyor… Niyetimiz öncelikle bir barış koridoru tesis ederek burada 2 milyon Suriyelinin iskanını sağlamaktır. Bu güvenli bölge ilan edildiğinde buraya 1.5-2 milyon Suriyeli göçmeni yerleştirebiliriz… Bu bölgenin derinliğini Deyr-u Zor-Rakka hattına indirebilirsek Avrupa’nın diğer bölgelerinden de dönecek Suriyeli sayısını 3 milyona çıkarabiliriz.

Ekim ayında Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yapılan ve PKK tarafından üstlenilen saldırı, Erdoğan hükümeti tarafından bu planları ilerletmek için bir fırsat olarak görüldü. Saldırının ardından Irak ve Suriye’deki Kürt güçlerine yönelik hava saldırıları yoğunlaştırıldı.

Ankara, tırmanan askeri operasyonlarını Suriye’de geniş çaplı bir kara harekâtına dönüştürmeyi değerlendiriyordu. Bununla birlikte, Suriye rejimini destekleyen İran ve Rusya ile YPG’yi destekleyen ABD tarafından böyle bir operasyona yeşil ışık yakılmadı. Pentagon, 5 Ekim’de Suriye’de Türkiye’ye ait bir silahlı insansız hava aracının (SİHA) ABD uçakları tarafından düşürüldüğünü duyurdu.

Türk egemen sınıfı, ABD destekli İsrail’in Gazze’de başlattığı soykırım savaşının İran’ı hedef alacak şekilde genişleyerek kendi çıkarlarını tehdit edebileceğinden endişe ederken, Erdoğan hükümeti “itidal” çağrısı yapmak zorunda kaldı ve Kürt güçlerini hedef alarak ABD ile gerilimleri artıracak kapsamlı bir kara harekâtını geçici olarak gündeminden çıkardı.

Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin daha önce belirttiği gibi, bölgesel bir savaş çıkması durumunda, “Türk burjuvazisi, her ikisi de Türkiye’nin Irak ve Suriye sınırlarındaki Kürt milliyetçisi milisleri destekleyen Washington ve Tel Aviv’in Ortadoğu’daki bir savaşta zafer kazanmasının bir Kürt devletinin kurulmasına yol açabileceğinden korkuyor.”

Erdoğan 23 Aralık’ta 12 askerin ölümü sonrası yaptığı bir açıklamada ABD’yi hedef alarak şunları söyledi: “Terörü kaynağında kurutmak; bu stratejimizi uygulamayı son terörist de bertaraf edilene kadar kararlılıkla sürdüreceğiz. Türkiye ne pahasına olursa olsun, Irak’ın veya Suriye’nin kuzeyinde bir terör yapılanmasına müsaade etmeyecektir. Emperyalistlere taşeronluk yapan kiralık katil sürüleriyle mücadelemizden kesinlikle geri adım atmayacağız.”

Erdoğan aynı zamanda ABD ve diğer emperyalist müttefiklerini İsrail’in Gazze soykırımında suç ortağı olarak gördüğünü defalarca ifade etti. Ancak bizzat Erdoğan hükümeti, Türkiye’nin İsrail’le kritik ticaretini devam ettiriyor ve herhangi bir yaptırım uygulamayı reddediyor.

Egemen sınıfın emperyalizmle olan sıkı bağları ve on yıllardır dış politikada NATO aracılığıyla çıkarlarını savunması, Erdoğan hükümetinin sözde “emperyalizm karşıtlığı”nın sahteliğini göstermektedir. Bu ikiyüzlülük, hem hükümetin hem de Kürt milliyetçilerini de içeren burjuva muhalefetin NATO’nun fiilen savaş halinde olduğu Rusya’ya karşı genişlemesine verdiği destekte kendini göstermektedir. Tüm retorik eleştirilere ve gerilimlere karşın TBMM Mart ayında Finlandiya’nın üyeliğini oybirliği ile kabul etti.

Erdoğan’ın PKK-YPG’ye yönelik “emperyalistlere taşeronluk” suçlamalarından yalnızca üç gün sonra ve İsrail’in Gazze’deki NATO destekli soykırımının ortasında, Salı günü TBMM Dışişleri Komisyonu, bu kez İsveç’in NATO’ya üyeliği teklifini onaylanmak üzere meclise gönderdi.

Komisyonda teklife, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve sahte sol güçlerin Mayıs ayındaki cumhurbaşkanlığı seçiminde adayını desteklediği Kemalist Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) “evet” oyu verdi. Kürt milliyetçisi Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Finlandiya oylamasında olduğu üzere İsveç oylamasına da katılmayarak NATO’nun genişlemesine karşı olmadığını bir kez daha gösterdi.

Türk ve Kürt burjuvazisi, on yıllardır suç ortaklığı yaptıkları Ortadoğu’daki emperyalist savaşla iç içe geçmiş olan Kürt sorununa barışçıl ve demokratik bir çözüm getirmekten acizdir. Ezilen Kürt halkının demokratik talepleri, tıpkı Filistinlilerin talepleri gibi, Ortadoğu’daki katliamın başlıca sorumlusu olan emperyalist güçler ve onların gerici bölgesel vekilleri tarafından yerine getirilemez.

İleriye giden tek yol, Ortadoğu işçilerinin Avrupa’daki, ABD’deki ve dünyanın dört bir yanındaki sınıf kardeşleriyle emperyalizme ve onun bölgesel vekillerine karşı uluslararası sosyalist bir program temelinde birleşmeleri ve Ortadoğu Sosyalist Federasyonu’nu inşa etmeleridir.

Loading