Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) hapisteki lideri Abdullah Öcalan Perşembe günü, kendisini ziyaret eden Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) heyeti aracılığı ile bir açıklama yaptı. 1984’ten bu yana Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ile aralıklı bir iç savaş halinde olan PKK’ye silah bırakıp kendini feshetme çağrısı yapan Öcalan, partisinin tarihsel ve siyasi iflasını ilan ederek “devletle bütünleşme”yi önerdi.
Irak’ın kuzeyindeki Kandil Dağlarında konuşlu PKK önderliği çağrıyı olumlu karşılayarak ateşkes ilan etti. PKK Yürütme Komitesi Cumartesi günü yaptığı açıklamada “çağrının içeriğine olduğu gibi katılıyoruz ve kendi cephemizden çağrının gereklerine uyacağımızı ve uygulayacağımızı belirtiyoruz,” dedi.
Açıklamada Öcalan’ın çağrısı ile “Kürdistan ve Ortadoğu’da yeni bir tarihsel sürecin başladığı açıktır. Bunun dünya genelindeki özgür yaşamın ve demokratik yönetimin gelişimi üzerinde de büyük etkisi olacaktır,” ifadeleri yer aldı.
PKK önderliği, çağrının başarısı için “demokratik siyaset ve hukuki zeminin de uygun olması gerektiği” belirtilirken, toplanacak kongreyi Öcalan’ın bizzat yönetmesi gerektiği öne sürüldü. Bu, Öcalan’ın 1999’dan beri İmralı Adası’nda tutulduğu hapishaneden kongreye katılmasını ya da serbest bırakılmasını gerektiriyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Cuma günü yaptığı açıklamalarda “Dün itibarıyla artık yeni bir safhaya geçilmiştir. Önümüzde, bin yıllık kardeşliğimizin arasına örülen terör duvarının yıkılması hedefine giden yolda önemli bir adım atma fırsatı var,” dedi ve “Silah ve terör baskısı ortadan kalkınca, doğal olarak siyasetin demokratik alanı daha da genişleyecektir” iddiasında bulundu.
Bu açıklama, PKK’nin ülke içindeki faaliyetlerini uzun süredir büyük ölçüde durdurduğu koşullarda, siyasi ve toplumsal muhalefetin geniş kesimlerini hedef alan yoğun bir baskı ve tutuklama dalgası sırasında yapılıyor. Türkiye’de geri kalan demokratik hakların da ortadan kaldırılmasının altında bir “silah ve terör baskısı” değil, esas olarak, Ortadoğu’da derinleşen savaş ve içeride artan sınıfsal gerilimler bulunuyor.
Erdoğan konuşmasında ayrıca PKK’nin verdiği sözleri tutmaması halinde “Halen devam eden operasyonlarımızı gerekiyorsa taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakmadan sürdürürüz,” tehdidinde bulundu.
Daha önceki müzakerelerin Suriye’de ve Türkiye bir Kürt devletinin kurulması korkusuyla 2015’te çökmesinin ardından ülke içinde iç savaş kanlı bir şekilde tırmanmış ve TSK Suriye’deki Kürt milislerine karşı birçok askeri harekât düzenlemişti. O zamandan beri Türkiye, Suriye’nin kuzeybatısında birçok yeri kontrol ederken, ülkenin kuzeydoğusu Kürtlerin önderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve ABD kuvvetlerinin denetiminde bulunuyor.
Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin faşist müttefiki Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) lideri Devlet Bahçeli de Öcalan’ın çağrısını memnuniyetle karşılayarak “dünyanın içinde bulunduğu kaotik ortamda Türkiye için tarihi bir fırsat kapısının aralandığını” öne sürdü.
Bahçeli, çağrının “baştan sona değerli olduğunu” belirtiyor ve PKK’nin açıklamasının da söz konusu çağrıyı “destekleyici ve tamamlayıcı özellikte olduğunu” ifade ediyordu. Erdoğan hükümetinin Öcalan ve PKK ile müzakere süreci, Ekim ayında Bahçeli’nin çağrısıyla başlamıştı.
DEM Parti’nin önceli Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) hapisteki eski eş başkanlarından Selahattin Demirtaş, yazdığı bir makaleyle Erdoğan, Bahçeli ve Öcalan’ın süreçteki rollerini överek “Allah hepsine uzun ve sağlıklı ömür versin ama hayatlarının son dönemecinde Orta Doğu barışı, tarihi Kürt - Türk barışı için inisiyatif almış bu üç liderin başarılı olabilmeleri için ben elimden gelenin fazlasını yapacağım,” diye belirtti.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) desteğiyle dokunulmazlığı kaldırılan Demirtaş, Kasım 2016’dan beri hukuksuz bir şekilde hapiste tutuluyor.
Geçmişi işçi sınıfı militanlarını, solcuları ve Alevileri katletmekle dolu olan ve Kürt halkının ezilmesini tarihsel olarak destekleyen MHP’nin lideri Bahçeli’yi övme korosuna Sırrı Süreyya Önder de katıldı. Öcalan ile görüşen heyetin üyesi olan DEM Parti milletvekili Önder, Pazartesi bir Habertürk canlı yayınında yaptığı açıklamada “Devlet Bey bire bir insan ilişkilerinde şu siyasi yaşamda gördüğüm haza en zarif insanlardan birisidir,” dedi.
İşçiler, 1984’ten beri on binlerce Kürt ve Türk gencinin yaşamına mal olan ve işçi sınıfını bölmek için istismar edilen bir silahlı çatışmanın sona ermesine karşı çıkmayacaklardır. Ancak Türk burjuvazisinin gerici temsilcilerinin asılsız iddialarla yüceltilmesi tiksintiyle reddedilmelidir. Bu siyasi önderlikler, emperyalizme bağlı ve işçi sınıfına düşman burjuva sınıfsal doğaları nedeniyle demokratik bir rejim inşa etmekten yapısal olarak acizdirler.
Erdoğan hükümeti Cumhuriyet tarihi boyunca devletin Kürt halkının demokratik taleplerini bastırma politikasını sürdürmüştür. Öcalan ile görüşmeler sürerken dahi hükümetin Kürt siyasetçilerine ve halkına yönelik baskısı tırmanmıştır. Geçtiğimiz yılki yerel seçimlerden bu yana yüz binlerce Kürt seçmen tarafından seçilen DEM Partili 12 belediye başkanı görevden alındı, yüzlerce Kürt siyasetçi tutuklandı, Halkların Demokratik Kongresi (HDK) gibi yasal bir siyasi örgüt “terör örgütü uzantısı” denilerek suçlu gösterildi.
Hükümetin baskı ve tutuklama dalgası sadece Kürt siyasi hareketine değil, tüm muhalefete yöneliktir ve esas olarak işçi sınıfının kitlesel bir hareketinin bastırılmasını hedeflemektedir. Geçtiğimiz aylarda CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar yapıldı, İstanbul Barosu yönetimi “terör” ile suçlandı, muhalif gazeteciler, sendika liderleri ve sol parti üyeleri tutuklandı veya soruşturma geçirdi ve grev ve eylemler yasaklandı. Bu adımlar, burjuva muhalefet partilerinin de şu ya da bu şekilde desteğiyle inşa edilmiş bir otoriter başkanlık rejimi altında atılmaktadır.
ABD ve Avrupalı güçlerin Ankara ile Öcalan/PKK arasındaki müzakereleri memnuniyetle karşılaması, bu girişimin Ortadoğu’nun emperyalist güçler önderliğinde yeniden biçimlendirilmesiyle bağlantısından kaynaklanmaktadır. Onlar, müttefikleri Ankara ile Kürt milliyetçi hareketi arasında sağlanacak bir anlaşmanın, özellikle İran’ı ve müttefiklerini hedef alan planlarına hizmet edeceğini düşünüyorlar.
Erdoğan hükümeti yanlısı Türkiye Gazetesi Pazar günü AKP ve üst düzey güvenlik kaynaklarına dayandırdığı bir haberinde İran’ı müzakereleri baltalamayı planlamakla suçladı.
Gazete, hiçbir kanıt göstermeksizin, “İran da biliyor ki, PKK dağılırsa, bölgede kullanacağı örgüt kalmayacak. Bu sebeple önümüzdeki süreçte İran kendine yakın örgüt yöneticilerini kullanarak süreci baltalamak isteyebilir,” diye yazdı.
Gazete ayrıca “DEM [Parti] içindeki marjinal sol kanat kendi hesaplarına uymadığı için itiraz edecektir… Süreci enfekte etmek isteyenler olabilir. İçeride Marksist artıklar enfekte edebilir,” diyordu. Bu yorum, HDK’ye yönelik binlerce kişiyi kapsayan bir soruşturmanın ortasında HDK üyesi partilerden 30 kişinin tutuklanmasının ardından gelmektedir.
PKK’nin silah bırakması ve kendini feshetmesi sürecine ilişkin tartışmalarda kritik noktalardan biri, Öcalan’ın çağrısının diğer ülkelerdeki kardeş örgütlerini, özellikle de Suriye’deki YPG’yi kapsayıp kapsamadığıydı.
Ankara YPG’nin kendini tasfiye ederek yeni Şam rejimine tabi olmasını savunuyor. AKP Sözcüsü Ömer Çelik bu konuda “PKK, PYD, YPG, SDG hangi adla olursa olsun, Irak ve Suriye’deki bütün uzantılarıyla terör örgütü silah bırakmalıdır ve kendi kendisini feshetmelidir,” dedi.
Geçtiğimiz ay HTŞ rejimiyle yaptığı görüşmelerde SDG’nin ve bağlı olduğu özerk yönetimin Şam rejimiyle bütünleşmesi konusunda anlaşmaya varıldığı açıklandı. Asharq Al-Awsat’a konuşan SDG temsilcisi Abu Omar Al-Idlibi’ye göre, “SDG, Suriye Savunma Bakanlığı’na tek bir birim olarak, potansiyel olarak bir kolordu bünyesinde ya da bakanlığın doğu komutanlığının bir parçası olarak entegre edilecek.” Bu arada, Şam’daki rejim değişikliğinin ardından Suriye’deki işgalini genişleten ve Kürtleri “doğal müttefik” ilan eden İsrail ile Türkiye arasında gerilimler artmaya devam ediyor.
Geçtiğimiz yüzyılın acı deneyimleri, Ortadoğu’da derinleşen bir emperyalist savaşla iç içe geçen ve bölgedeki dört ülkeyi kapsayan Kürt sorununa kapitalist ulus devlet sistemi içerisinde ilerici bir çözüm üretilemeyeceğini kanıtlamıştır. Böyle bir çözüm ancak işçi sınıfının emperyalizme uzlaşmaz muhalefet içerisinde, ulusal sınırları aşan bir Ortadoğu Sosyalist Federasyonu biçimindeki uluslararası programı uğruna mücadeleyle sağlanabilir.