Cuma günü Bavyera metropolünde başlayan Münih Güvenlik Konferansı’nın merkezinde Ukrayna’daki savaş ve Başkan Trump’ın Rusya ile müzakere çabalarının olması bekleniyordu. Ama bunun yerine ABD ile Avrupa arasında tırmanan çatışma ön plana çıktı.
İlk konuşanlardan biri olan ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) lideri Alice Weidel, Hollandalı İslam düşmanı Geert Wilders ya da diğer Avrupalı aşırı sağcılardan gelebilecek türde, 15 dakikalık faşist bir konuşma yaptı.
Vance, aşırı sağcı partilerin Güvenlik Konferansı’na davet edilmemesinin bir skandal olduğunu söyleyerek “Güvenlik duvarlarına yer yok,” dedi. Toplanan siyasi liderleri “kendi halklarının oylarından” korkmakla suçlayarak onları totaliter yöneticilerle karşılaştırdı ve Avrupa için en büyük tehlikenin içeriden geldiğini ilan etti.
Örnekler olarak ise Romanya’da faşist Călin Georgescu’nun şeffaf olmayan mali kaynakların yardımıyla kazandığı cumhurbaşkanlığı seçiminin iptal edilmesini, İngiltere ve İskoçya’da kürtaj karşıtı militan aktivistlere yönelik suçlamaları ve Avrupa Birliği’nin sosyal medyada nefret yorumlarına karşı kurallarını gösterdi.
Vance “kitlesel göç”ü en büyük sorun olarak tanımladı ve Afgan bir mültecinin arabasıyla önceki gün Münih’te bir sendika gösterisine yaptığı saldırıya doğrudan atıfta bulundu. Vance, “Rotamızı değiştirmeden ve ortak uygarlığımızı yeni bir yöne doğru yönlendirmeden önce daha kaç kez bu korkunç aksiliklere maruz kalmamız gerekiyor?” dedi. Hiçbir seçmen sandığa “milyonlarca incelenmemiş göçmene kapıları açmak için gitmedi,” diye ekledi.
Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra ABD hükümeti önde gelen Nazileri Nürnberg’de yargılayarak işledikleri suçları daha geniş bir kamuoyunun dikkatine sunmuştu. Şimdi ise Trump önderliğindeki ABD hükümeti Avrupa’da faşizmi yeniden canlandırmaya çalışıyor.
İtalya’da Giorgia Meloni, Macaristan’da Viktor Orbán, Hollanda’da Geert Wilders ve Arjantin’de Javier Milei gibi neo-faşist politikacılar Trump’ın en yakın müttefikleri arasında yer alıyor. Trump’ın sosyal kemer sıkma temsilcisi Elon Musk Almanya’da seçim kampanyasına AfD lehine büyük ölçüde müdahale etmiş durumda.
Atlantik’in her iki yakasındaki aşırı sağı bir araya getiren şey, ortak siyasi gündemleridir: Yıllar süren kesintilerden sonra geriye kalan tüm sosyal kazanımların, eğitim kurumlarının ve sağlık kuruluşlarının tasfiyesi; göçmenlere ve mültecilere saldırıdan başlayarak işçi sınıfının demokratik haklarının tasfiyesi; milyarder oligarkların (ki bunlar Trump yönetiminin belkemiğini oluşturmaktadır) zenginleşmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılması ve ekonominin savaş üretimine yönlendirilmesi.
Naziler de dış politika ittifaklarını ideolojik ortak zemine dayandırmıştı. Örneğin Hitler Almanya’sı 1939’da Mussolini İtalya’sı ile Çelik Paktı imzalamıştı. 1940 yılında Üç Güç Paktı’nı oluşturmak üzere Japonya ile genişletilmişti.
Bununla beraber, Avrupalı güçler ne demokrasinin kaleleri ne de Trump’ın entrikalarının masum kurbanlarıdır. Aksine, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin çok sayıda analizde işaret ettiği gibi, Trump’ın yükselişi ve yeniden seçilmesi tesadüfi bir sapma değil, “ABD’de ve tüm dünyada siyasetin köklü bir şekilde yeniden düzenlenmesinin” bir ifadesidir.
WSWS, 3 Ocak 2025 tarihli Yeni Yıl açıklamasında şöyle yazmıştı:
Yeni hükümetin karakteri, devletin, bizzat kapitalist toplumun tabiatına denk düşecek şekilde, şiddetli bir yeniden düzenlenmesine işaret etmektedir.
Açıklamada Trump’ın yeniden seçilmesinin “uzun bir siyasi gericilik sürecinin doruk noktası ve gelecekte yaşanacakların habercisi” olduğu vurgulandı. Bu, “faşizan barbarlığın ve kapitalist diktatörlüğün ‘normalleştirilmesinin’ siyasi bir ifadesidir. Demokratik Parti ve kapitalist medyanın, Trump’ın demokrasiye yönelik tehdidine ilişkin ve faşizme dair tüm söylemlerini bir kenara bırakarak Trump ve Cumhuriyetçilerle tam bir işbirliği sözü vermeleri bunun işaretidir.”
Açıklama ayrıca şunu vurguluyordu:
Amerika Birleşik Devletleri’nde açıkça görülen süreçler aslında evrenseldir. Dünyanın dört bir yanında kapitalist hükümetler büyük siyasi krizlerle sarsılmakta, halk muhalefetiyle karşı karşıya kalmakta ve giderek daha fazla otoriter önlemlere başvurmaktadır.
Bu durum özellikle Avrupa’da geçerlidir. Burada aşırı sağcı partilere kollanıyor, destekleniyor ve hükümete getiriliyor. Almanya’da muhalefet lideri ve bir sonraki muhtemel Şansölye Friedrich Merz iki hafta önce AfD’ye karşı “güvenlik duvarı”nı yıktı ve ilk kez göçmen karşıtı bir önergeyi aşırı sağcılarla birlikte Federal Meclis’ten geçirdi. Milyonlarca kişi bu durumu protesto etse de Merz ödün vermiyor.
Ukrayna’daki savaş bu sağa kayışta önemli bir rol oynadı. ABD, 2014 yılında Almanya ve diğer Avrupalı güçlerle birlikte Kiev’de sağcı bir darbe düzenleyerek Batı yanlısı bir rejimi iktidara getirdi ve ardından gelen savaşın temellerini attı. O tarihten bu yana, Stepan Bandera gibi Nazi işbirlikçilerini kahraman olarak onurlandıran Ukrayna’daki faşist güçlerle yakın işbirliği içinde çalışıyorlar. Buna üniversitelerde ve medyada tarihin sistematik bir şekilde revize edilmesi eşlik etti. Nazilerin suçları önemsizleştirildi ve Sovyetler Birliği İkinci Dünya Savaşı’nın sorumlusu ilan edildi.
Ancak Ukrayna’daki savaş Alman ve Avrupa burjuvazisi için bir bozgun oldu. Trump’ın Putin ile Avrupalıları ve Ukrayna’yı atlayarak pazarlık yapacağını açıklaması Avrupa hükümetlerinde paniğe yol açtı. Onlar ABD’nin savaştan çekileceğinden, değerli hammaddelere erişimi güvence altına alacağından ve savaşın maliyet ve sonuçlarını Avrupa’ya yükleyeceğinden korkuyorlar.
Hiç kimse Trump yönetiminin Ukrayna’da “barış” arayışında olduğu yanılsamasına kapılmamalıdır. Aksine Trump; bir yandan Çin’e karşı savaşa hazırlık amacıyla Panama Kanalı, Grönland ve Kanada’nın ilhakı da dahil olmak üzere Kuzey ve Güney Amerika’daki ABD hakimiyetini genişletmeye çalışırken, aynı anda Ukrayna’nın önemli enerji ve maden zenginliğinden daha doğrudan faydalanmak üzere ABD dış politikasına yeniden yön veriyor.
Bu “Önce Amerika” politikası Avrupalı “müttefikler”i de hedef alıyor. Avrupa Birliği’ni “garabet” olarak nitelendiren Trump, AB’yi cezalandırıcı gümrük vergileriyle tehdit ederek parçalamaya çalışıyor.
Avrupa hükümetleri buna bir yandan Trump’a yaranmaya çalışarak, diğer yandan da büyük çapta silahlanarak karşılık veriyorlar. Vance’den hemen önce konuşan Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’in açıklamaları da bu doğrultudaydı.
Steinmeier, Almanya’nın gelecekte savunmaya yüzde 2’den “çok daha fazla” yatırım yapması gerektiğini söyleyerek sözlerine başladı ve “Uyarı ikazını duyduk,” dedi. Yeni Amerikan yönetiminin yerleşik kuralları ve müttefiklerini dikkate almamasından duyduğu endişeyi dile getiren Steinmeier, Rusya ile müzakerelere Avrupa ve Ukrayna’nın da dahil edilmesi için neredeyse yalvarırcasına bir çağrıda bulundu ve “Almanya’ya güvenebilirsiniz,” diye vurguladı.
Von der Leyen ticaret savaşları ve gümrük tarifelerinin “anlamsız” olduğunu belirtirken misilleme niteliğinde gümrük tarifeleri tehdidinde bulundu ve müzakere çağrısı yaptı. Ayrıca ABD’ye “güçlü bir Ukrayna” için Avrupa ile birlikte çalışma çağrısında bulundu ve Avrupa’nın askeri harcamalarını büyük ölçüde arttırma sözü verdi. Savaşın başlangıcından bu yana bu miktar 200 milyar avrodan 320 milyar avroya yükselmiş olsa da bunun yeterli olmaktan uzak olduğunu da ekledi.
Münih’te açıkça görülebilen ticaret savaşı ve yeniden silahlanma sarmalı, İkinci Dünya Savaşı’nın arifesini anımsatmaktadır. Yirminci yüzyılın önde gelen Marksisti Lev Troçki, 1928 yılında şu uyarıda bulunmuştu:
ABD’nin hegemonyası, kriz döneminde, büyüme döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha pervasız bir şekilde işleyecektir. ABD, bunun Asya’da, Kanada’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da ya da bizzat Avrupa’da meydana gelmesine, barışçıl bir şekilde veya savaş yoluyla gerçekleşmesine bakmaksızın, güçlüklerinin ve sıkıntılarının üstesinden, en başta Avrupa zararına gelmeye ve kendini kurtarmaya çalışacaktır.
Bu öngörü bugün daha da doğrudur. İnsanlığı nükleer silahlarla yok etmekle tehdit eden ölümcül sarmalı ancak işçi sınıfı durdurabilir. İşçi sınıfı, oligarkları zenginleştirmenin, yeniden silahlanmanın ve savaşları tırmandırmanın tüm yükünü taşımakta ve kapitalist sistemle uzlaşmaz bir karşıtlık içinde durmaktadır.