Karl Marx, tarihsel maddecilik yönteminin siyasi çözümlemeye ilk uygulamalarından biri olan Fransa’da Sınıf Mücadeleleri adlı anıtsal eserinde, Temmuz 1830’da Orleans Dükü’nü iktidara getiren “devrimin sırrı”nın finans sihirbazı Laffitte’in şu sözleriyle özetlendiğini belirtmiştir: “Bundan böyle bankerler yönetecek.” Laffitte’i Elon Musk olarak güncellersek ve 1830’dan 2024’e geçiş yaparsak, Trump’ın seçilmesinin “sırrı” şu sözlerle özetlenebilir: “Artık oligarklar yönetecek.”
Sadece üç hafta sonra göreve başlayacak olan Trump’ın iktidara dönüşü hem bir bozgun hem de çok önemli bir dönüm noktasıdır. Müstakbel Amerikan Führer’inin yeniden seçilmesi, 2016’daki ilk zaferinin ve bu bağlamda 6 Ocak 2021’deki darbe girişiminin bir sapma olmadığını, aksine bunların ABD’de ve tüm dünyada siyasetin köklü bir şekilde yeniden düzenlenmesinin ifadeleri olduğunu göstermektedir.
Göreve başlayacak olan yönetim, zenginlerin, zenginler tarafından ve zenginler için bir hükümet olacak. Dünyanın en zengin adamı ve Orwellyen “Hükümet Verimliliği Departmanı”nın başındaki Musk’tan Trump’ın kabinesinde ve Beyaz Saray’da görev yapacak milyarderler topluluğuna kadar, oligarşi Amerikan tarihinde görülmemiş bir ölçüde devlet üzerinde doğrudan kontrol sahibi olacak. Aralık ayı ortası itibariyle Trump yönetiminin bu üst kademesinin toplam servetinin yaklaşık yarım trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor.
Yeni hükümetin karakteri, devletin, bizzat kapitalist toplumun tabiatına denk düşecek şekilde, şiddetli bir yeniden düzenlenmesine işaret etmektedir. Dünyanın en zengin bireyleri ve şirketleri, kişisel servetleri dünyanın en yoksul 120 ülkesinin GSYİH’sini aşan ve sayıları giderek artan yüz milyarderlerle birlikte, kaynakları akıl almaz bir ölçekte kontrol etmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nde en zengin üç kişi şu anda nüfusun en alttaki yüzde 50’sinin toplamının sahip olduğundan daha fazla serveti kontrol etmektedir.
Küresel olarak, en üstteki yüzde 1’lik kesim artık en alttaki yüzde 99’luk kesimden daha fazla servete sahip. Bloomberg News’in son özetine göre, dünyanın en zengin 500 kişisi “2024’te büyük ölçüde zenginleşerek” yeni bir dönüm noktasına ulaştı: toplam net servetleri 10 trilyon doları buldu. Bloomberg, “Sadece sekiz teknoloji devinin bu yıl 600 milyar dolardan fazla kazandığını, bunun da en zengin 500 kişi arasındaki 1,5 trilyon dolarlık artışın %43’ünü oluşturduğunu” bildirdi.
Trump’ın yeniden seçilmesi, uzun bir siyasi gericilik sürecinin doruk noktası ve gelecekte yaşanacakların habercisidir. Beş yıl önce, 2020’nin başında, Dünya Sosyalist Web Sitesi 2020’leri “sosyalist devrimin on yılı” olarak niteleyen bir açıklama yayımladı. Bunu takip eden yıllarda, daha önce benzeri görülmemiş ve birbiriyle kesişen bir dizi krize tanık olundu. WSWS, 2024 Yeni Yıl açıklamasında, devam eden COVID-19 pandemisinde kitlesel ölümlerin “normalleştirilmesi”; Ukrayna’da Rusya’ya karşı tırmanan ABD-NATO savaşında nükleer silahların “normalleştirilmesi” ve Gazze’deki emperyalist destekli İsrail soykırımında soykırımın “normalleştirilmesi” konusunda uyarıda bulundu.
Trump’ın yeniden seçilmesi, faşizan barbarlığın ve kapitalist diktatörlüğün “normalleştirilmesinin” siyasi bir ifadesidir. Demokratik Parti ve kapitalist medyanın, Trump’ın demokrasiye yönelik tehdidine ilişkin ve faşizme dair tüm söylemlerini bir kenara bırakarak Trump ve Cumhuriyetçilerle tam bir işbirliği sözü vermeleri bunun işaretidir.
Yeni yönetim, “ilk günden” itibaren, öncelikle göçmenler ve sığınmacılara odaklanarak demokratik haklara yönelik büyük bir saldırı gerçekleştirmeyi planlıyor. En uç önerileri arasında, İç Savaş’tan sonra kabul edilen 14. Anayasa Değişikliği’nin temel taşlarından biri olan doğuştan vatandaşlığın kaldırılması yer alıyor. Hükümet, zenginler için daha fazla vergi indirimi yapmaya ve işçilerin çetin mücadelelerle kazandığı tüm sosyal programlara eşgüdümlü bir saldırı düzenlemeye hazırlanırken, göçmen işçilerin hedef alınması, tüm işçi sınıfının demokratik ve sosyal haklarına yönelik daha geniş bir saldırının öncüsü olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde açıkça görülen süreçler aslında evrenseldir. Dünyanın dört bir yanında kapitalist hükümetler büyük siyasi krizlerle sarsılmakta, halk muhalefetiyle karşı karşıya kalmakta ve giderek daha fazla otoriter önlemlere başvurmaktadır.
Almanya’da neo-Nazi Almanya İçin Alternatif (AfD), Musk’ın açık desteğiyle ve siyaset kurumunun toptan sağa kaydığı bir ortamda en güçlü kapitalist parti olarak ortaya çıkıyor. Fransa’da “bankaların cumhurbaşkanı” Emmanuel Macron, Yeni Halk Cephesi (NPF) ile işbirliği yaparak parlamentodaki muhalefet görevini Marine Le Pen’in faşist Ulusal Birlik’ine devrediyor.
İtalya’da Giorgia Meloni’nin mirasını Mussolini’ye dayandıran aşırı sağcı hükümeti göçmen karşıtı politikaları yoğunlaştırırken, Arjantin’de Javier Milei kamu hizmetlerinin ve emek korumalarının kaldırılması yoluyla sosyal gerilemeye aşırı sağcı bir model sunuyor.
Sri Lanka’da sağcı, Sinhala şovenisti ve milliyetçi JVP geçen yıl yapılan seçimlerde iktidara geldi ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) emirlerini uygulamak için derhal harekete geçti. Güney Kore siyasi krizle boğuşuyor; sıkı yönetim ilan etmeye çalışırken hem devlet başkanı hem de başbakan görevden alındı. Avustralya’da ise, halk desteği olmayan İşçi Partisi hükümeti, bir yandan göçmenlere ve işçi sınıfına savaş açarken diğer yandan da ABD’nin Çin’le olası savaşına katılma hazırlıklarına öncülük etmek de dahil olmak üzere, sağcı Liberal/Ulusal Koalisyon’dan ayırt edilemeyecek politikalar benimsedi.
Geçtiğimiz beş yıla egemen sınıfın kapitalist krize verdiği yanıt damgasını vurdu. Önümüzdeki beş yıla ise sınıf mücadelesinin patlaması damgasını vuracak ki bu şimdiden başlamıştır. Dünyanın dört bir yanındaki işçiler tırmanan bir küresel savaşla; H5N1 kuş gribi ve mpox gibi yeni patojenlerin ortaya çıkmasıyla birlikte devam eden bir COVID-19 pandemisiyle; temel demokratik haklara yönelik koordineli bir saldırıyla ve sömürü ve sosyal yoksunlukta büyük bir artışla karşı karşıyadır.
Birbiriyle bağlantılı bu krizlerin temelinde, tüm toplumu kâra ve kişisel servet birikimine tabi kılan bir oligarşi bulunmaktadır. Oligarşiye karşı mücadele, doğası gereği, devrimci bir görevdir. Oligarşinin serveti kamulaştırılmalı ve ekonomik ve siyasi yaşam üzerindeki boğucu hakimiyeti ortadan kaldırılmalıdır. Bu da işçi sınıfının dünya ölçeğinde seferber edilerek siyasi iktidarı ele geçirmesini, üretim süreci üzerinde demokratik denetim kurmasını ve toplumu sosyalizm temelinde, yani özel kâr değil toplumsal ihtiyaç temelinde yeniden örgütlemesini gerektirmektedir.
Emperyalist savaşın küresel patlaması
Oligarşinin dış politikası emperyalist savaş ve yağmadır. “Emperyalizm,” diye açıklıyordu Lenin, “(1) tekelci kapitalizmdir; (2) asalak ya da çürüyen kapitalizmdir; (3) can çekişen kapitalizmdir. Serbest rekabetin yerini tekelin alması, temel ekonomik özelliktir, emperyalizmin özüdür.” Kaynaklar ve hammaddeler üzerindeki rekabette, emperyalist güçler insanlığı felakete sürükleme tehdidinde bulunmaktadır.
Trump’ın Panama Kanalı’nı devralma, Grönland’ı satın alma ve orduyu Meksika’ya konuşlandırma tehdidiyle ilgili kışkırtıcı açıklamaları, yeni yönetimin emperyalist hırslarını örneklemektedir. Trump’ın “Önce Amerika” milliyetçiliğinin doğal sonucu, küresel bir “Amerika Kalesi” politikasıdır. Çin ile gelişmekte olan çatışmada Batı Yarımküre’nin kontrolün çok önemli görülmektedir.
Amerikan emperyalizminin otuz yıllık bölgesel savaşları, Biden döneminde, ikinci en büyük nükleer silahlı güç olan Rusya ile açık bir çatışmaya dönüştü. Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı istila etmesi, Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasıyla ortaya çıkan kapitalist oligarşinin çıkarlarını temsil eden Putin rejiminin iflas etmiş ve gerici bir eylemiydi. Bununla birlikte, kapitalist medya tarafından evrensel olarak iddia edildiği gibi “kışkırtılmamış” değildi. Rus hükümetinin, NATO’nun durmaksızın doğuya doğru genişlemesine ve Ukrayna’nın ABD önderliğindeki bu askeri ittifaka dahil edilmesi konusunda müzakerelerin reddedilmesine verdiği bir yanıttı.
Üç yıl boyunca savaş her iki tarafta da yüz binlerce insanın hayatına mal oldu. Son haftalarında Biden yönetimi Ukrayna’ya Rus şehirlerini hedef almak üzere ABD tarafından sağlanan uzun menzilli silahları kullanma yetkisi vererek dünyayı Küba Füze Krizi’nden bu yana hiç olmadığı kadar nükleer savaşın eşiğine getirdi.
Bu savaş, ABD ve NATO güçleri tarafından Kiev’deki sağcı rejimle ittifak halinde yürütülüyor. Giderek artan iç muhalefet karşısında bu rejim, demokratik haklara karşı her zamankinden daha acımasız bir saldırı yürütüyor. Bolşevik- Leninistlerin Genç Muhafızları’nın (YGBL) önderlerinden Bogdan Syrotiuk, hem Ukrayna hem de Rusya hükümetlerine karşı çıktığı ve işçi sınıfını savaşa karşı birleştirmek için mücadele ettiği “suçu” nedeniyle sekiz aydır hapiste tutuluyor.
Eş zamanlı olarak, İsrail’in Gazze’ye karşı ABD ve NATO güçleri tarafından desteklenen ve Ortadoğu’daki burjuva-milliyetçi rejimlerin yardım ve yataklık ettiği soykırım saldırısı, emperyalist barbarlığın derinliklerini gözler önüne seriyor.
Tüm şehirlerin yok edilmesi, hastanelerin ve okulların hedef alınması ve yüz binlerce kişinin yerinden edilmesiyle damgalanan soykırım, daha geniş bir bölgesel stratejinin parçasıdır. Amaç; Suriye’de Esad hükümetinin devrilmesi, Hizbullah’ın önderliksiz bırakılması ve İran’a karşı provokasyonların tırmandırılması da dahil olmak üzere Ortadoğu’yu emperyalist çıkarlar doğrultusunda yeniden düzenlemektir.
Amerikan devleti içinde dış politika konusunda anlaşmazlıklar yaşanıyorsa, bunun amaç ve yöntemlerden ziyade coğrafyayla, yani dünyanın hangi bölgesinin emperyalist saldırganlığın öncelikli hedefi olması gerektiğiyle ilgisi vardır. Bununla birlikte, yeni yönetimin ana odak noktası, Amerikan egemen sınıfının birincil küresel rakibi olarak gördüğü Çin ile bir çatışmaya hazırlanmak olacaktır.
Militarizmin bu küresel patlaması, Amerikan kapitalizminin derinleşen krizinden ayrılamaz. Trump’ın “doların hakimiyeti” vurgusu, ABD mali sermayesinin küresel üstünlüğünü sürdürmek için askeri saldırganlığın ne ölçüde kullanılacağının altını çiziyor. Gümrük vergileri, ticaret savaşları ve hem rakiplere hem de müttefiklere yönelik tehditler -Trump’ın Kanada’yı “51. eyalet” olarak ilhak etme konusundaki kışkırtıcı sözleriyle örneklendiği üzere- Amerikan emperyalizminin uzun vadeli ekonomik gerileme karşısında hegemonyasını sürdürme konusundaki gözü dönmüşlüğünü ortaya koymaktadır.
Lev Troçki’nin 1928 yılında, iki dünya savaşı arasındaki dönemde yaptığı analiz, bugün çok daha geçerlidir. Troçki şöyle yazmıştı:
ABD’nin hegemonyası, kriz döneminde, büyüme döneminde olduğundan daha tam, daha açık ve daha pervasız bir şekilde işleyecektir. ABD, bunun Asya’da, Kanada’da, Güney Amerika’da, Avustralya’da ya da bizzat Avrupa’da meydana gelmesine, barışçıl bir şekilde veya savaş yoluyla gerçekleşmesine bakmaksızın, güçlüklerinin ve sıkıntılarının üstesinden, en başta Avrupa zararına gelmeye ve kendini kurtarmaya çalışacaktır.
Amerikan emperyalizminin patlaması, tüm büyük kapitalist ülkelerin içinde yer aldığı, dünyanın küresel emperyalist yeniden paylaşımının bir parçasıdır. Avrupalı güçler Trump’ın seçilmesine ve Ukrayna politikasında bir değişiklik olasılığına, gerekirse ABD’ye karşı bağımsız bir dış politika ihtiyacında ısrar ederek yanıt verdiler. Tüm eski sömürge ülkeleri, kaynakların, pazarların ve hammaddelerin kontrolü için girişilen bir mücadelede yeniden boyunduruk altına alınmak istenmektedir.
Tırmanan küresel savaş, insanlığı felaketle sonuçlanacak küresel bir yangına sürüklemekle tehdit ediyor. Aynı zamanda, yurt dışındaki savaş, yurt içinde işçi sınıfına karşı savaşın muazzam bir şekilde yoğunlaştırılmasını gerektiriyor. Foreign Affairs kısa süre önce, “savaşanların muazzam kaynaklardan yararlandığı, toplumlarını seferber ettiği, savaşa diğer tüm devlet faaliyetlerinden daha fazla öncelik verdiği, çok çeşitli hedeflere saldırdığı ve hem kendi hem de diğer ülkelerin ekonomilerini yeniden şekillendirdiği” yeni bir “topyekûn savaş” dönemini tanımladı. Yani, tüm toplum savaşa tabi kılınacaktır.
Kapitalizmin krizi ve sınıf mücadelesinin büyümesi
Emperyalist savaş, tüm kapitalist düzenin giderek içinden çıkılmaz hale gelen krizine egemen sınıfın verdiği yanıttır. Geçtiğimiz on yıllar boyunca her zamankinden daha şiddetli ekonomik krizlerin patlak vermesi, muazzam serveti gerçek değer üretiminden giderek kopan mali oligarşinin asalaklığını ve pervasızlığını derinleştirmiştir.
Egemen sınıfın birbirini izleyen krizlere yanıtı, en son COVID-19 pandemisinin ilk yılında olduğu gibi, bankaları ve şirketleri devasa boyutta kurtarmalarla desteklemek oldu. Pandemi, şirket kârlarına halk sağlığından daha fazla öncelik veren kapitalist hükümetlerin işçilerin yaşamlarına karşı ölümcül kayıtsızlığını gözler önüne serdi. Küresel ölçekte, büyük çoğunluğu işçi sınıfından olmak üzere 30 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Şu anda en az 500 milyon insan Uzun COVID’in güçten düşürücü etkilerinden mustariptir.
Ancak egemen sınıf için bu dönem, ABD’nin öncülüğünde dünya hükümetlerinin borsalara trilyonlarca dolar akıttığı bir mali kazanç dönemiydi. Bu eylemler piyasaları geçici olarak istikrara kavuştursa da kapitalist sistemin temelindeki çelişkileri gidermekte başarısız oldu. Bunun yerine, daha da büyük spekülasyon ve borç seviyelerini körükleyerek daha da yıkıcı bir çöküşe zemin hazırladılar.
Bu durum hiçbir yerde Bitcoin ve diğer kripto paralar gibi spekülatif finansal araçların yükselişinde olduğu kadar belirgin değildir; bu araçların toplam piyasa değeri şu anda 3,26 trilyon dolardır. Aralık 2024’te bir Bitcoin’in fiyatı 100.000 doları aştı ve önümüzdeki aylarda “değerinin” ikiye, üçe veya dörde katlanması olasılık dışı değil. Elbette, tüm kripto para saadet zincirinin çökmesi ve bunun sonucunda spekülatörlerin ABD Merkez Bankası tarafından trilyonlarca dolarlık bir kurtarma paketine daha ihtiyaç duyması da son derece olasıdır.
Financial Times’ta kısa süre önce yayımlanan bir rapor, ABD’de kredi kartı temerrütlerinin 2010’dan bu yana en yüksek seviyeye çıktığını ortaya koydu. Kaldıraçlı kredilerdeki temerrütler de son dört yılın en yüksek oranına ulaşarak finansal istikrarsızlığın arttığına işaret ediyor. Bu arada Amerika Birleşik Devletleri’nin ulusal borcu 33 trilyon doları aştı.
Basın, süper zenginlerin daha da zenginleşmesi için pembe tablolar çizerken, geniş halk kitleleri için gerçeklik çok daha farklıdır: artan yaşam maliyetleri, durağan ücretler ve çöken kamu hizmetleri. Amerika Birleşik Devletleri’nde:
- 2019 ve 2023 yılları arasında kira maliyetleri ülke genelinde yüzde 30,4 oranında artarak kiracıların neredeyse yarısını “maliyet yükü altında” bırakmıştır. 2024 yılında yapılan bir anket, kiracıların beşte birinden fazlasının tüm gelirini kiraya harcadığını, birçoğunun geçinebilmek için ikinci işlere (yüzde 20), aile desteğine (yüzde 14) veya emeklilik birikimlerini erken çekmeye (yüzde 12) bel bağladığını ortaya koymuştur.
- Z Kuşağının yüzde 31’i de dahil olmak üzere rekor sayıda genç Amerikalı, uygun fiyatlı olmayan konutlar nedeniyle yaşlıları, ebeveynleri veya büyükanne ve büyükbabalarıyla birlikte yaşamaktadır. Genç yetişkinlerin dörtte biri, artan maliyetler ve öğrenci borçları nedeniyle artık çok kuşaklı hanelerde yaşamaktadır.
- 2024 yılında evsizlik 770.000 kişi ile rekor seviyeye ulaşarak 2023 yılına göre yüzde 18,1 artış göstermiş, yaklaşık 150.000 çocuk tek bir gecede evsiz kalmıştır. Bu, önceki yıla göre yüzde 33’lük bir artış demektir.
- 2024 Kasım ayında resmi işsizlik 7,1 milyona yükselmiş, 4,5 milyon kişi eksik istihdam edilmiş ve 5,5 milyon kişi de işgücünden ayrılmıştır.
Dünya Bankası’na göre, yaklaşık 700 milyon insan (dünya nüfusunun yüzde 8,5’i), günde 2,15 dolardan daha az gelire sahip olmak olarak tanımlanan “aşırı yoksulluk” içinde yaşıyor. Yaklaşık 3,5 milyar insan (insanlığın yüzde 44’ü) ise günde 6,85 dolardan daha az bir gelirle geçiniyor.
Bu koşullar, önemli toplumsal muhalefet ifadeleri üretiyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde, 2023 yılında 450.000’den fazla işçi “büyük iş bırakma eylemleri”ne katıldı; bu sayı bir önceki yıla göre yüzde 280’lik bir artış ve pandemi öncesi seviyelere geri dönüş anlamına geliyor. Bu grevler, otomotiv işçilerini, Hollywood yazar ve oyuncularını, hemşireleri ve devlet okulu öğretmenlerini kapsayan sektör ve mesleklere yayıldı. Sınıf mücadelesinin büyümesi, 2024 yılında Boeing havacılık ve uzay işçileri, akademi çalışanları, telekomünikasyon işçileri ve Amazon ve Starbucks emekçilerinin grevlerini de içerecek şekilde devam etti.
Geçtiğimiz yıl Arjantin, Gine ve Nijerya’daki işçiler geçim kaynaklarını tehdit eden kemer sıkma önlemlerine karşı güçlü genel grevler düzenlediler. Kenya’da milyonlarca genç kemer sıkma politikalarına karşı ülke çapında “Z kuşağı protestoları” düzenledi ve ardından pek çok sektörden işçileri kapsayan bir grev dalgası geldi. Yunanistan ve İtalya’da işçiler özelleştirme, ücret kesintileri ve sosyal korumaların erozyona uğratılmasına karşı kitlesel protestolarla ekonominin önemli sektörlerini durdurdular. Kuzey İrlanda yarım yüzyılı aşkın bir sürenin en büyük grevine sahne oldu. 150.000 kamu işçisi daha iyi ücret ve koşullar talebiyle greve gitti.
Asya genelinde, Güney Kore’deki transit işçileri ve Samsung çalışanları ile Sri Lanka’daki demiryolu işçileri de dahil olmak üzere kilit sektörlerde önemli grevler patlak vermiştir. Şili’de bakır madencilerinin ve Brezilya’da liman işçilerinin grevleri, Latin Amerika’daki işçilerin emeklerinin küresel sermaye için metalaştırılmasına karşı direnme kararlılıklarının altını çizdi. Meksika’da çelik ve otomotiv işçileri ulusötesi şirketler tarafından dayatılan düşük ücret ve koşullara karşı mücadele etti.
Türkiye’de metal işçileri ve madenciler ücretlerini ve çalışma koşullarını savunmak için militan mücadelelere giriştiler. Almanya’da Lufthansa ve Volkswagen’deki grevler Avrupa’nın en büyük ekonomisinde işçilerin artan memnuniyetsizliğini gözler önüne serdi. Britanya’nın demiryolu ve havaalanı sektörlerinde kitlesel eylemlere sahne olurken, Fransa limanlar, demiryolları ve kamu sektöründeki grevlerle sarsıldı.
Kanada’da Saskatchewan’daki binlerce eğitim emekçisinin yanı sıra demiryolu, liman ve Kanada Posta İdaresi işçileri greve gitti. Bu mücadeleler, grevleri ezmek için Washington ile koordinasyon halinde defalarca müdahalede bulunan Trudeau hükümetinin sert tepkisiyle karşılaştı.
Sendika bürokrasileri, şirket ve devlet çıkarlarıyla uyumlu bir şekilde, işçi hareketleri üzerinde bir fren işlevi görüyor. Sendikal aygıt tekrar tekrar grevleri bastırmak, mücadeleleri tecrit etmek ve tabanın çıkarlarına ihanet eden toplu sözleşmeleri dayatmak için çalışmıştır.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Uluslararası Makinistler Birliği (IAM) sendikası geçen yıl iki ay süren Boeing grevini sabote ederek 33.000 işçiyi izole etti ve grevi sonlandırmadan önce yetersiz grev ücretiyle yıprattı. Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) Sendikası Başkanı Shawn Fain muhalefeti bastırır ve ticaret politikaları konusunda Trump ile işbirliği sözü verirken, UAW gerçek bir grev düzenlemeksizin sahte bir “grev” kampanyası başlattı. Rıhtımlarda ise Uluslararası Nakliyeciler Birliği (ILA) Ekim ayında 40.000 işçinin üç günlük grevini hızla sona erdirerek, Beyaz Saray’ın arabuluculuğunda 90 günlük bir sözleşme uzatması ile işçileri işe geri gönderdi.
Kanada’da 55.000 posta işçisinin bir ay süren grevinin ardından Kanada Posta İşçileri Sendikası (CUPW) ve Kanada İşçi Kongresi, Çalışma Bakanı Steven MacKinnon tarafından dayatılan bir grev yasağına teslim oldu. İşçilerin ücret artışı, iş güvencesi ya da yeni teknolojiler üzerinde kontrol taleplerinin hiçbiri karşılanmadı.
Her mücadele, yetkiyi tabana aktarmak ve tüm işçi sınıfının birleşik, küresel hareketine öncülük etmek üzere yeni örgütlenmelerin, işçilerin kendileri tarafından kontrol edilen taban komitelerinin geliştirilmesi zorunluluğunu gündeme getirmektedir.
Devrimin on yılında Troçkizm uğruna mücadele
İnsanlık içinden geçtiğimiz on yılın ikinci yarısına girerken, sosyalist devrimin nesnel koşulları olağanüstü bir hızla olgunlaşıyor. Küresel kapitalizmin yarattığı koşullar -emperyalist savaş, sarsıcı eşitsizlik, iklim felaketi ve diktatörlük tehdidi- milyonlarca işçiyi ve genci mücadeleye itiyor.
Modern tarihten çıkarılacak kesin bir ders varsa, o da şu anda ABD’de ve küresel ölçekte var olan düzeylerde servet eşitsizliğinin her zaman sosyal patlamalara yol açtığıdır. Ama tarih aynı zamanda bu mücadelelerin net bir program, örgütlenme ve önderlik olmadan başarıya ulaşamayacağını da göstermektedir.
Troçki’nin ufuk açıcı eseri Ekim Dersleri’nin yayımlanmasının ve Rusya Komünist Partisi’ndeki çatışmanın patlak vermesinin üzerinden bir asırdan biraz fazla zaman geçti. Troçki’nin Sol Muhalefet’in bürokratizme karşı mücadelesini temel alan analizi, Stalinistlerin histerik tepkisine yol açmıştı. Troçki saldırılara karşı kendini savunurken, ortaya çıkan iki temel husus şuydu: (1) Bolşeviklerin Ekim 1917’deki zaferi ancak uluslararası bir strateji temelinde mümkündü; ve (2) nesnel durum ne kadar gelişirse, devrimci önderliğin rolü, yani “öznel faktör” o kadar belirleyici olur.
Bizzat egemen sınıf, işçi sınıfı içinde devrimci önderlik tehlikesinin farkındadır. Trump’ın sosyalizme yönelik histerik suçlamaları, işçi sınıfı içinde yükselen öfkenin, işçilerin çıkarlarını dile getiren bir program ve perspektifle kesişmesinden duyulan korkuyu ifade etmektedir. Troçkizm “tehlikesine” karşı koymak için akademi içindeki katmanlar tarafından büyük kaynaklar ayrılmıştır.
Örneğin, Britanyalı akademisyen John E. Kelly, 2023 tarihli kitabı The Twilight of World Trotskyism’de (Dünya Troçkizminin Alacakaranlığı), “Neredeyse bir asırlık çabaya rağmen hiçbir yerde hayata geçirilemeyen Troçkist önderlikli devrim senaryosu, siyasi enerji ve kaynakların ciddi radikal siyasetten trajik ve savurgan bir şekilde yanlış yönlendirilmesi anlamına gelmektedir,” diye yazıyor.
Kelly, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) “Marksizmin tek bir akımı vardır: ‘Troçkizm, 21. Yüzyılın Marksizmidir’ ve Troçkist evrende sadece bir tane gerçekten Troçkist parti vardır” şeklindeki “utanmaz ve kibirli” iddiasını kınıyor.
Kelly ve kapitalist sistemin diğer savunucuları için “ciddi” siyaset, Birleşik Krallık’taki Jeremy Corbyn’in ve dünyanın dört bir yanındaki benzer örgüt ve bireylerin reformist saçmalıklarıdır. Peki, bu tür bir siyaset ne üretti? Corbyn’in İşçi Partisi’nde “reform” yapma çabaları, Avrupa’daki emperyalist savaşın ve içeride işçi sınıfına yönelik saldırının ön cephesinde yer alan Sir Keir Starmer hükümetini doğurdu.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Bernie Sanders, Amerika’nın Demokratik Sosyalistleri’nden Milletvekili Alexandria Ocasio-Cortez ve benzerleri, halkın hoşnutsuzluğunu Demokratik Parti’nin savaş ve şirket yanlısı gündemine desteğe yönlendirerek Trump’ın yeniden seçilmesi için gerekli koşulları yarattılar. Fransa’da Jean-Luc Mélenchon, Yunanistan’da Syriza, Almanya’da Sol Parti, İspanya’da Podemos ve diğerleri, işçi sınıfı muhalefetini egemen sınıfın düzen partilerine tabi kılarak kontrol altına almaya ve etkisizleştirmeye uğraştılar.
Nisan 1939’da Troçki, zamanının John Kelly’lerine cevaben şunları belirtmişti:
Reformcular, her ne kadar kendilerini kapitalizmin temellerini savunmak için göreve çağırılmış hissetseler de, eşyanın tabiatına uygun olarak, onun yasalarını polisiye ekonomik önlemlerle kontrol altına almakta ne kadar güçsüz olduklarını gösterdiler. Ahlâk dersi vermekten başka ne yapabilirlerdi ki? New Deal’ın [Yeni Düzen] diğer kabine üyeleri ve politika yazarları gibi Bay Ickes da, sonunda, demokrasinin adap ve ilkelerini unutmamaları için tekellere yalvarma noktasına geliyor. Şimdi bunun yağmur duasına çıkanlardan ne farkı var?*
Dünyanın dört bir yanında faşizmi teşvik ederek büyük servetini koruyan Musk gibilerin sosyal reformu kabul etmeye zorlanmasından daha iflas etmiş bir perspektif olabilir mi? Üstelik oligarkların serveti tamamen sosyal ve ekonomik bir sisteme, kapitalizme bağlıdır.
İnsanlığın karşı karşıya olduğu krize verilebilecek tek geçerli yanıt, işçi sınıfının devrimci seferberliğidir. Toplumun oligarşik karakteri, Troçki’nin Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş programında dile getirdiği “ayrı kapitalist grupların mülksüzleştirilmesi” talebinin aciliyetine tanıklık etmektedir. Bunun için, kapitalist oligarşiye karşı işçi sınıfının dünya ölçeğinde seferber edilmesi yoluyla mücadele edilmelidir.
DEUK, dünya sosyalist devriminin gerçekleştirilmesinde işçi sınıfının devrimci potansiyelini ifade eden ve onu açığa çıkarmak için mücadele eden tek partidir. Kökleri, Rus Devrimi’nden Troçki’nin Stalinizme karşı mücadelesine kadar Marksizmin büyük geleneklerine dayanan DEUK, işçi sınıfını kapitalizmi yıkmak için gereken netlik ve örgüt ile donatmaya kararlıdır.
Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nı inşa edin!
Sosyalizme, sınıf mücadelesinin gelişmesi dışında ulaşılamaz. Sosyalizmin siyasi temelini atacak olan devrim, işçi sınıfının ABD’de ve uluslararası düzeyde kendi çıkarlarını ilerletmek ve haklarını savunmak için verdiği sayısız mücadele sırasında hazırlanır.
DEUK’un ve şubelerinin 2025’teki çalışmalarının merkezinde, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’nın (TK-Uİİ) kapitalist oligarşinin emirlerine karşı küresel muhalefetin koordinasyon merkezi olarak inşa edilmesi yer almaktadır.
Uluslararası işçi sınıfı, gezegendeki en kuvvetli ve büyük toplumsal güçtür; kapitalist toplumdaki tüm değerlerin kaynağıdır. Statista’ya göre, 2024’te toplam küresel işgücü yaklaşık 3,5 milyar kişi olmuştur ve 1991’deki 2,23 milyar kişiden yüzde 55’ten fazla bir artış göstermiştir. Buna 1,65 milyar hizmet sektörü çalışanı, 873 milyon tarım işçisi ve 758 milyon sanayi işçisi dahildir.
Halihazırda Çin’de yaklaşık 800 milyon, Hindistan’da 600 milyon, Amerika Birleşik Devletleri’nde 170 milyon ve Almanya’da 44 milyon işçi bulunmaktadır. Afrika, Asya ve Latin Amerika’da, her biri 10 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan kent merkezlerinde ve mega şehirlerde yoğunlaşan büyük ve ağırlıklı olarak genç bir işçi sınıfı vardır. Endonezya’da 140 milyon, Brezilya’da 108 milyon, Pakistan’da 80 milyon, Nijerya’da 75 milyon, Bangladeş’te 74 milyon ve Etiyopya’da 61 milyon işçi olduğu tahmin edilmektedir.
Uluslararası işçi sınıfı, kâr için dünyanın dört bir yanındaki işçileri sömüren ulusötesi şirketlerin ve dağıtım ağlarının egemen olduğu küresel üretim sürecinde nesnel olarak birleşmiştir. İşçi sınıfının birleşik bir endüstriyel saldırısının geliştirilmesi, işçi sınıfı bizzat işçiler tarafından kontrol edilen mücadele örgütlerinin kurulmasına bağlıdır.
DEUK tarafından Nisan 2021’de TK-Uİİ’nin kurulması, işçi sınıfını ulusal ve endüstriyel sınırların ötesinde birleştirme mücadelesinde belirleyici bir adım oldu. Sendikalar ancak iktidar bürokrasinin elinden alınıp tabandaki işçilere devredildiği ölçüde sınıf mücadelesinin araçları olarak yeniden canlandırılabilirler. DEUK’un 2021’de açıkladığı gibi:
Kitlesel mücadele için yeni yolların yaratılması gerekiyor. 80 yıldan daha uzun bir süre önce, tarihin, mevcut sendikal örgütlerin yozlaşmasının bugünkünden çok daha az ilerlemiş olduğu bir noktasında, Lev Troçki, Dördüncü Enternasyonal’in görevini şöyle ifade etmişti: “mümkün olan her durumda, hatta gerektiğinde tutucu sendika aygıtları ile doğrudan bir kopuş karşısında bile geri çekilmeden, burjuva topluma karşı kitlesel mücadelenin görevlerine daha sıkı biçimde uyumlu bağımsız militan örgütler kurmak.”
Küresel ölçekte birbirine bağlanmış taban komiteleri ağını geliştirme mücadelesi, sendikaların bulunduğu fabrikalar, okullar ve işyerleriyle sınırlı değildir. Gerçekte, günümüz işyerlerinin ezici çoğunluğu sendikasızdır. Bu sosyal gerçek, taban komitelerinin sayısız işyerinde pratik örgütlenmenin ilk ve tek biçimi olarak ortaya çıkacağı anlamına gelmektedir.
TK-Uİİ, işçilerin bilgi paylaşması, kolektif eylemler planlaması ve sömürüye, kemer sıkmaya ve savaşa karşı birleşik bir saldırı düzenlemesi için bir yapı iskelesi olarak geliştirilmelidir. Egemen sınıfın işçileri birbirine karşı bölmek için kullandığı her türlü ulusal şovenizme ve göçmen karşıtı ajitasyona karşı çıkmalıdır. Trump yönetiminin ve dünyanın dört bir yanındaki aşırı sağcı hükümetlerin kitlesel sınır dışı etme operasyonlarına karşı işçi sınıfı muhalefetini örgütlemelidir.
Fabrikalarda, okullarda ve işyerlerinde işçiler tarafından bağımsız olarak oluşturulan taban komiteleri, işçilerin demokratik bir şekilde örgütlenebilmelerinin, kendi taleplerini ileri sürebilmelerinin ve mücadelelerini dünyanın dört bir yanındaki işçilerle birleştirebilmelerinin aracıdır.
Geçtiğimiz yıl, sendika bürokrasilerinin ihanetlerine meydan okumak ve işçilerin taleplerini ilerletmek için lojistik, otomotiv, eğitim ve sağlık gibi kritik sektörlerde taban komiteleri ortaya çıktı. Bu komiteler şirket sömürüsüne, tehlikeli çalışma koşullarına ve kamu hizmetlerinin yok edilmesine karşı direnişin örgütlenmesinde hayati bir rol oynadılar. Ayrıca, mücadelelerinin birbirine bağlı olduğunu ve birleşik bir yanıt gerektirdiğini kabul ederek uluslararası bağlantılar kurmaya başladılar.
TK-Uİİ’nin önümüzdeki dönemdeki görevi, bu çalışmayı genişletmek ve işçi sınıfı için bir örgütlenme merkezi olarak hizmet edecek güçlü bir uluslararası ağ inşa etmektir.
2025’te sosyalizm mücadelesine katılın! DEUK’u inşa edin! Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni destekleyin!
İşçi sınıfı çok büyük zorluklarla karşı karşıyadır ama aynı zamanda çok büyük bir güce sahiptir. Kapitalizmin krizini derinleştiren süreçler -küreselleşme, yapay zekâ gibi teknolojik ilerlemeler ve üretimin yoğunlaşması- işçi sınıfının uluslararası birleşmesinin koşullarını da yaratmıştır.
Önümüzdeki aylara muazzam şoklar, krizler ve kitlesel mücadelelerin patlak vermesi damgasını vuracaktır. Devrimci önderlik olmaksızın bu mücadeleler ihanete uğrama, saptırılma ya da ezilme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.
Dünya Sosyalist Web Sitesi tüm okurlarını mücadeleye katılma kararı almaya çağırıyor. Şimdi ciddi siyaset, yani devrimci siyaset için mücadele etme zamanıdır. Kökleri Troçkist hareketin tüm tarihsel geleneklerine dayanan Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, milliyetçiliğin tüm biçimlerinden tam bir kopuş ve işçilerin devrimci sosyalizm programı temelinde uluslararası düzeyde birleştirilmesi için mücadele etmektedir. İleriye giden başka bir yol yoktur.
Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılın ya da ülkenizde halihazırda yoksa DEUK’un bir şubesinin kurulmasına yardımcı olun.
Ayrıca tüm okurlarımızı wsws.org/donate adresinden Dünya Sosyalist Web Sitesi Yeni Yıl Fonu’na bağış yapmaya çağırıyoruz. WSWS, siyasi bağımsızlığını korumak için tüm şirket ve devlet fonlarını reddetmekte ve tamamen okurlarının ve destekçilerinin katkılarıyla faaliyet göstermektedir. Bağışınız, Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin çalışmalarını sürdürmek ve genişletmek ve 2025’te ve sonrasında sosyalizm mücadelesini güçlendirmek için kritik öneme sahiptir.
Bu kritik kavşakta, savaşa, eşitsizliğe ve diktatörlüğe karşı çıkmak isteyen her işçi ve genç harekete geçmelidir. Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılın, WSWS’yi destekleyin ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’ni Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak inşa edin!
Sosyalist Eşitlik Partisi’ne katılma hakkında bilgi almak için aşağıdaki formu doldurun.
* Lev Troçki, “Zamanımızda Marksizm”, Türkçesi: https://www.marxists.org/turkce/trocki/1939/nisan/18.htm