ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim zaferinin ardından dünya çapında egemen sınıf keskin bir şekilde sağa kayıyor. Almanya’da siyaset kurumu faşizmi rehabilite etme konusundaki tüm çekingenliğini bir kenara bırakıyor.
Bundestag (parlamento) Çarşamba günkü oturumunu Auschwitz toplama kampının kurtarılışının 80. yıldönümü anma töreniyle açtı ve Holokost’u sistematik olarak küçümseyen ve önemsizleştiren aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) partisine kırmızı halı sererek bitirdi.
Alman parlamentosunun savaş sonrası 75 yıllık tarihinde ilk kez, parlamentodaki başlıca gruplardan biri otoriter ve ırkçı bir yasa tasarısının geçmesine yardımcı olmak üzere faşistlerle güçlerini birleştirdi.
Hristiyan Demokrat (CDU/CSU) meclis grubu “Güvenli sınırlar ve yasa dışı göçe son verilmesi için beş nokta” ve “İç güvenlikte politika değişikliği lehine” başlıklı iki önerge vermişti. CDU/CSU’nun Şubat ayındaki federal seçimlerde başbakan adayı olan CDU meclis grup lideri Friedrich Merz daha önce bu önergeleri AfD ile işbirliği içinde geçirmeye hazır olduğunu açıklamıştı.
Sınırlar ve göçle ilgili ilk önerge 348 lehte, 345 aleyhte ve 10 çekimser oyla kabul edildi. Önerge, mevcut AB yasalarıyla çelişen “tüm komşu ülkelerle kalıcı sınır kontrolleri”; Almanya’ya kara yoluyla gelen herkes için iltica hakkının kaldırılması ve “ülkeyi terk etmek zorunda olan” tüm kişilerin hapsedilmesi için gözaltı yerlerinin “önemli ölçüde arttırılması” çağrısında bulunuyor.
CDU/CSU, Liberal Demokratlar (FDP) ve AfD meclis grupları önergenin lehinde oy kullanırken Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Sol Parti önergeye karşı oy kullandı. Sol Parti’den ayrılan BSW (Bund Sarah Wagenknecht) ise çekimser kaldı.
İç güvenlik politikasına ilişkin ikinci önerge ise sadece CDU/CSU tarafından desteklendi ve 190’a karşı 509 oyla reddedildi.
İlk önergenin sonucunun açıklanmasının ardından AfD meclis grubu sevinç gösterilerinde bulundu. AfD Milletvekili Bernd Baumann bunun “gerçekten tarihi bir an” olduğunu söylüyordu. AfD’nin öncülüğünde yeni bir dönemin başladığını söyleyen Baumann, partisini Trump, Giorgia Meloni (İtalya), Geert Wilders (Hollanda), Herbert Kickl (Avusturya) ve son dönemde iktidara gelen diğer aşırı sağcı politikacılarla aynı kefeye koydu.
Tüm tartışma güvenlik histerisi ve göçmenlere karşı ırkçı propaganda ile karakterize edildi. Oturum Afganistan’dan gelen akıl hastası bir mültecinin bir hafta önce küçük bir çocuğu ve bir adamı öldürdüğü Aschaffenburg‘daki saldırının kurbanları için saygı duruşuyla başladı.
Bu ve geçtiğimiz yıl içinde Magdeburg, Mannheim ve Solingen’de meydana gelen birbirinden çok farklı üç saldırı, tüm Almanya’nın bir olağanüstü hal durumunda olduğunun ve Almanya’ya sığınan mültecilerin tüm nüfus için ancak sınırların kapatılması ve toplu sınır dışılarla önlenebilecek ciddi bir tehdit oluşturduğunun kanıtı olarak gösterildi.
Merz, Şansölye Scholz’a (SPD) hitaben “Bunun kamu güvenliği ve düzeni için bir tehdit olduğunu kabul etmeniz için Almanya’da başka ne olması gerekiyor?” diye bağırarak Magdeburg ve Aschaffenburg’daki saldırılardan sonra sözlerin ardından artık eylemlerin gelmesi gerektiğini söyledi. Merz, yabancı düşmanı AfD ile işbirliğini, hareketsiz kalmakla “artık bağdaştıramadığı” “vicdanını” gerekçe göstererek meşrulaştırmaya çalıştı.
Ne SPD ne de Yeşiller bu aşağılık ajitasyona karşı çıktı. AfD ile işbirliği yaptığı için Merz’i eleştirdiler ve bu da defalarca sert tartışmalara yol açtı. Ancak bunu sadece, eğer Merz isterse kendileriyle birlikte çalışarak amaçlarına ulaşabileceği bakış açısıyla yaptılar.
Tartışmayı bir hükümet açıklamasıyla açan Şansölye Scholz, Aschaffenburg’daki saldırıyı kabul edilemez olarak nitelendirdi: “Artık yeter ve öfkeliyim,” diyen Scholz, meselenin yasa eksikliği değil, yasa dışı veya suçlu göçmenlerle ilgili uygulama eksikliği olduğunu söyledi. İç güvenliğin sağlanması için yeni yasalara değil, mevcut kuralların daha iyi uygulanmasına ihtiyaç olduğunu belirten Scholz, hükümetinin mültecilere karşı aldığı çok sayıda yasa ve tedbiri sıraladı.
Scholz, “Avrupa’da son yıllarda suçluları Afganistan’a sınır dışı etmeyi başaran tek ülkeyiz,” dedi. Scholz, bazı tedbirlerin Alman anayasası ve Avrupa hukukunun izin verdiği sınırların ötesine geçtiğini vurguladı.
Federal Meclis’te göçmenlerin ve mültecilerin demokratik haklarını ilkesel olarak savunan ve karalama kampanyasına karşı çıkan tek bir ses bile çıkmadı. Sadece meclis dışında insan hakları örgütleri ile Protestan ve Katolik kiliselerinin temsilcileri seslerini yükselttiler. Kilise liderleri dört sayfalık ortak bir bildiriyle “mevcut tartışmanın zamanlaması ve tonu”ndan duydukları dehşeti dile getirdiler. “Tartışmanın Almanya’da yaşayan tüm göçmenleri karalama, önyargıları körükleme ihtimali var ve bize göre gerçekte var olan sorunların çözümüne katkıda bulunmuyor.”
Konformist kiliseleri bile protesto etmeye sevk eden bir konuda tüm düzen partilerinin bu ortak tutumu nasıl açıklanabilir?
Saldırı görünüşte yalnızca mültecilere ve göçmenlere yöneliktir. Bu insanlar, kesintiler, artan fiyatlar ve zenginler için vergi indirimlerinin neden olduğu ve SPD, Yeşiller, CDU/CSU ve FDP’nin yanı sıra Sol Parti’nin de ortaklaşa sorumlu olduğu bir sosyal krizin günah keçisi işlevi görmektedir. Bugün mülteci akınını durdurma bahanesiyle artırılan polis yetkileri ve temel demokratik hakların yok edilmesi, yarın başkaldıran işçileri ve gençleri bastırmak için kullanılacaktır.
Yeni hükümet, seçim sonuçları ne olursa olsun büyük sosyal saldırılar gerçekleştirecektir. Tüm düzen partileri askeri harcamaların iki ya da üç katına çıkarılması konusunda hemfikir. Volkswagen, Mercedes, bunların tedarikçileri ve diğer şirketlerde yüz binlerce kalifiye iş yok edilmek istenmektedir.
CDU/CSU’nun AfD ile güçlerini birleştirdiği gün, önde gelen dört iş dünyası derneğinin başkanları, genel seçimlerden sonra vergi, sosyal ve enerji politikalarında U dönüşü yapılması çağrısında bulunan ortak bir çağrı yayımladı. Yaklaşık 140 iş dünyası derneğinden oluşan bir ittifak “ekonomik uyarı” protestosu çağrısında bulundu. Çeşitli şehirlerde düzenlenen mitinglere 1000 kadar küçük işletme sahibi katıldı.
İşçilerin gelirlerine ve geçmişte elde edilen sosyal kazanımlara yönelik büyük saldırılar öngören bu program faşist yöntemler gerektirmektedir. Eski BlackRock yöneticisi Merz’in AfD ile yakınlaşmasının asıl nedeni budur.
Almanya’daki gelişmeler Amerika Birleşik Devletleri olanlarla paraleldir. Trump ilk seçimini kazandığında halen dışarıdan biri olarak görülürken, şimdi en zengin ve en güçlü iş dünyası liderleri onu destekliyor. Dünyanın en zengin insanı olan Elon Musk, Trump tarafından hükümet harcamalarını üçte bir oranında azaltmakla görevlendirildi; bu da çok çeşitli sosyal harcamaları sıfıra indirmek anlamına geliyor. Musk’ın AfD lideri Alice Weidel’in en önemli destekçilerinden biri olması tesadüf değildir.
Musk, Trump’ın seçilmesini alenen “Heil Hitler” selamı vererek kutladı ve birkaç gün sonra AfD’nin bir mitinginde Almanya’nın Holokost’a ilişkin “geçmiş suçluluğunun” ötesine geçmesi ve aşırı sağcı politikaları benimsemesi gerektiğini söyledi.
Trump da mültecilere yönelik hamlelerini bir polis devleti kurmak, orduyu ülke içinde konuşlandırmak ve aşırı sağcı güçleri harekete geçirmek için bir kaldıraç olarak kullanıyor. Demokratlar buna direnmiyorlar çünkü aynı sınıfsal çıkarları, Wall Street’in ve ordunun çıkarlarını temsil ediyorlar.
SPD ve Yeşiller’in retoriği kimseyi etkilememeli. Scholz ve Habeck, Merz’i AfD’yi de içeren bir hükümet hazırlamakla suçlarken haklılar. Ancak ABD’deki Demokratlar gibi muhalefeti bastırmak ve “düzen”i korumak için ellerinden geleni yapacaklar. Sendikalar bu konuda onları destekleyecektir. Meclis komisyonlarında ve yerel düzeyde bizzat faşistlerle işbirliği yapacaklardır.
Faşistlere karşı direniş yalnızca işçi sınıfından gelebilir. İşçiler, meslektaşlarının ve komşularının sınır dışı edilmesine, ücretlerinin düşürülmesine, işlerinin yok edilmesine, eğitim ve sağlığın özelleştirilmesine, emekli maaşlarının ve sosyal yardımların ortadan kaldırılmasına izin vermeyecektir.
Bu mücadeleye önderlik etmek için işçi sınıfının, işçileri uluslararası düzeyde birleştiren ve kapitalizmin yıkılması için mücadele eden siyasi bir perspektife ve kendi partisine ihtiyacı vardır. Almanya’daki Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei) 23 Şubat’ta yapılacak federal seçimlere işte bu nedenle katılmaktadır.