Bu konferans, David North tarafından, 21 Temmuz 2019’da, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (ABD) Yaz Okulu’nun açılışında verildi. North, SEP’in ulusal başkanı ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Uluslararası Yayın Kurulu başkanıdır.
Bu haftaki konferanslar, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) 1982’den 1995’e kadarki tarihine; yani, Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) Troçkist hareketin teorik temellerine ve siyasi programına yönelik revizyonlarına ilişkin ayrıntılı bir eleştirinin ilk kez formüle edilmesinden, Uluslararası Komite’ye üye birlikleri partilere dönüştürme kararına kadarki döneme odaklanacak. Geçmişte, özellikle de 2015 yaz okulunda, İşçilerin Devrimci Partisi ile bölünmeye zemin hazırlayan olayları değerlendirmiştik. Son aylarda, parti üyeleri, İşçiler Birliği’nin 1982 ile 1985 yılları arasında ürettiği belgeleri incelediler.
Bu okulun odak noktası, Uluslararası Komite’nin, Şubat 1986’da WRP ile yaşanan nihai kopuştan sonraki gelişimi olacak. Konferanslar, Uluslararası Komite ve şubeleri içinde strateji, program, perspektifler ve örgüt ile ilgili son derece önemli konular üzerine tartışmaları incelemeyi mümkün kılan çok sayıda belgeyi esas alacak.
Bunlar arasında, önderlik komiteleri içindeki tartışmaların dökümlerini ve parti önderleri arasındaki yazışmaları içeren yeni materyal, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Siyasi Kronolojisi1982–1991 başlıklı derleme belgeler de var. Bunlar, ilk kez tüm parti üyelerinin kullanımına sunuluyor. Bu belgeler, Uluslararası Komite içindeki tartışmaların derinliğini ve yoğunluğunu; onun siyasi-entelektüel yaşamının parlaklığını ve gücünü gözler önüne sermektedir. Bunlar, Uluslararası Komite’nin tarihine ilişkin ayrıntılı bir inceleme yapmak için paha biçilmez bir belge kaynağıdır. Bu belgeler, parti üyelerine, Uluslararası Komite’nin ve şubelerinin, Uluslararası Komite’de yaşanan 1985–86 bölünmesinin ardından gelen –ve bu bölünme ile öncelenmiş olan– çok önemli olaylara yönelik yanıtlarını geliştirdikleri siyasi süreci dikkatle gözden geçirme olanağı sağlayacak. Bu belgeler, devrimci Marksist-Troçkist bir parti içinde ilkeli siyasi tartışmaların nasıl yürütüldüğüne ışık tutmaktadır.
Bu okulun konusunun seçilmesini ve DEUK’un bu belgelerine odaklanılmasını etkileyen etmenler nelerdir? Uluslararası Komite’nin dikkate değer bir büyüme dönemine girmiş olduğunun çok sayıda belirtisi var. Halihazırda hareketimize birçok yeni üye kazanıyoruz. Bu süreç, yalnızca DEUK’un mevcut şubelerine yeni üyelerin kazanılmasını değil ama tüm dünyada yeni şubelerin kurulmasını da içerecek. Bu büyümenin kesin hızı ve ölçeği, nesnel olaylar tarafından etkilenecek. Ancak uluslararası ölçekte, siyasi çalışmamızın, sınıf mücadelesinin –dünya kapitalist sisteminin krizi eliyle yönlendirilen– gidişatı ile kesişiyor olduğuna kuşku yok.
Onlarca yıldır inşası uğruna mücadele ettiğimiz hareketimizin büyümesini memnuniyetle karşılıyoruz. Fakat tüm süreçler doğaları gereği çelişkilidir. Troçki’nin 1923 yılındaki Yeni Yol eleştirisinde açıklamış olduğu gibi, yeni ve deneyimsiz üyelerin kitlesel akınının partinin teorik ve siyasi seviyesini düşürmeye yol açması tehlikesi her zaman vardır. Bu, her zaman büyümeye eşlik eden doğal bir sorundur. Genç üyelerin devrimci faaliyetin güçlüklerini ve taleplerini otomatik bir şekilde kavramaları beklenemez. Olaylara izlenimci ve pragmatik (faydacı) bir yanıt verme yönünde, deneyimsizlikten kaynaklanan bir eğilim söz konusu olabilir. Gerekli sabrı göstererek yeni üyelere yardımcı olmak, daha eski yoldaşların sorumluluğudur.
Ancak daha eski yoldaşların, yıllara uzanan deneyimleri nedeniyle, siyasi yanılmazlığa sahip olduklarını varsaymak bir hata olur. Yaşla gelen deneyim oldukça değerlidir fakat kendi sorunlu ve olumsuz özelliklerinden muaf değildir. Yaşın bilgelik getirdiği söylenir. Bu, dikkatli bir şekilde yaklaşılması gereken bir önermedir. Yaş, aynı zamanda, doktora yapılan daha sık ziyaretlerden başka, tutuculuk ve dogmatizm yönünde bir eğilim; yeni sorunlara yönelik yanıtın, yeterince derinlemesine düşünmeden, sıklıkla “geçmişin dersleri” olarak bilinen şeylere doğrudan başvurmaktan fazlasını gerektirmediği biçimindeki yanlış inancı getirir. “Dersler” olarak adlandırılan şey, oldukça kesin bir şekilde tanımlanmalıdır, yoksa mevcut durumun özgüllüğünü zamansız, tarih üstü bir genellik içinde eritme riski söz konusu olur.
Partinin –hem daha yaşlı hem de genç üyelerinin– bir bütün olarak siyasi gelişimi, yoğunlaşan siyasi zorlukların üstesinden gelmek için partinin teorik düzeyinin yükseltilmesi, güncel gelişmelere yoğun bir katılım ile “sürmekte olan”ın esas içeriğini (özünü) oluşturan tarihsel süreçlerin saptanmasını ve bunların eleştirel bir şekilde çözümlenmesini gerektirir. Hegel’in, uzun yıllar önce, 1982’de, Tom Henehan’ın ölümünün beşinci yıldönümünü anma yazılarımda aktardığım açıklamasının anlamı budur: “Böylece biliş, bir içerikten diğerine doğru ilerler... Bütün önceki içeriğini sonraki her bir belirleme aşamasına yükseltir; kendi diyalektik ilerlemesiyle hiçbir şey kaybetmemekle ve geride bir şey bırakmamakla kalmayıp, edinmiş olduğu her şeyi, kendisini zenginleştirecek ve yoğunlaştıracak şekilde beraberinde getirir.” [1]
Teorik ve siyasi bir eğitim programının geliştirilip sürdürülmesi, asli ve zorlu bir görevdir. Marksizmin “temelleri” üzerine, yani felsefi maddecilik, siyasi ekonomi ve sosyalist hareketin tarihsel kökenleri üzerine konferanslar hazırlama yönünde çok büyük bir ihtiyaç söz konusu. Bununla birlikte, bu temel konular üzerine derslerin önemini hafife almayı kastetmeden, bu çalışmanın, Dördüncü Enternasyonal’in tarihine ilişkin yoğun bir incelemeyi içeren bir eğitim programının parçası olmaması durumunda, akademik bir karakterde kalacağı uyarısında bulunmak gerekir. Bu uçsuz bucaksız başlık, işçi sınıfının yaklaşık yüzyıllık bir dönemdeki devrimci deneyimini kapsamaktadır.
Dahası bu çalışmaya, doğru bir teorik yöntem yol göstermelidir. Hegel, Tarih Felsefesi’nde, tarihe yönelik farklı pragmatik yaklaşım çeşitleriyle alay etmişti. “En kötü pragmatik tarihçi türü,” diye yazıyordu Hegel, “öznel güdüler arayan dar görüşlü ruhbilimcidir…” Ondan pek de iyi olmayanı ise, “yanındaki olaylara ve kişilere ahlaki hücumlarıyla saldırarak ve yüksek duygulara ulaştıran bir düşünceyi, bir tembih sözünü, bir ahlak öğretisini ya da bir benzerini ilave ederek, ahlakça yükselten Hristiyan düşüncelerini dile getirmek için usandırıcı başıboşluğundan belirli aralıklarla uyanan … ahlakçı pragmatisttir.” [2] Hegel, besbelli, Robert Service’dan bahsediyordu.
Hegel, nesnel bir idealistti. Onun diyalektiği, tarihsel süreci, Mutlak Fikir’in felsefi aklı içindeki mantıksal gelişme ve yeniden yapılanma olarak sunuyordu. Marx ve Engels, Hegel’in gizemli idealist sunumundan, tarihte işleyen gerçek maddeci süreci ayırıp çıkarmışlardı. Engels, 1888’de, Hegel’in pragmatik tarih eleştirisini maddeci bir temelde yeniden incelemişti. Pragmatik tarih anlayışının başlıca zayıflığı, diyordu Engels, o, “Herkesi eylemin güdülerine göre yargılar; tarihte rol alan insanları soylu ve soysuz olarak ayırır ve sonra, bir kural olarak, soyluların aldatıldığı ve soysuzların muzaffer olduğu kararına varır.” [3]
Engels, şöyle devam ediyordu:
Tarihte rol alan kişilerin güdülerinin –bilinçli ya da bilinçsiz olarak ve doğrusu çoğu kez bilinçsiz olarak– arkasında yatan ve tarihin asıl nihai itici güçlerini oluşturan devindirici güçleri araştırmak söz konusu olduğunda, mesele, ne kadar yüce olurlarsa olsunlar, tekil bireylerin güdüleri değil; büyük kitleleri, tüm halkları ve sonra her halkın içindeki bütün kitlesiyle sınıfları harekete geçiren ve hatta çok kısa süren ve hızla sönen bir saman alevi gibi geçici bir parlamayla değil ama büyük bir tarihsel dönüşümle sonuçlanan kalıcı eyleme neden olan güdülerdir.
Troçkist hareketin tarihine ilişkin incelememize zorunlu olarak yol gösteren yaklaşım budur. Bizim odak noktamız, bu tarihte farklı noktalarda önemli roller oynamış bireylerin varsayılan “güdüleri” değil; bilinçli ifadesini Dördüncü Enternasyonal’in siyasi mücadelelerinde bulan nesnel tarihsel ve toplumsal süreçlerdir.
Troçkist hareketin tarihi, eğer 1923’te Sol Muhalefet’in kurulmasını başlangıç noktası olarak alırsak, neredeyse tam yüzyılı kapsamaktadır. Bu tarihin konusu, uluslararası işçi sınıfının Marksist öncüsünün, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra dünya sosyalist devrimi programını ve stratejisini savunma ve geliştirme uğruna verdiği bilinçli mücadeledir. Bu tarihin içinde “hareket eden öz”, yirminci yüzyılın, milyarlarca insanı mücadelenin içine çeken ve yüz milyonlarca yaşama mal olan anıtsal olaylarıdır; savaşlar, devrimler ve karşıdevrimlerdir. Böylesi anıtsal olaylar, Troçkist hareketin tarihinin çeşitli noktalarında ne kadar önemli bir rol oynamış olurlarsa olsunlar, sadece bireylerin güdüleri üzerinden yeterli şekilde açıklanamaz. Her zaman, partilerin ve bireylerin eylemlerinde kendilerini dışa vuran –siyasi süreçte etkin olanlar tarafından sıklıkla yeterince farkına varılmayan– nesnel koşulları, toplumsal güçleri ve sınıfsal çıkarları ortaya çıkarmak için uğraşılmalıdır. Marksist devrimci, tarihe ancak onun diyalektik yasaları kavrandığı ve mümkün olan en geniş şekilde bu yasalara göre hareket edildiği ölçüde “hükmedilebileceğini” bilir. Troçki, alışılmış parlaklığıyla, Marksist çözümleme ile öznel devrimci kararlılık arasındaki ilişkiyi şöyle betimlemişti:
Çağımızın sadece işçi sınıfına bağlanabilecek olan devrimcileri, kendine has psikolojik özelliklere, anlayış ve irade niteliklerine sahiptir. Eğer gerekli ve mümkünse, devrimciler tarihsel engelleri zorla paramparça ederler. Bu mümkün değilse, dolambaçlı yolları denerler. Eğer dolambaçlı yoldan gitmek mümkün değilse, devrimciler engelleri sabırla ve ısrarla bir bir aşmayı sürdürürler. Engelleri yıkmaktan ya da aralıksız güç kullanmaktan korkmadıkları için devrimcidirler. Bunların tarihi değerini bilirler. Onların aralıksız uğraşı, yıkıcı ve yaratıcı çalışmalarının tam kapasitesini harekete geçirmek; yani, verili her tarihsel durumdan, devrimci sınıfın ilerleyişine katkı yapabilecek özün en fazlasını çıkarmaktır.
Devrimciler, faaliyetlerinde, yalnızca dış engellerle sınırlanırlar; iç engellerle değil. Yani, kendi durumlarını, tüm faaliyet alanlarının maddi ve somut gerçekliğini olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirmek ve doğru siyasi bilançoyu çıkarmak için kendilerini yetiştirmelidirler. [5]
Marksist devrimcinin tarihle ilişkisi dinamiktir. Troçkist hareket, bugüne ilişkin çözümlemesinin ve faaliyetinin bütün bir devrimci çağın bağlamı içindeki yerini saptamaya uğraşır. Bu disiplinli bilimsel yaklaşım, bireyci, izlenimci ve pragmatik; yani oportünist politika ile bağdaşmaz. Troçkist hareketin perspektifi, günün ihtiyaçlarıyla değil; tarihsel çağın gerekleri eliyle belirlenir.
Devrimci parti, kararlarının ve eylemlerinin tarihsel temellerinin ve gelecekteki sonuçlarının bilincinde olmalıdır. Ancak bu yüksek siyasi bilinç düzeyi, Dördüncü Enternasyonal’in tarihine ilişkin ayrıntılı bir bilgiyi gerektirir.
Bu, neredeyse tam bir yüzyılı kapsayan çok geniş bir konudur. Fakat Troçkist hareketin tarihinde dört ayrı aşamayı tespit etmek mümkündür. Böyle bir dönemselleştirmenin değeri, ilk olarak, bize, Uluslararası Komite’nin, Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel gelişiminin gidişatındaki yerini daha tam olarak belirleme ve ikincisi, Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel gelişiminin, kapitalizmin küresel krizi ve dünya sosyalist devrimi süreci ile ilişkisini açıklığa kavuşturma olanağı sağlıyor olmasıdır.
Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki ilk aşama, Ekim 1923’te Sol Muhalefet’in kurulmasından Eylül 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş kongresine kadarki 15 yıllık bir dönemi kapsar. Troçki, Stalinist bürokrasiye ve onun ulusalcı tek ülkede sosyalizm perspektifine karşı mücadelenin yön verdiği bu trajik yıllar sırasında, Nazilerin Almanya’da iktidara yükselişinin ardından, Dördüncü Enternasyonal haline gelecek şeyin teorik ve siyasi temellerini geliştirdi. Stalinizme karşı mücadeleye ve Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşuna yol gösteren merkezi stratejik ilke, Troçki tarafından 1928’de Komünist Enternasyonal’in Program Taslağının Eleştirisi’nde formüle edildi.
Troçki, şöyle yazmıştı:
Çağımızda, yani dünya ekonomisinin ve dünya politikasının mali sermayenin egemenliği altında bulunduğu emperyalizm çağında, hiçbir komünist parti, programını, sadece ya da esas olarak kendi ülkesindeki koşullardan ya da gelişme eğilimlerinden yola çıkarak oluşturamaz. Bu, SSCB sınırları içinde devlet iktidarını elinde tutan parti için de tümüyle geçerlidir. 4 Ağustos 1914’te, ulusal programlar için sonsuza dek ölüm çanları çalmıştı. Proletaryanın devrimci partisi, kendisini yalnızca, mevcut çağın, kapitalizmin en yüksek gelişme ve çöküş çağının karakterine denk düşen uluslararası bir programa dayandırabilir. Bir uluslararası komünist program, hiçbir şekilde, ulusal programların toplamı ya da onların ortak özelliklerinin bir karışımı değildir. Uluslararası program, doğrudan doğruya, tüm bağlantıları ve çelişkileriyle, yani ayrı parçalarının karşılıklı uzlaşmaz bağımlılığı içinde, bir bütün olarak ele alınan dünya ekonomisinin ve dünya siyasi sisteminin koşullarına ve eğilimine ilişkin bir çözümlemeden yola çıkmalıdır. İçinde bulunduğumuz çağda, proletaryanın ulusal yönelimi, geçmişte olduğundan çok daha büyük bir ölçüde, yalnızca bir dünya yöneliminden çıkmalıdır ve çıkabilir; tersinden değil. Komünist enternasyonalizm ile ulusal sosyalizmin bütün çeşitleri arasındaki temel ve başlıca ayrım, burada yatmaktadır. [6]
İlk aşamada, esas olarak Stalinist ve sosyal demokrat bürokrasilerin ihanetlerinin neden olduğu bir dizi siyasi felakete tanık olundu. Bu, işçi sınıfının Stalinist partiler tarafından emperyalizmin ve mali sermayenin burjuva liberal temsilcilerine tabi kılınması demek olan Halk Cepheciliği ve Rus işçi sınıfını zafere taşıyan Bolşevik kadroları ortadan kaldıran Moskova Yargılamaları ve Stalinist terör dönemiydi. Dördüncü Enternasyonal’in tarihsel gerekliliğinde ısrar eden Troçki, yeni bir Enternasyonal’i ilan etmenin erken olduğunu iddia eden birçok merkezci örgüte karşı çıktı. Bir Enternasyonal’in kurulması için “büyük olaylar” gerekiyordu. Troçki, buna, “büyük olaylar”ın zaten gerçekleşmiş olduğu yanıtını verdi. Bu “büyük olaylar”, işçi sınıfının tarihteki en büyük yenilgileriydi. Yenilgiler örneğini tersine çevirmek ve sosyalizmin zaferini güvenceye almak, yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in inşa edilmesi ve devrimci önderlik krizinin çözülmesi yoluyla mümkün olacaktı.
Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki ikinci aşama, Eylül 1938’deki kuruluş kongresi ile başlar ve Dördüncü Enternasyonal’de Kasım 1953’te meydana gelen büyük bölünmeyle sona erer. Bu tarihsel dönem, Troçki’nin öldürülmesini, II. Dünya Savaşı’nın tamamını, Doğu Avrupa’da Stalinist rejimlerin kurulmasını, Batı Avrupa’da ve Japonya’da kapitalizmin yeniden istikrara kavuşturulmasını, Soğuk Savaş’ın başlamasını, Çin Devrimi’nin zaferini, Kore Savaşı’nın patlak vermesini ve Stalin’in ölümünü kapsar.
Tüm bu fırtınalı olaylar, Dördüncü Enternasyonal’in siyasi gelişimine yansımıştır. Eylül 1939’da II. Dünya Savaşı’nın başlaması, Amerikan Sosyalist İşçi Partisi (SWP) içindeki bölünmeleri hızla geliştirdi; James Burnham, Max Shachtman ve Martin Abern önderliğindeki bir azınlık hizbi, Ağustos 1939’da Stalin-Hitler Saldırmazlık Antlaşması’nın imzalanmasına karşılık olarak, Sovyetler Birliği’ni yozlaşmış bir işçi devleti olarak tanımlamayı reddetti. SWP içindeki mücadele –ki Troçki, buna, yaşamının son aylarında, en parlak ve ileri görüşlü yazıları arasında yer alan çeşitli belgelerle katkı yapmıştı– Nisan 1940’ta yaşanan bölünme ile sonuçlandı.
Bu son derece önemli mücadelede, Sovyet devletinin sınıf karakterini belirlemek için hangi sözcüklerin kullanılması gerektiği üzerine bir tartışmadan çok daha fazlası söz konusuydu. Tartışmanın merkezinde, en temel tarihsel ve siyasi perspektif sorunları bulunuyordu: Bu, sosyalist devrim çağı mıydı? İşçi sınıfı, tarihsel olarak ilerici rolünü tüketmiş ve sosyalist bir toplum yaratmakta yetersiz olduğunu kanıtlamış mıydı? Sovyet bürokrasisi, bir dizi istisnai koşulun –yani, Sovyetler Birliği’nin geri kalmışlığının ve yalıtılmışlığının, işçi sınıfının uluslararası yenilgilerinin– ürettiği asalak bir kast mıydı, yoksa Marksizm tarafından öngörülmemiş kapitalizm sonrası bir sömürü biçiminde hüküm süren yeni bir sınıf mı?
1940 bölünmesinden birkaç hafta sonra, teorik ve siyasi görüşlerinin mantığına uygun hareket eden Burnham, sosyalizmi inkar etti ve hızla Amerikan emperyalizminin yörüngesine girdi. Shachtman’ın sosyalizmden tümüyle kopması, biraz daha dolambaçlı bir yol izledi. Shachtman, Sovyetler Birliği’nin –Nazi ordularının istilasıyla karşı karşıya olduğunda bile– koşulsuz savunulmasını reddetmesinin ardından, burjuva demokrasisinin koşulsuz savunulması ilkesini ilan etmeye başladı; bu savunu, Amerikan emperyalizminin siyasi, askeri ve istihbarat kurumları ile doğrudan işbirliğini bile kapsıyordu.
Savaş sırasında, “Üç Tez” grubu denilen, bir başka revizyonist eğilim ortaya çıktı. Shachtman’ınkilere paralel görüşler ileri süren Üç Tez grubu, Üçüncü İmparatorluk’un [Nazi rejimi], sosyalizmi siyasi olasılıklar alanından çıkaran genel bir tarihsel geriye dönüş döneminin başlangıcına işaret ettiğini savundu. Grup, insanlığın, bir yüzyıl geriye atıldığını ve adımlarının üzerinden geçmek zorunda olduğunu iddia etti. Çağın siyasi görevi, burjuva demokrasisinin ve ulusal bağımsızlığın yeniden kurulmasıydı.
Burnham, Shachtman ve geriye dönüşçüler, orta sınıf sol aydınların, kendilerini işçi sınıfından ve sosyalist devrim perspektifinden ayırma sürecinde olan kesimleri içinde değişen siyasi ruh halini yansıtıyorlardı. Bu sürecin başka bir dışavurumu, Dördüncü Enternasyonal içinde revizyonist bir eğilim biçiminde ortaya çıktı. Bu eğilimin önderleri olan Michel Pablo ve Ernest Mandel, Sovyet askeri zaferlerine ve Doğu Avrupa’da Stalinist rejimlerin kurulmasına, Stalinist bürokrasilere devrimci bir rol atfederek karşılık verdiler. Onlar, Doğu Avrupa’daki “deforme işçi devletleri”nin, sosyalizmin birkaç yüzyıllık süreçte üzerinden gerçekleşeceği siyasi biçimi öncelediğini savundular. Dördüncü Enternasyonal’in, bu süreçte, bırakın tarihsel olarak önemli bir rol oynamasını, bağımsız bir rolü bile yoktu.
1950’lerin başında, Pablocu eğilim, Dördüncü Enternasyonal’in şubelerini, örgütlerini hem Stalinist hem de sosyal demokrat ve burjuva ulusalcı partilerin içinde tasfiye etmeye zorlamaya çalışıyordu. 1953’e gelindiğinde, Dördüncü Enternasyonal artık siyasi olarak türdeş bir örgüt değildi. James P. Cannon önderliğindeki öğretiye bağlı Troçkistlerin hizbi, Dördüncü Enternasyonal’in tasfiyesini önlemek için, Kasım 1953’te, Dördüncü Enternasyonal içindeki bölünmeyi ve Uluslararası Komite’nin kuruluşunu ilan eden Açık Mektup’u yayınladı.
Açık Mektup’un yayınlaması ile başlayan üçüncü aşama, Aralık 1985’te Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin Uluslararası Komite’ye üyeliğinin askıya alınması ve Şubat 1986’da Britanyalı ulusal oportünistler ile tüm ilişkilerin nihai olarak kesilmesiyle sona erdi. Bu dönem, II. Dünya Savaşı sonrası hızlı büyüme yıllarının neredeyse tamamını kapsar. Bu dönemin olayları arasında şunlar bulunmaktadır: Kruşçev’in gizli konuşması, Macar Devrimi, sömürgecilik karşıtı büyük çaplı mücadeleler dalgası (yani, Vietnam, Mısır, Cezayir, Kongo), Küba’da Castro yönetiminin kurulması, ABD’nin Vietnam müdahalesi ve bunun ardından öğrencilerin dünya çapında kitlesel protesto hareketinin patlak vermesi, Endonezya’daki 1965–66 karşıdevrim katliamı, Çin’deki Kültür Devrimi, Fransa’daki Mayıs-Haziran 1968 Genel Grevi, Bretton Woods sisteminin Ağustos 1971’de çökmesi, Eylül 1973’te Allende’nin devrilmesi, Ekim 1973’teki Arap-İsrail Savaşı, Britanyalı madencilerin Mart 1974’te Muhafazakar hükümet karşısında zafer kazanması, Nisan 1974’teki Portekiz Devrimi, Temmuz 1974’te Yunan Cuntası’nın çökmesi, Nixon’ın Ağustos 1974’te istifa etmesi, ABD’nin Mayıs 1975’te Vietnam’da yenilgiye uğraması, 1978–79 İran Devrimi, 1979’da Thatcher’ın, 1980’de Reagan’ın iktidara gelmesi ve bunun ardından toplumsal ve siyasi bir gericilik sürecinin başlatılması.
Uluslararası Komite, işçi sınıfının güçlü kitlesel hareketlerinin nesnel olarak sosyalist devrim olasılığını gündeme getirdiği bu patlayıcı dönem boyunca, yalnızca Stalinist ve sosyal demokrat partilerin, sendikaların ve onlarla ilişkili örgütlerin aralıksız basıncıyla başa çıkmak zorunda kalmadı. Söz konusu bürokrasilerle ittifak halindeki Pablocu örgütlerin yanı sıra, küçük burjuva radikallerinden ve Troçkizm karşıtı aydınlardan oluşan geniş bir tabaka, Marksist teoriye ve Dördüncü Enternasyonal’in ilkelerine yönelik amansız tahrifatları sonu gelmeyen bir dizi siyasi ve örgütsel provokasyonla birleştirerek Uluslararası Komite’yi yalıtmaya uğraştı.
Birinci ve ikinci aşamaların her biri 15’er yılı kapsamaktadır. 1986 bölünmesi ile sonuçlanan üçüncü dönem, 33 yıl sürmüştü. 1986’da başlayan ve bugüne kadar devam eden dördüncü dönem de, yine 33 yılı kapsamaktadır. 1985–86 bölünmesi, Uluslararası Komite’nin 66 yıllık tarihindeki tam orta noktada meydana geldi. Üçüncü ve dördüncü aşamaları karşılaştırmak öğreticidir. Pablocu oportünistler, 1953’ten 1986’ya kadar, DEUK’un şubelerinin hem içinden hem dışından, Dördüncü Enternasyonal üzerinde çok büyük bir basınç uyguladılar. Onlar, bitmek bilmeyen bir siyasi yönelim bozukluğunun ve provokasyonun kaynağıydılar. Toplumsal açıdan, Pablocu örgütler, emperyalizmin ve onun Stalinist ve sosyal demokrat bürokratik ajanlarının, Uluslararası Komite’yi karışıklığa itmek ve yalıtmak için Marksizm karşıtı radikal küçük burjuva kesimleri siyasi olarak harekete geçirdiği araçlardı. Dahası, Pablocu örgütler, 1968 ile 1975 yılları arasındaki işçi sınıfı dalgasının kontrol altına alınıp başka yöne çevrilmesinde ve böylece Uluslararası Komite üzerindeki siyasi basıncın yoğunlaştırılmasına önemli bir siyasi rol oynadılar.
Uluslararası Komite’nin Britanya ve Fransa şubeleri, 1953’te Pablo’ya ve Mandel’e karşı koymada kritik önemde bir rol oynamışlardı. 1961 ve 1963 yılları arasında, Britanya’daki Sosyalist İşçi Birliği (SLL), Fransa şubesinin desteğiyle, Amerikan Sosyalist İşçi Partisi’nin Pablocular ile ilkesiz yeniden birleşmesine karşı mücadeleye önderlik etti. Fakat 1960’ların sonlarında, Britanya’daki ve Fransa’daki aldatıcı biçimde etkileyici örgütsel kazanımlara karşın, Sosyalist İşçi Birliği ve Enternasyonalist Komünist Örgüt (Organisation Communiste Internationaliste, OCI), perspektiflerini ve faaliyetlerini, Stalinist ve sosyal demokrat bürokrasilerin hakim olduğu, egemen ulusal siyasi çevrelere uyarlamaya başladılar. Bu örgütler arasında 1971’de yaşanan bölünme, OCI ile SLL arasındaki siyasi farklılıkların açıklığa kavuşturulmamış kaldığı koşullarda meydana geldi. SLL’nin –tamamen ulusal temellere dayanan taktiksel kaygılarla– WRP’ye dönüşümü, Britanya şubesinin oportünist yozlaşmasını hızlandırdı.
Britanya örgütünün artan oranda ulusalcı odak noktası, Troçkizmin programından ve ilkelerinden her zamankinden daha açık bir ayrılışa yol açtı. Bu, onun sürekli devrim teorisini terk etmesinde ve az gelişmiş ülkelerdeki ulusal burjuvaziye yönelmesinde özellikle ortadaydı.
Bu sağcı ve özünde Pablocu rota, DEUK’un hem Sri Lanka şubesi olan Devrimci Komünist Birlik (RCL) hem de ABD’deki İşçiler Birliği (WL) içinde muhalefete yol açtı. Her iki şubenin kökeni de, DEUK’un 1963’teki Pablocu yeniden birleşmeye muhalefetine dayanıyordu ve bu, onların sonraki gelişiminde son derece önemli bir etmendi. Daha 1971’de, Keerthi Balasuriya yoldaş ve RCL önderliği, Britanya’daki SLL’nin, Hindistan’ın –Indira Gandhi’nin burjuva hükümetinin emriyle– Doğu Pakistan’ı istila etmesine desteği ile farklılıklarını ifade etmişlerdi. Ancak bu ilkeli eleştiri, Britanya örgütü tarafından, Uluslararası Komite içinde tartışılmadan bastırıldı. SLL, RCL’nin eleştirisini, Sri Lanka örgütünü kasten yalıtarak ve önderlerini kirli provokasyonlara tabi tutarak, cezalandırma peşinde koştu.
İşçiler Birliği içinde muhalefetin gelişmesi, biraz daha uzun süreli ve karmaşık bir süreci gerektirdi. Wohlforth’un 1974’te ulusal sekreterlik görevinden alınması (çok geçmeden yeniden SWP’ye katıldı), İşçiler Birliği’nin tüm kadrolarını Troçkist hareketin tarihi temelinde sistematik biçimde eğitmeyi mümkün kıldı. Lev Troçki suikastını çevreleyen koşullara yönelik, Güvenlik ve Dördüncü Enternasyonal olarak bilinen soruşturmanın başlatılması, İşçiler Birliği’nin siyasi gelişiminde son derece önemli bir rol oynadı. Bu soruşturma, aynı zamanda, gerçek ve nesnel anlamda, Troçkist hareketin hem kapitalist devletin hem de Stalinist bürokrasilerin karşıdevrimci ajanlarına karşı bir siyasi saldırısını temsil ediyordu.
İşçiler Birliği’nin 1974’ten sonraki sağlam gelişimi, onu, WRP ile var olan farklılıkların ilk olarak ortaya konduğu 1982’de başlayan siyasi mücadeleye hazırlamıştı. İşçiler Birliği, bu mücadelenin ilk aşamasında, tamamen yalıtılmış görünüyordu. Ama üç yıldan kısa bir süre içinde, WRP’nin Pablocu politikasına yönelik Troçkist muhalefet, Uluslararası Komite içinde belirleyici bir çoğunluğu kazandı. Uluslararası Komite içinde Ağustos 1985 ile Şubat 1986 arasında meydana gelen dönüşüm, siyasi bir devrim ile karşılaştırılabilir.
Unutmamak gerekir ki, Ocak 1985’te düzenlenen “Uluslararası Komite’nin Onuncu Kongresi”nde, İşçilerin Devrimci Partisi’nin önderleri, İşçiler Birliği’nin önceki üç yılda gündeme getirmiş olduğu farklılıklara ilişkin her türlü tartışmayı engellemişti. WRP’nin Kongre’de tartışılması için hazırladığı perspektifler dokümanı, tutarsız ve gösterişli ifadelerden oluşuyordu. Bu doküman, sonradan, Uluslararası Komite tarafından, İşçilerin Devrimci Partisi Troçkizme Nasıl İhanet Etti dokümanında, uygun bir şekilde, “Cliff Slaughter’ın On Ahmaklığı” olarak nitelendirilmişti.
Healy, Banda ve Slaughter, Uluslararası Komite’nin şubelerine karşı birbiri ardına siyasi provokasyonlar düzenleyerek siyasi iflaslarını gizlemeye çalıştılar. 1985’in sonunda, Sürekli Devrim teorisini savunan öğretiye bağlı Troçkistler, nihayet Uluslararası Komite’nin kontrolünü geri kazanmış ve WRP’nin üyeliğini askıya almışlardı.
1982–86 çatışmasının tarihini incelerken, parti içi mücadelenin, bölünmenin geliştiği daha geniş tarihsel, siyasal, düşünsel ve toplumsal bağlam ile karmaşık bir şekilde kesişmesini teşhis etmek olmazsa olmazdır. Bölünme, bunun son derece bilinçli bir siyasi ifadesiydi.
1982–86 olaylarını, bu geniş bağlamdan ayrı olarak gerçekten anlamak mümkün değildir. İşçiler Birliği ile İşçilerin Devrimci Partisi arasında ortaya çıkan farklılıkların –felsefeye ve diyalektik yönteme ilişkin– en soyut unsuru bile, DEUK dışında meydana gelen gelişmelerle bağlantılıydı. Healy’nin yeni Hegelci “biliş pratiği” ne kadar anlaşılması güç ve karmakarışık gibi görünse de, onun felsefi maddecilikten geri çekilmesi ve son derece öznel ve iradeci bir yöntembilim benimsemesi, 1968’den sonra küçük burjuva aydınlar arasında hakim olmaya başlayan Marksizm karşıtı teorilerin öğelerini birçok yönden tekrarlıyordu.
1982’de Healy’nin Marksizme yönelik revizyonlarının eleştirisini geliştirirken, Marx ile Engels’in 1843 ile 1847 yılları arasında sol Hegelcilikten kopmalarına ve maddeci tarih anlayışını geliştirmelerine ilişkin teorik-düşünsel sürecin tam bir tanımlamasını yapmak gerekliydi. Healy’nin, insanlık tarihinin, “yaratıcı unsurun, insanın, hem işverenlerin hem işçi sınıfının girişkenliğinin gelişmesi” [7] olarak anlaşılması gerektiği iddiası (sol Hegelcilerin öznel idealizmini gerçekten anlamsız bir şekilde canlandırıp göklere çıkaran diğer sayısız pasajdan bahsetmiyoruz bile), oldukça belirli siyasi amaçlara hizmet ediyordu: işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını oluşturmaya dayanan bir siyasi programın terk edilmesi. 1983’te, Cliff Slaughter, İşçiler Birliği’ne, bu siyasi bağımsızlığa “çok ağır vurgu” yaptığı gerekçesiyle saldırıyordu. Aynı dönemde yazan ve hem Marksçı maddeciliğe hem de onun işçi sınıfının devrimci rolündeki ısrarına saldıran, Marksizm karşıtı küçük burjuva teorisyenlerden sayısız örnek vermek zor değildir.
Sadece bir tane iyi bilinen bir örnek vermek gerekirse, Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe tarafından yazılan ve 1985’te Pablocu yayınevi Verso tarafından yayınlanan Hegemonya ve Sosyalist Strateji kitabı, bütünüyle, Cliff Slaughter’ın 1983’te İşçiler Birliği’nin işçi sınıfına “çok ağır vurgu” yapmasını eleştirmesini doğrulamaya ayrılmıştı. Onlar, şöyle yazıyordu: “Şu an krizde olan şey, ontolojik olarak işçi sınıfının merkezi konumuna … dayalı sosyalizm anlayışıdır.” Laclau ile Mouffe’nin, Slaughter’ın 1983’teki mektubu hakkında hiçbir şey bilmediğinden eminim; Slaughter’ın onlarla, benim WRP’ye yönelik eleştirilerim hakkında konuşmuş olması da olası değil. Ama yine de, Slaughter, Laclau ve Mouffe; hepsi de, Marksizm karşıtı küçük burjuva teorisyenlerin geniş kesimleri içinde yayılmış entelektüel ve siyasi düşünceleri dile getiriyordu.
İşçiler Birliği’nin muhalefeti, Stalinizmin, Sosyal Demokrasinin, burjuva ulusalcılığının gelişen krizinden ve dünya kapitalizminin küresel yeniden yapılandırılmasından otomatik olarak ortaya çıkmadı. Bu durum, şüphesiz, yeni bir toplumsal güç ilişkisi ve öğretiye bağlı Troçkistler için daha elverişli bir ortam yaratmış ve Troçkizm karşıtı oportünistler ve dönekler karşısında elde edilen zafere katkıda bulunmuştu.
Bununla birlikte, WRP’nin yenilgisi ve oportünistlerin Uluslararası Komite’den çıkartılması, önceden belirlenmiş ve otomatik bir süreç değildi. Bu, bilinçli bir şekilde ve düşünüp tasarlayarak girişilmiş bir mücadeleydi. Fakat çatışmanın başlaması ve gelişme biçimi, aynı zamanda, İşçiler Birliği’nin önderliğinin ve kadrolarının siyasi bilinci üzerinde muazzam bir etkide bulunan tarihsel etmenler eliyle belirlenmişti.
Açıkçası bizler, Healy’nin Diyalektik Maddecilik Araştırmaları belgelerine yönelik eleştiride, kendimizi, çok bilinçli bir şekilde, Marksist hareketin –kökenlerine kadar geri giden– bütün teorik sermayesine dayandırıyorduk.
Dahası, bizler, çalışmaları 1917 Ekim Devrimi’nin ilkelerini ve ideallerini koruyup geliştirmiş olan Lev Troçki’nin entelektüel ve siyasi mirası üzerinde yükseldiğimizi biliyorduk. SEP’in 2008’deki kuruluş kongresinde kabul edilen Sosyalist Eşitlik Partisi’nin Tarihsel ve Uluslararası Temelleri, Troçki’nin tarihteki yerinin kısa ama öz bir özetini sunmuştu:
Troçki, yalnızca Ekim Devrimi’nin iki önderinden biri, Stalinizmin yeri doldurulamaz karşıtı ve Dördüncü Enternasyonal’in kurucusu değildi. O, klasik Marksizmin siyasi, entelektüel, kültürel ve manevi geleneğinin, 19. yüzyılın son, 20. yüzyılın ilk on yıllarında ortaya çıkan işçi hareketine ilham veren en son ve en büyük temsilcisiydi. Troçki, felsefi olarak maddecilikte kökleşmiş, nesnel gerçekliğin kavranmasından hareket eden, işçi sınıfının eğitimine ve siyasi seferberliğine yönelik ve stratejik olarak kapitalizme karşı devrimci mücadeleyle ilgili bir devrim teorisi geliştirmişti. [8]
Troçki’nin dikkatle ve devamlı incelediğimiz yazıları, Ekim Devrimi’ne yönelik Stalinist ihanetin doğasını gözler önüne sermiş ve çağdaş dünyada sosyalist devrimin stratejik yönelimini ve programatik temellerini geliştirmişti. Bizler, aynı zamanda, Sosyalist İşçi Partisi’nin, büyük Amerikalı devrimci James P. Cannon’un önderliğindeki öncü çalışmasından siyasi olarak ilham aldık ve bu çalışmadan gerçek bir bilgi edindik.
1960’ların başında, Sosyalist İşçi Birliği’nin, SWP’nin Pablocu Uluslararası Sekreterlik ile ilkesiz bir şekilde yeniden birleşmesine (bu, Joseph Hansen tarafından organize edilmişti) karşı verdiği mücadele olmadan, ne Dördüncü Enternasyonal İçin Amerikan Komitesi’nin oluşturulması ne de 1966’da İşçiler Birliği’nin kurulması mümkün olurdu. 1970’lerin başlarında İşçiler Birliği’ne katılanlar, Revizyonizme Karşı Troçkizm dizisinin ilk dört cildinde yayınlanan başlıca belgeleri ciddi bir şekilde incelediler. Bu, Britanya şubesinin tarihinin, İşçiler Birliği’nin hiçbir zaman bağlarını kopartmadığı son derece önemli bir parçasıdır.
İşçiler Birliği’nin, ilk günlerinden itibaren, işçi sınıfına doğru kararlı bir yönelime sahip olduğunun altı çizilmelidir. İşçiler Birliği, karşılaştığı tüm zorluklara rağmen, Amerikan işçi sınıfının devrimci rolüne güvenle doluydu. “Cannonculuğun” en iyi gelenekleri, ifadesini burada buluyordu.
İşçiler Birliği’nin siyasi tarihi ve teorik-siyasi çalışması, Troçkist hareketin tarihi ve ilkeleri ile aşılanmış önderliğini, nesnel ekonomik süreçler ve siyasi olaylar konusunda hassaslaştırmıştı. Bu, WRP’nin izlediği yol hakkında siyasi hoşnutsuzluğa ve anlaşmazlığa yol açtı.
Bizler, yaklaşık 40 yıllık bir döneme dönüp bakma avantajına sahip olarak, bu eleştiriyle başlayıp, Aralık 1985’te WRP’nin Uluslararası Komite üyeliğinin askıya alınması ve Şubat 1986’da ilişkilerin tamamen kesilmesi ile sonuçlanan çatışmanın, dünya Marksist hareketinin tarihinde kritik öneme sahip bir olay olduğunu ayırt edebiliyoruz. Söz konusu olan, Dördüncü Enternasyonal’in varlığını sürdürmesi idi. Uluslararası Komite olmasaydı, Lev Troçki tarafından kurulan hareket Pablocular tarafından tasfiye edilmişti. Pablocular, örgütsel denetim kurabildikleri bütün ülkelerde, Troçkist örgütleri, Stalinist, sosyal demokrat ya da burjuva ulusalcı örgütlerin siyasi uzantılarına dönüştürerek ortadan kaldırmışlardı. 1985 yılında, o noktaya kadar Pabloculuğa teslim olmuş olan İşçilerin Devrimci Partisi, aynı yıkıcı operasyonu tamamlamaya yakındı. Sonradan ortaya çıkardığımız üzere, Healy, gizli görüşmelerde, hem Ortadoğu’daki burjuva ulusalcı rejimlere hem de Britanya’daki sendika bürokratlarına, WRP’nin tüm kaynaklarının emirlerine amade olacağının sözünü veriyordu.
Kuşkusuz, Troçkist hareketi sürdürmek ve yeniden inşa etmek için çaba sarf edilirdi. Uluslararası Komite’nin bütün şubelerinde, Dördüncü Enternasyonal’i yeniden inşa etmeye kararlı, Troçkizme adanmış yoldaşların olacağından eminim. Ancak bu çabalar, 1985 krizinin altında yatan nedenlere ilişkin son derece gelişkin bir çözümlemenin yapılmaması durumunda, WRP’nin çöküşünü izleyecek olan yönelimsizliğin sıkıntısını çekecekti. Doğrusu, Cliff Slaughter’ın, WRP’nin siyasi krizinin tüm Uluslararası Komite’nin “eşit yozlaşması”nın sadece bir unsuru olduğu sinik yalanını çürüten, İşçiler Birliği önderliğinin 1982 ile 1984 yılları arasında geliştirdiği, Gerry Healy’nin teorik şarlatanlığına ve WRP’nin Pablocu revizyonizme teslim olmasına yönelik ayrıntılı yazılı eleştirinin varlığıydı. DEUK 1985–86 krizinden sağ çıkamamış olsaydı, bugün dünyada siyasi olarak birleşmiş uluslararası devrimci Marksist bir parti var olmayacaktı.
Ama Uluslararası Komite krizden sağ çıkmakla kalmadı. Bölünmeden oldukça güçlenmiş bir örgüt olarak çıktı. 1985–86 bölünmesinin siyasi önemi, Uluslararası Komite’nin bölünme öncesindeki 33 yıldaki gelişimi ile İşçilerin Devrimci Partisi’yle tüm ilişkiyi kopartmasından sonraki siyasi gelişiminin karşılaştırılmasıyla kanıtlanmaktadır. Pablocu oportünizmin belirleyici yenilgisi ve dışarıya atılması, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin muazzam bir teorik, siyasi ve örgütsel gelişme yaşamasının koşullarını yarattı. Ulusal oportünistlerin ihraç edilmesinin mümkün kıldığı teorik ve siyasi netleşme çalışması, Troçkizmin rönesansından başka bir şey değildi.
Öğretiye bağlı Troçkistler, 1982 ile 1986 yılları arasında, Dördüncü Enternasyonal’in siyasi mirasını ve programını savundular. Troçkist ilkeleri savunmanın asıl tarihsel önemi, bölünmenin ardından meydana gelen dünya olaylarıyla gözler önüne serildi. Bugün, elbette, 1985–86 bölünmesinin, küresel ölçekte çok büyük siyasi, jeopolitik ve sosyoekonomik değişimleri öncelediğini biliyoruz.
WRP, Troçkizmi reddederken, burjuva ulusalcıları, sosyal demokrat reformistler ve Stalinist partiler arasında yeni müttefikler kazanma peşinde koşuyordu. O, Uluslararası Komite’nin daha küçük şubelerine küçümseyerek bakıyordu. “Troçkici grupçuklar”a (Healy’nin, bölünme öncesi yıllarda giderek artan bir sıklıkla kullandığı bir ifade) ne gerek vardı? Dönekler, 1986 bölünmesinden sonraki beş yıl içinde, Doğu Avrupa’daki ve Sovyetler Birliği’ndeki Stalinist rejimlerin tamamının dağıtılacağını ve kitlesel Stalinist örgütlerin paramparça olacağını; böylece, Troçki’nin 1938’de Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşu üzerine yaptığı şu kahince öngörüyü gerçekleştireceklerini hayal bile edemezlerdi: “İnsanlığın üzerine hücum eden büyük olaylar, bu gereğinden uzun yaşamış örgütlerden geriye taş üstünde taş bırakmayacak.”
Acınası bir enkaz haline gelen Healy, Aralık 1989’da öldüğünde, hala, kahramanı Mihail Gorbaçov’un siyasi bir devrime önderlik ettiğine inanıyordu. Uluslararası Komite, bölünmeyi izleyen fırtınalı olayların ortasında, hem döneklerin yaratmış olduğu hasarı onarmak hem de Dördüncü Enternasyonal’i teorik ve siyasi olarak geniş kapsamlı bir şekilde yenilemeye girişmek zorundaydı. Bu zorlu görev, kendimizi alışıldık siyasi formülleri ve sloganları tekrarlamayla sınırlayarak yerine getirilemezdi. Herhangi bir hazır cevabı olmayan eşi görülmemiş olayları çözümlemek için, tarihsel deneyim prizmasından geçirilmiş Marksist yönetimi, yaratıcı bir şekilde ve hayal gücüne dayanarak uygulamak gerekiyordu.
Uluslararası Komite’nin yürüttüğü teorik çalışmanın kapsamı, bölünmeden sonraki altı yılda düzenlediği genel toplantıların (plenum) incelenmesi ile görülür.
DEUK’un Birinci Plenumu (18 Mayıs–9 Haziran 1986), WRP’nin ihanetine yönelik bir çözümleme yapmaya odaklandı. İki hafta süren bu plenum sırasında, Keerthi yoldaş ve ben, İşçilerin Devrimci Partisi Troçkizme Nasıl İhanet Etti1973–1985 dokümanını yazmak üzere birlikte çalıştık.
DEUK’un İkinci Plenumu (29 Eylül–12 Ekim 1986), WRP’nin oportünizminin Uluslararası Komite genelindeki etkisini irdeledi ve Uluslararası Komite’nin farklı şubeleri içindeki perspektiflerin gelişimini saptıran “taktiksel oportünizm”in eleştirisini geliştirdi. Aynı zamanda, Britanya’daki Uluslararası Komünist Parti üzerine bir karar hazırladık ve Sri Lanka’daki RCL için bir perspektif üzerinde çalışmaya başladık.
DEUK’un Üçüncü Plenumu (10–23 Mart 1987), WRP ile Arjantin’deki MAS (Sosyalizme Doğru Hareket) arasındaki ilişkileri çözümledi ve Bill Van Auken ile Nick Beams tarafından kaleme alınan, perestroykayı (yeniden yapılanma) ve glasnostu (açıklık) çözümleyen “SSCB’de Neler Oluyor” başlıklı bir açıklama hazırladı. MAS’ın tarihinin değerlendirilmesi, hem Arjantin’deki olayların içsel anlamı nedeniyle hem de Slaughter ile destekçilerinin, Uluslararası Komite’den kopmalarından sonra, Dördüncü Enternasyonal için yeni bir temelin kötü ünlü Arjantinli oportünist Nahuel Moreno’nun örgütüyle ittifak yoluyla yaratılacağını iddia etmiş olmalarından dolayı önemliydi.
DEUK’un Dördüncü Plenumu (20–27 Temmuz 1987), bir uluslararası perspektifler dokümanı hazırlanması üzerine tartışmaya başladı. Delegeler, DEUK’un, dünya çapında Marksizmden ve hatta sınıf mücadelesinin en temel ilkelerinden vazgeçilmesine karşı olarak, uluslararası işçi sınıfının yeni bir devrimci mücadele dalgasının küresel ekonomik ve jeopolitik temellerini atacak olan nesnel itici güçlerin üzerinde durması konusunda hemfikirdiler.
DEUK’un Beşinci Plenumu (11–20 Kasım 1987), perspektifler üzerine çalışmanın yerindeliğinin şimdiden kanıtlanmış olduğu koşullarda düzenledi. 19 Ekim 1987’de uluslararası piyasalarda bir çöküş meydana gelmişti. Bu olayın çözümlenmesinin teorik temeli, Dördüncü Plenum’un ardından üretimin küreselleşmesi ve dünya piyasası ile ulus devlet sistemi arasındaki yoğunlaşan çatışma üzerine yürütülmüş olan çalışmayla halihazırda hazırlanmıştı. Plenum, ayrıca, Sri Lanka ve Tamil Eelam Birleşik Sosyalist Devletleri üzerine bir açıklama hazırlayarak, Devrimci Komünist Birlik’in görevlerine ilişkin daha ileri bir çözümleme geliştirdi.
DEUK’un Altıncı Plenumu (9–13 Şubat 1988), Keerthi Balasuriya’nın 18 Aralık 1987’de, 39 yaşında, aniden ve zamansız ölümünden sadece birkaç hafta sonra düzenlendi. Plenum, DEUK’un şubelerinin faaliyetinde uluslararası strateji ile ulusal taktikler arasındaki ilişkiye odaklandı.
DEUK’un Yedinci Plenumu (23–26 Temmuz 1988), uluslararası perspektifler kararını inceledi ve oybirliği ile kabul etti.
DEUK’un Sekizinci Plenumu (15–24 Haziran 1989), Uluslararası Komite’nin 1985–86 bölünmesinden beri gelişimini değerlendirdi, Gorbaçov rejiminin derinleşen krizini ele aldı ve benim Sovyetler Birliği’ne gitmem gerektiğine karar verdi.
DEUK’un Dokuzuncu Plenumu (11–16 Aralık 1989), Doğu Avrupa’daki; özellikle de Alman Demokratik Cumhuriyeti’ndeki (Deutsche Demokratische Republik, DDR) gelişmeleri değerlendirdi. Kasım ayında Sovyetler Birliği’ne yaptığım yolculuk üzerine rapor sundum. Orada, Moskova’daki Tarihsel-Arşiv Enstitüsü’nde, yaklaşık 200 kişinin katıldığı bir konferans vermiştim.
DEUK’un Onuncu Plenumu (6–9 Mayıs 1990), Alman Demokratik Cumhuriyeti’nin tasfiye edilmesinin siyasi ve tarihsel önemini değerlendirmeye odaklandı.
DEUK’un On Birinci Plenumu (5–9 Mart 1991), ABD’nin Irak’ı istilası üzerine kapsamlı bir tartışma yürüttü. DEUK, o yıl içinde Emperyalizme ve Savaşa Karşı Uluslararası Konferans düzenleme kararı aldı. Plenumun ardından, DEUK, Körfez Savaşı’nın anlamını açıklayan ve Kasım ayında düzenlenecek olan uluslararası konferansın programatik temelini oluşturan bir Bildirge yayınladı.
DEUK’un On İkinci Plenumu (11–14 Mart 1992), SSCB’nin dağıtılmasını, uluslararası sosyalist hareketin tarihi bağlamında irdeledi. Plenum, “Marksizm Uğruna Mücadele ve Dördüncü Enternasyonal’in Görevleri” başlıklı raporumla başladı.
Bölünmeden sonraki altı yıl içinde düzenlenen on iki plenuma ilişkin bu incelemeden açıkça görüldüğü üzere, DEUK’un çalışmasının kapsamı devasaydı. Plenumların her birine ilişkin bu kısa özetin, bu siyasi açıdan yoğun toplantılarda değerlendirilen olayları ve siyasi deneyimleri tamamen kapsamadığını belirtmeliyim. Örneğin, bu toplantıların birçoğunda, Sri Lanka’daki gelişmeler üzerine kapsamlı tartışmalar yaşandı. Bunlar, sürekli devrim stratejisinin geliştirilmesi ve Dördüncü Enternasyonal’in ulusların kendi kaderlerini tayin etmesi talebine yönelik yaklaşımının yeniden değerlendirilmesi açısında son derece önemliydi. 1998’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin yayın hayatına başlamasına kadar, beş plenum daha düzenlendi. Ağustos 1995’teki on beşinci plenum, birliklerden partilere dönüşmenin nedenlerini ve sonuçlarını ele aldı. Ocak 1998’deki on sekizinci plenum, WSWS’nin yayına başlamasından önceki son denemeyi yaptı.
Bütün bu çalışmada, çabalarımıza yol gösteren temel siyasi ilke, Marksist enternasyonalizm ilkesiydi. Bizler, dünya stratejisinin ulusal taktikler karşısındaki önceliğinde ve ulusal alanda ortaya çıkan sorunlara yönelik uygun yanıtın yalnızca küresel süreçlere ilişkin bir çözümleme temelinde sağlanabileceğinde ısrar ettik. Uluslararası Komite, bu temelde, tüm bir Dördüncü Enternasyonal tarihinde olmamış bir uluslararası işbirliği düzeyi geliştirebilmişti. Doğrusu, “işbirliği” sözcüğü, DEUK şubeleri arasında, WRP’nin ulusalcı dönekleri ile bölünmeden sonra geliştirilmiş olan karşılıklı etkileşimin doğasını yeterince karşılamıyor. 25 Haziran 1989’da, İşçiler Birliği’nin Detroit üye toplantısında sunduğum raporda belirttiğim gibi:
Bu uluslararası işbirliğinin kapsamı, onun her şubenin pratik çalışmasının neredeyse her yönü üzerindeki doğrudan etkisi, DEUK’un ve şubelerinin karakterini derinden ve olumlu bir şekilde değiştirmiştir. Şubeler, siyasi ve pratik açıdan herhangi bir şekilde anlamlı bağımsız oluşumlar olarak var olmaya son veriyorlar. DEUK içinde, ortak bir siyasi program temeli üzerinde, bütün şubeleri kaynaştıran karmaşık bir ilişkiler ağı ortaya çıkmıştır. Yani, DEUK’un şubeleri, tek bir siyasi organizmanın bileşik ve birbirine bağlı parçalarını oluşturmaktadır. Bu ilişkinin herhangi bir şekilde kopmasının, ilgili şube içinde yıkıcı etkileri olacaktır. Artık her şube, varlığı için, hem ideolojik hem pratik olarak bu uluslararası ortak çalışmaya ve işbirliğine bağımlı hale gelmiştir. [9]
1986 ve 1992 yılları arasında program, perspektif ve örgüt alanlarında sağlanan ilerlemeler, sonradan DEUK’un 1995–97 sürecinde birliklerden partilere dönüşmesini ve 1998’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin yayına başlamasını hazırlamıştı.
Uluslararası Komite’nin geçtiğimiz 33 yıl boyunca kaydettiği ilerleme, oportünistler dışarı atılıp, devrimci hareket Marksist ilkeler temelinde geliştirilebildiği zaman, Dördüncü Enternasyonal tarafından nelerin başarılabileceğini göstermiştir.
Troçki, 18 Ekim 1938’de yaptığı konuşmada, yeni Enternasyonal’in temellerini hazırlamış olan çalışmayı şöyle değerlendirmişti:
Bolşevik-Leninistler, uluslararası öncüler, dünyanın dört bir yanındaki yoldaşlarımız, gerçek Marksistler olarak devrimin yolunu, duygularında ve arzularında değil, olayların nesnel gelişiminin çözümlenmesi içinde aradılar. Her şeyden önce, başkalarını ya da kendimizi aldatmama kaygısı bizlere yol gösterdi. Ciddiyetle ve dürüstçe araştırdık. Ve bazı önemli şeyler keşfettik. Olaylar gerek çözümlememizi gerekse de öngörülerimizi doğruladı. Bunu kimse inkar edemez. Şimdi ise programımıza ve kendimize sadık kalmamız gerekiyor. Bunu yapmak kolay değil. Önümüzdeki görevler çok büyük, düşmanlar saymakla bitmez. Zamanımızı ve dikkatimizi bu kutlama törenine harcamaya, yalnızca kendimizi geçmişin derslerinden yola çıkarak gelecek için hazırlayabildiğimiz ölçüde hakkımız var. [10]
Troçki bu konuşmayı kaydettiğinde, 1923’ten 1938’e kadarki 15 yıllık siyasi çalışmanın ve mücadelenin sonuçlarını gözden geçiriyordu. Şimdi ise bizler, bunun iki katından fazlasına uzanan bir zaman dilimindeki, 33 yıldaki çalışmaya geri dönüp bakıyoruz. Troçki’nin sözleri hala son derece güncel. Görevlerimiz “çok büyük” ve düşmanlarımız “saymakla bitmez.” Ama biz de bu otuz yılı aşkın süreç içinde “bazı önemli şeyler” keşfettik ve “olayların gerek çözümlememizi gerekse de öngörülerimizi doğruladığına” kuşku yok.
Dünyada, 1986 ile 1992 yılları arasında geliştirdiği siyasi öngörüleri ve çözümlemeleri Uluslararası Komite’nin ürettiği belgeler ile karşılaştırmayı önemseyecek ya da buna cüret edecek bir siyasi parti var mı? Üniversite akademisyenleri ve düşünce kuruluşu uzmanları arasında, bırakın Stalinist rejimlerin 1989–1991 arasında dağıtılmasını öngörmeyi, Gorbaçov’un perestroykasının ve glasnostunun doğasını doğru bir şekilde değerlendirmiş olan kim var?
Pablocuları sorarsanız, onlar hiçbir şey anlamamış ve hiçbir şey öngörmemişti. Ernest Mandel, Michel Pablo ile yan yana, 1951’den beri, Stalinist bürokrasinin, Sovyetler Birliği’ni ve onun Doğu Avrupa’daki uydu rejimlerini sosyalizme götüreceği konusunda ısrar etmişti. Mandel, Gorbaçov’u, hayallere dayanan bu perspektifin gerçekleştiricisi olarak alkışladı. Mandel’in yaşam öyküsünün yazarı şunları belirtiyor: “Mandel, 1989’da, glasnosta ve perestroykaya ilişkin bir çalışma olan ve Londra ile Paris’te eş zamanlı olarak yayınlanan Perestroyka’nın Ötesinde: Gorbaçov’un SSCB’sinin Geleceği adlı kitabında, Gorbaçov’un harekete geçirmiş olduğu şey hakkında dört olası senaryo tarif etmiş; kapitalizmin olası restorasyonuna tek bir sözcük ayırmamıştı.” [11]
Mandel, Gorbaçov’un Kremlin’ine gözlerini diker ve onun üzerinde parıldayan bir gökkuşağı görürken, Uluslararası Komite uçurumun yaklaştığını öngörmüştü. 25 Haziran 1989’da, İşçiler Birliği’nin Detroit üye toplantısında sunduğum raporda şunları söylemiştim:
Bütün dönek karşıtlarımız ve doğrusu tüm Pablocular, Uluslararası Komite’ye, Sovyetler Birliği’nde, Doğu Avrupa’da ve Çin’de kapitalist restorasyona işaret ettiği için saldırma konusunda ortaklaşıyorlar. Onlar, bürokrasinin, ya 1917’de ya da İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan devlet mülkiyeti ilişkilerine bağlı olduğunu ve buna dayandığını savunarak, mülkiyet ilişkilerinde bir değişiklik gerçekleştiremeyeceği konusunda ısrar ediyorlar. Bu, Troçki’nin görüşünün tamamen çarpıtılmasını temsil etmektedir. Troçki, defalarca, bürokrasinin, işçi sınıfı tarafından devrilmemesi halinde, kaçınılmaz olarak kapitalist mülkiyeti geri getirme yönünde hareket edeceği uyarısında bulunmuştu. [12]
Bu rapor, Çin’deki Tiananmen Meydanı katliamından sadece üç hafta sonra ve Doğu Almanya’da, DDR’nin hızla dağıtılmasını getirecek olan siyasi krizin patlamasından üç aydan biraz daha kısa bir süre önce sunulmuştu. Uluslararası Komite’nin çözümlemesi, o zaman bile, siyasi bir sektin yakarışı olarak umursanmamıştı. Fakat bu “sekt”, çözümlemesini Lev Troçki’nin teorik çalışmasına dayandırma biçimindeki karşılaştırılamaz üstünlüğe sahipti.
Stalinist rejimlerin doğası hakkında hiçbir şey anlamayan ve bu yüzden bu rejimlerin dağıtılmasını öngöremeyen burjuva teorisyenleri ise, dünya politikasının 1989–91 olayları sonrasındaki gidişatına yönelik çözümlemelerini formüle etmede de en az o kadar beceriksiz olduklarını kanıtladılar. Fukuyama’nın, yıllar önce ciddiye almayı bırakılan “Tarihin Sonu” teorisini değerlendirmeye pek gerek yok. Yazarı, kendi eserini açıkça reddetmiş durumda. Şimdi ölmüş olan Eric Hobsbawn’ın “Kısa 20. Yüzyıl”ına gelince; Sovyetler Birliği’nin dağıtılmasına yönelik bu izlenimci tepki, yeni yüzyılın çoğalan krizlerinin, bir önceki yüzyıldakilere can sıkıcı düzeyde benzediği açık gerçeği ile çürütülmüştür.
Yanlış teorilerin sonuçları bulunmaktadır. Liberal teorisyenler tarafından beklenen, kapitalizme dayanan demokrasinin küresel zaferi gerçekleşmedi. 1991’in demokratik düşleri, yerlerini 2019’un faşist kabuslarına bıraktı. Hitler’in Üçüncü İmparatorluk’unun çökmesinden yaklaşık 75 yıl sonra, faşizm, dünya genelinde gelişen bir siyasi güçtür. Amerika Birleşik Devletleri’nde, Trump, daha önce hiçbir Amerikan başkanı tarafından –en azından herkesin önünde– kullanılmamış bir dil kullanıyor. Twitter’daki gündelik mesajlarının yanı sıra, yaptığı konuşmalar açıkça faşist bir karakter ediniyor.
Doğu Avrupa’ya, yabancı düşmanı milliyetçi partiler yön veriyor. İtalya’da, Başbakan Yardımcısı Matteo Salvini, Benito Mussolini’ye hayranlığını gizlemiyor. Bizzat Almanya’da, yeniden birleşmeden 30 yıl sonra, siyasi yaşama faşist canlanma yön veriyor. Bu canlanma, neo-Nazi sağa yönelik çok büyük bir düşmanlık olmasına karşın, devlet ve siyaset kurumu içindeki etkili güçleri kapsayan bir komplo eliyle sistematik biçimde desteklenip, kuvvetlendiriliyor. Almanya İçin Alternatif (Alternative für Deutschland, AfD), bu komplonun resmi siyasi koludur. Son seçimde oyların sadece yüzde 13’ünü almış olmasına rağmen AfD’yi Almanya’daki en etkili siyasi parti haline getirmek için perde arkasından iş çeviren CDU-CSU-SPD koalisyon hükümeti, bu komployu siyasi olarak mümkün kılmıştır. Siyasi suikastlar düzenlerken (bunun son örneği CDU’lu politikacı Walter Luebke’ydi) polis ve istihbarat kurumları tarafından korunan Nazi terörist ağı, faşistlerin yarı askeri gücüdür.
İçişleri Bakanlığına bağlı Verfassungsschutz (Anayasayı Koruma Bürosu), neo-Nazi canlanmanın yargı koludur. Verfassungsschutz’un nerede bittiğini ve silahlı teröristlerin nerede başladığını tam olarak belirlemek zordur. Suikastçılar, operasyonlarını, Verfassungsschutz’un onlara gerekli yasal korumayı sağlayacağına duydukları sonsuz güvenle gerçekleştiriyorlar. Onlar, her halükarda, Almanya’da kapitalizme ve emperyalizme yönelik muhalefeti ortadan kaldırma yönündeki ortak savaşlarında işbirliği yapıyorlar.
Verfassungsschutz, 23 Mayıs 2019’da, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP), İçişleri Bakanlığı’nın onu yıkıcı örgütler listesine koymasına yaptığı itiraza 56 sayfalık bir yanıt verdi. Bu hafta, daha sonra, Verfassungsschutz’un yanıtı ve hareketimizin, siyasi faaliyet yürütme demokratik hakkına yapılan bu saldırıya yönelik hukuki ve siyasi yanıtı hakkında daha ayrıntılı bir çözümleme yapılacak. Verfassungsschutz’un dokümanı, kendisini açıkça, Nazilerin 1933’te iktidara gelmelerinin ardından uygulamaya koydukları totaliter hukuki doktrinlere dayandırmaktadır. Bu doküman, gelecekteki belirsiz bir zamanda, mevcut devlete ve toplumsal düzene düşmanlığı ve siyasi muhalefeti teşvik edebilecek tüm düşünceleri suç haline getiren Willensstrafrecht doktrinini canlandırmaktadır.
Verfassungsschutz, SGP’nin faaliyetlerini yasalar çerçevesi içinde yürüttüğünü reddetmiyor. Verfassungsschutz’a göre suç olan, SGP’nin açık eylemleri değil; partinin düşünceleridir. SGP, tam olarak, ulusun karşısına sınıfı çıkaran anlayışlar ve kategoriler kullanarak düşünmeyi teşvik ediyor; işçi sınıfı içinde toplumsal çıkarları doğrultusunda bir bilinç geliştirmeye uğraşıyor; kapitalizme düşmanlığı teşvik ediyor; emperyalizmi ve militarizmi alenen suçluyor ve başlıca siyasi partilerle ve sendikalarla herhangi bir şekilde uzlaşmayı reddediyor.
Verfassungsschutz, yanıtını, SGP’nin programına ve yayınlanmış açıklamalarına, özellikle de aşağıdaki alıntıyı yaptığı 23 Mayıs 2010 tarihli İlkeler Bildirgesi’ne yönelik ayrıntılı bir incelemeye dayandırıyor: “Sosyalist Eşitlik Partisi’nin ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin stratejik hedefi, işçi sınıfını, kapitalizme karşı devrimci mücadele, işçi iktidarının kurulması ve sosyalist bir toplum inşası için eğitip, hazırlamaktır.” [Verf, syf. 8] Yanıtta, şunlar vurgulanıyor: SGP, “ideolojik yönelimi doğrultusunda kendisini Troçkist bir parti olarak görüyor, tüm temel yazılarında Rus devrimci Lev Troçki’ye atıfta bulunuyor ve onun öğretilerine bağlılığını ilan ediyor. Davacı [SGP], ayrıca, Karl Marx’a, Friedrich Engels’e, Vladimir İlyiç Lenin’e, Rosa Luxemburg’a ve Karl Liebknecht’e dayanıyor.” [agy., syf. 9]
Verfassungsschutz, şunları belirtiyor:
Davacı, sınıflarla ilgili olarak –gösterildiği üzere, anayasanın fikirleri ile uyuşmayan– Marksist düşüncesi ve sınıf mücadelesini yayması üzerinden, yalnızca ekonomik sistemle ilgili bir anlamda değil ama liberal demokratik düzenin aşılması olarak da “kapitalizm”in alt edilip, yıkılmasını istiyor. Komünist yoruma göre “kapitalizm”, diğer tüm siyasi açıklardan sorumlu ana sorun olarak görülmektedir. Dolayısıyla o, yalnızca bir ekonomik sisteme değil ama toplumsal düzene de kökten karşıdır. Davacı, alenen, sosyalist bir devlet ve toplumsal sistem kurmaya uğraşmaktadır. [agy., syf. 22]
Bu suçlamanın temelini oluşturan varsayım, kapitalizm ile “liberal demokratik düzen”in denk ve eşdeğer olduğudur. Elbette, tarihsel bir bakış açısından bu sav ileri sürülebilir ancak bu, bu “düzen”in demokratik olma iddialarının temelini çürüten bir savdır. Çünkü eğer liberal demokratik düzen kapitalizmden ayrılamıyor ise, ne kadar sorunlu olursa olsun, liberalizm demokratik hakların savunusuyla özdeşleştiği ölçüde, düzenin belirli bir noktada “liberal” olmaktan çıkması gerekir. Bu tanım çerçevesinde, toplumsal düzen ne kadar kapitalist olursa, o kadar az liberal olabilir. Bu, Amerikalı ünlü liberal felsefeci John Dewey’in, 1935 tarihli “Liberalizm Krizde” başlıklı denemesinde çok kuvvetli şekilde dikkat çektiği bir noktaydı. Dewey, kapitalizm ile liberalizmin, modern toplumun ekonomik gelişmesinin sonucu olarak bağdaşmaz hale gelmiş olduğunu savundu:
Toplumun maddi kaynaklarına bir avuç kişi tarafından el konulmasının arkasında, onlara sahip olan bireylerin değil ama insanlığın ortak çalışmasının ürünü olan kültürel, ruhsal kaynaklara bir avuç kişinin kendi amaçları doğrultusunda el koyması yatmaktadır. Demokrasinin başarısızlığının kaynağı kavranıp, aklın toplumsallaştırılmış bir şekilde genişlemesini teşvik edecek toplumsal örgütlenme türünü meydana getirecek adımlar atılmadıkça, demokrasinin başarısızlığından söz etmek boşunadır. [13]
Verfassungsschutz’un ikiyüzlülük ve hilekarlıkla dolu yanıtı, demokratik teori ile ilgili değildir. O, Dewey’den değil, Carl Schmitt ile Josef Goebbels’den ilham almaktadır. Verfassungsschutz, açıkça, kapitalizme yönelik muhalefet dosdoğru mevcut siyasal ve ekonomik örgütlenme biçimlerine muhalefete yol açtığı için, Marksist düşüncelerin yasal olamayacağını savunmaktadır. O, demokrasi, kapitalizm ve özel ekonomik çıkarlar arasında kopmaz bir bağ olduğunda ısrar etmektedir. Marksist ve Troçkist görüşler yasal yollarla yayılıyor olsa bile, devrimci bir altüst oluş endişesi yaratmaktadır. Dolayısıyla, bu düşünceler yasaklanmalı ve bastırılmalıdır.
SGP’nin emperyalizmi ve militarizmi alenen suçlaması da, mevcut düzen için, partinin kapitalizme yönelik muhalefetinden daha az tehlikeli değildir. Verfassungsschutz, Christoph Vandreier yoldaşın, 2017’de, partinin savaşa karşı mücadelesini açıkladığı bir radyo röportajından şu bölümü örnek olarak gösteriyor:
Savaşı önlemek için yapmanız gereken, uluslararası sosyalist bir hareket yaratmaktır. Bizzat kitlelerin siyasi olaylara müdahale etmesi gerekiyor. Onlar, sosyalist bir perspektif temelinde kapitalizmi uluslararası ölçekte yıkmalı ve ulus devlet sisteminin üstesinden gelen; dünyanın ulus devletlere bölünmüşlüğüne ve üretim araçlarının özel mülkiyetine son veren bir toplum inşa etmeliler. [agy., syf. 34]
Verfassungsschutz’un yanıtı, anlamlı bir şekilde, SGP’nin, “bunlar kapitalist devletin ekmeğine yağ sürme tehlikesini de kapsadığı için, tekil bireysel şiddet eylemlerini reddettiğini” tamamen kabul ediyor. [agy., syf. 40] Ancak rapor, daha sonra, “bu reddediş, yalnızca ‘şiddet uygulayan tekil bireyler’ için geçerlidir; ‘işçi sınıfının kolektif mücadelesi’ için değil,” diye vurguluyor.
Verfassungsschutz, hiçbir koşul altında, bu tür kitlesel mücadelelerin yasal ve “liberal demokratik düzen” ile uyumlu olarak görülemeyeceğini ısrarla vurguluyor. İşçi sınıfı, demokratik haklarına yönelik faşist saldırılara karşı bile kendini savunma hakkından mahrum bırakılıyor. Rapor, Troçki’nin, Geçiş Programı’ndaki, “işçilerin meşru müdafaa grupları oluşturması gerekliliğini yaymak gerekiyor,” ifadelerini suçluyor. Bu talep, Hitler’in Almanya’yı, Mussolini’nin İtalya’yı yönettiği ve ABD’deki grevci işçilerin ciddi biçimde silahlandırılmış ve örgütlenmiş faşist mangalarıyla düzenli olarak karşı karşıya geldiği bir dönemde formüle edilmişti; kapitalist devletin baskı güçlerinden bahsetmiyoruz bile.
Verfassungsschutz, Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni, makaleleri “okurlara açıkça ‘Markist çözümleme’ye dayanan ‘sosyalist bir yönelim’ kazandırmayı amaçlıyor,” diyerek suçluyor. [agy., syf. 48] Rapor, SGP’nin yayınevi Mehring Verlag’dan, “diğer şeylerin yanı sıra, hem Troçki’nin eserlerinin Almanca çevirilerini hem de David North’un eserlerini yayınlıyor,” diye söz ediyor. [agy., syf. 48]
SGP ve DEUK, Verfassungsschutz’un demokratik haklara yönelik saldırısının başlıca ve doğrudan hedefidir. Raporun yazarları siyasi cahiller değiller. Açıkça, partimizin belgelerine; ayrıca, Troçki’nin ve Marx ile Engels’e kadar uzanan sosyalizmin büyük teorisyenlerinin eserlerine üşüşmüşler. Verfassungsschutz, SGP’yi ve DEUK’u, çağdaş Marksçı sosyalizmin herkesçe kabul edilmiş sürdürücüleri olarak gördüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Ancak bunun olası yasal sonuçları, partimizin düşüncelerinin çok ötesine geçmektedir. Willensstrafrecht anlayışının getirilmesi, kapitalizme, emperyalizme, toplumsal eşitsizliğe ve savaşa yönelik her türlü muhalefet biçimini suç olarak saymayı amaçlamaktadır. Verfassungsschutz’un belgesi, sosyalizme yönelik, işçi sınıfının hoşnutsuzluğunun ve siyasi radikalleşmesinin artmasından duyulan korkudan kaynaklanan şiddetli düşmanlığa görünüşte yasal bir biçim vermektedir. Bu korku ve düşmanlık, faşist düşünceleri meşrulaştırma çabalarını körüklüyor. SGP’nin teşhir etmek için elinden geleni yaptığı Profesör Jörg Baberowski, bir çeşit yalıtılmış ve ayrıksı bir akademisyen değildir. Tersine o, 1920’lerde ve 1930’larda iyi bilinen bir toplumsal olgu olan faşist entelektüel tipinin son derece aktif ve görünür temsilcisidir.
Azımsanmayacak sayıda açıkça faşist teorisyen —bir kısmı geçmişten (örneğin, Carl Schmitt ve Julius Evola) ama çoğu hayatta ve aktif (Alain de Benoist, Paul Gottfried ve Alexander Dugin gibi)— fikirleri hükümetin politikalarında ifadelerini buldukça, gitgide daha belirgin hale geliyorlar. Bu faşist ideologların çoğu bilinmiyor ama bu onların siyasi önemini azaltmıyor.
Egemen seçkinler ve onların temsilcileri, gerici politikalarının ve siyasi ajitasyonlarının faşist ilham kaynağına dikkat çekmenin akıllıca olmayacağının farkındalar. Yakın dönemde yayınlanan Radikal Sağın En Önemli Düşünürleri adlı kitabın editörü, şu uyarıda bulunuyor:
[Yunanistan’daki] Altın Şafak’ın ya da [Macaristan’daki] Jobbink’in seçmenlerinin neredeyse hiçbiri Evola’yı duymamış olacak ve hatta daha azı, onun cinsiyet, savaş ve paganizm üzerine görüşlerini paylaşacaktır ama Evola’nın düşüncesi, politikacıları web sitelerine ne koydukları ve hangi yazarlar ve yayıncılar için yazdıkları konusunda daha temkinli olan diğer ülkelerin politikası için olduğu gibi, Yunan ve Macar politikasında hala dolaylı önem taşıyor. Örneğin, ABD’de, Başkan Trump’ın eski “baş stratejisti” Steve Bannon, Evola’ya ve Dugin’e yalnızca dolaylı olarak atıfta bulundu ve hem Evola’ya hem Dugin’e ilham veren Fransız ezoterik Guénon’a yönelik takdirini sadece bir kez dile getirdi. Radikal Sağ’ın bu en önemli düşünürleri, Amerika’da, Fransa’da, Yunanistan’da, Rusya’da ve Macaristan’da, Sağ’ın canlandığı her yerde önem taşımaktadır. [14]
Faşizmin ideolojik ve siyasi canlanması, Stalinist rejimlerin dağıtılmasının ve kapitalizmin yeniden kurulmasının hemen ardından geliştirilmiş olan “kapitalizmin zaferi” ve “Marksizmin ölümü” anlatılarının iflasını gözler önüne sermektedir. Bu anlatılar, büyük ölçüde, gerekli sloganlarla birlikte, siyasi propaganda işlevi görecek şekilde oluşturulmuşlardı. Onlarda çözümleme adına çok az şey vardı. Fakat neredeyse tüm yanıtların (ister Stalinist rejimlerin dağıtılmasını alkışlamış olsunlar, isterse buna moral bozukluğuyla karşılık vermiş olsunlar) altında yatan bir varsayım, Doğu Avrupa’da ve eski SSCB’de yaşanan altüst oluşların, küresel düzenin, Amerika Birleşik Devletleri ve bütün diğer büyük emperyalist güçler için henüz fark edilmemiş ama geniş kapsamlı sonuçları olan daha geniş bir kriziyle ilişkisiz olduğuydu.
Uluslararası Komite tarafından geliştirilen çözümleme, olaylar ortaya çıkarken bile, haklı bir şekilde benzersiz olarak tanımlanabilecek bir tarih bilinçli öngörü düzeyi gösteriyordu. Uluslararası Komite’nin Mayıs 1990’da düzenlenen Onuncu Plenumu’nda, Doğu Avrupa’daki Stalinist rejimlerin dağıtılmasının önemi üzerine kapsamlı bir tartışma söz konusuydu. 6 Mayıs’ta başlayan uzun tartışma sırasında şunları belirtmiştim:
Kuşkusuz, Doğu Almanya’da meydana gelen olaylar ve BSA’nın [Bund Sozialistische Arbeiter / Sosyalist İşçi Birliği] Doğu Almanya’daki deneyimleri çok önemli ve tartışılıp çözümlenmeliler. Ama tartışmanın bu noktasında, bu olaylara uluslararası çözümlememiz çerçevesinde yaklaşmamız ve dünya durumunu nasıl anladığımıza ilişkin belirli sonuçlara varmamız gerekiyor.
Doğu Avrupa’da, sadece, kapitalizmi geri getirme yöneliminin işçi sınıfından direnişle karşılaşacağı savından yola çıkarak bir perspektif geliştirebileceğimize inanmıyorum. Bu [sav] elbette doğru fakat daha temel sorunlar söz konusu. Çözümlememizin merkezinde, şu anda tanık olduğumuz şeyin, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda emperyalizmin Stalinizmin yardımıyla kurmuş olduğu bütün ilişkilerin parçalanması olduğu ısrarı olmuştur.
Doğu Avrupa’da meydana gelen olaylar için yapılabilecek iki olası yorum var. Bunun, kapitalizmin sosyalizm karşısındaki tarihi bir zaferini temsil ettiği; işçi sınıfının çok büyük bir tarihsel yenilgiye uğradığı; sosyalizm perspektifinin özünde iflas ettiği ve yepyeni bir kapitalist gelişme döneminin eşiğinde olduğumuz söylenebilir. Ya da —ki bu elbette Uluslararası Komite’nin bakış açısıdır ve bizi bütün diğer eğilimlerden ayırmaktadır— emperyalist düzenin çökmesinin, büyük çaplı siyasal ve toplumsal mücadeleler sırasında uluslararası ölçekte çözüme ulaştırılacak çok derin bir dengesizlik dönemini başlattığı; bugün baskın olanın, 1930’lardan bu yana benzeri görülmemiş bir istikrarsızlık seviyesi olduğu söylenebilir. Çözümlememiz, kendisini, kuşkusuz, Doğu Avrupa’daki olayların ilk aşamasının sonucuna dayandıramaz. Aksi takdirde, geriye çok karamsar bir sonuç kalır diye düşünüyorum.
Tartışma, 7 Mayıs’ta da devam etti. II. Dünya Savaşı sonrası eski düzenin çöktüğünü teşhis ederken, dünya kapitalizminin uzun süreli ve barışçıl bir gelişimini mümkün kılacak yeni bir küresel dengenin hızla kurulmasını öngörüyor muyduk? Bu soruyu şöyle yanıtlamaya çalışmıştım:
Bu sorunun, bir yanıta ulaşırken göz önünde bulundurmamız gereken iki yönü bulunuyor: ilki, emperyalist güçler arasındaki ilişki ve ikincisi, sadece ulusal ölçekte değil ama dünya ölçeğinde, sınıflar arasındaki ilişki. Soru şu: emperyalistler, yeni ve istikrarlı bir dengeyi barışçıl bir şekilde geliştirebilecekler mi? …
Belirleyici soru budur: emperyalistlerin, yeni bir küresel güç dengesine, yeni bir uluslararası dengeye barışçıl ve uyumlu bir biçimde ulaşabilmeleri bekleniyor mu? Uluslararası uyum adına ulusal çıkarlarını feda etmeye razı olacaklar mı? Bu sorulara “Evet” yanıtı vermek şunları varsayar 1) burjuvazi, geçmişte olduğundan tamamen farklı bir şekilde davranacak ve 2) bugün emperyalistler arasında var olan çelişkiler, 1914 ile 1939’da olduğundan daha küçük bir büyüklükte.
Burjuvazinin, geçmiş tarihsel deneyimin tersine, böylesi “aydınlanmış” bir yol izlemesinin teorik olarak mümkün olduğu kabul edilse bile; yani, bir ulusal burjuva güç olarak kendi çıkarlarına çok temel açılardan zararlı düzenlemelere girmeye hazır oldukları varsayılsa bile, herhangi bir ulusal burjuvazinin uluslararası alanda verdiği tavizlerin ulusal sınırlar içinde telafi edilmesinin gerekeceği gerçeği varlığını korur. Ulusal burjuvazinin emperyalist rakiplerine verdiği ödünler, işçi sınıfına yönelik artan baskıyla telafi edilecektir.
Ve bu noktada, ikinci meseleye; yani uluslararası sınıf ilişkilerinin durumuna geliyoruz. Böyle bir dengenin barışçıl bir şekilde geliştirilebileceğini farz edersek, yeni dengeye, böyle bir dengeye devrimci boyutlarda bir sınıf mücadelesine yol açmaksızın ulaşılabilir mi? Önderliğinin ihanetine bağlı olmaksızın, bugün işçi sınıfı yüzyıl dönümünde olduğundan çok daha büyük bir toplumsal gücü temsil etmektedir. Tarihin saatinin geri dönmesi söz konusu değildir. [15]
Bu çözümlemenin doğruluğu kanıtlanmıştır. Ancak bugün DEUK’un yaklaşık otuz yıl önce bu denli açık bir şekilde tespit etmiş olduğu krizin çok ileri bir aşamasında bulunuyoruz. O zaman, bu krizin devrimci mücadelede yeni bir kabarmaya yol açacağını öngörmüştük. Şu anda bu kabarmanın başlangıcına tanık oluyoruz.
Bu bizi en kritik soruya getiriyor. Kökenleri 1923’e dayanan Troçkist hareketin uzun tarihsel gidişatının izlerini takip edip, gelişmesinin dört farklı aşamasını tespit ettikten sonra, çalışmamızın bugünkü aşaması nasıl nitelendirilmelidir?
Bugün, uluslararası işçi sınıfının yeni bir devrimci kabarması ile Uluslararası Komite’nin siyasi faaliyetinin kesişmesine tanık oluyoruz. Çözümlediğimiz dünya krizi, Uluslararası Komite’nin gitgide daha etkin ve doğrudan katılımcısı olduğu bir krizdir.
Pablocuları hareketten çıkarma yönündeki son derece önemli hazırlık çalışması, dünya partisinin enternasyonalist bir temelde yeniden inşa edilmesi, DEUK’un uluslararası stratejisinin büyük bir dikkatle geliştirilmesi, Uluslararası Komite’nin birliklerinin partilere dönüştürülmesi ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kurulması, dördüncü dönemin başlıca başarılarıydı. Bu başarılar, Uluslararası Komite’nin siyasi etkisinde muazzam bir genişlemeyi ve üyelerinde dikkate değer bir büyümeyi mümkün kıldı. Bu aşama, sona ermiştir.
Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, Troçkist hareketin tarihindeki beşinci aşamaya girmiştir. Bu, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak DEUK’un muazzam bir büyümesine tanıklık edecek olan aşamadır. Uluslararası Komite’nin 30 yılı aşkın bir süre önce tespit etmiş olduğu nesnel ekonomik küreselleşme süreçleri, devasa bir gelişme kaydetmiştir. İletişimi devrimcileştiren yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birleşen bu süreçler, sınıf mücadelesini, 25 yıl önce bile güçlükle hayal edilebilecek derecede uluslararasılaştırmıştır. Devrimci işçi sınıfı mücadelesi, birbirine bağlanmış ve birleşmiş bir dünya hareketi olarak gelişecektir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bu nesnel sosyoekonomik sürecin bilinçli siyasi önderliği olarak inşa edilecektir. DEUK, emperyalist savaş biçimindeki kapitalist politikaya, sınıf temelli dünya sosyalist devrimi stratejisi ile karşı koyacaktır. Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki yeni aşamanın temel tarihsel görevi budur.
Verfassungsschutz’un Almanya şubemize yönelik saldırısı, egemen seçkinlerin, hareketimizin programının ve düşüncelerinin işçi sınıfı içinde büyük bir izleyici kitlesi kazanma potansiyeline sahip olduğunu kabul ettiğine ilişkin net bir siyasi açıklamadır. Rapor, SGP’nin Eylül 2017’deki federal seçimde sadece küçük bir oy aldığını belirtiyor. Fakat Verfassungsschutz, hemen ardından şu uyarıyı ekliyor: “Öte yandan, davacı, Almanya federal seçimlerine katılması üzerinden (bununla bağlantılı olarak kamu yayın kuruluşlarındaki seçim tanıtımı da dahil), kesinlikle belirli derece bir toplumsal bilinirlik ve ilgi elde etti.”
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SGP) siyasi önemine ilişkin bu kabul, bir anlamda, bir övgüdür. Ama aynı zamanda bir tehdittir ve ciddiye alınmalıdır. Buna karşı siyasi ve pratik önlemler alınması gerekiyor.
Sınıf mücadelesinin bu küresel gelişiminin taleplerini karşılamak için, Uluslararası Komite’nin kadrolarının, dünya partimizin tüm teorik ve siyasi sermayesinden yaralanması gerekmektedir. Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki bu yeni, beşinci aşama sırasında partinin çalışmalarını geliştirecek olan temel budur.
Dipnotlar:
[1] Leon Trotsky and the Development of Marxism [Lev Troçki ve Marksizmin Gelişimi], (New York: Labor Publications, 1985), syf. 18-19
[2] Lectures on the Philosophy of World History [Dünya Tarihi Felsefesi Üzerine Dersler], George Wilhelm Friedrich Hegel, çeviren H. B. Nisbet (Cambridge University Press, 1973), syf. 20
[3] “Feuerbach and the End of Classical German Philosophy” [“Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu”], Marx Engels Collected Works [Marx Engels Toplu Eserler] içinde, Cilt 26 (Moskova: Progress Publishers, 1990), syf. 388
[4] Age., syf. 389
[5] Problems of Everyday Life [Gündelik Hayatın Sorunları], Lev Troçki (New York: Pathfinder, 1973), syf. 137–38
[6] https://www.marxists.org/archive/trotsky/1928/3rd/ti01.htm#p1-01
[7] “A Contribution to a Critique of G. Healy’s ‘Studies in Dialectical Materialism’” [“G. Healy’nin ‘Diyalektik Maddecilik Araştırmaları’nın Eleştirisine Katkı”] içinde alıntı, Fourth International, Cilt 13, Sayı 2, Sonbahar 1986, syf. 17
[8] The Historical and International Foundations of the Socialist Equality Party (Detroit: Mehring Books, 2008), syf. 59. Türkçe çevirisi için bakınız: Tarihsel ve Uluslararası Temellerimiz – Sosyalist Eşitlik Partisi (ABD) (İstanbul: Mehring Yayıncılık, 2017), syf. 81
[9] Workers League Internal Bulletin [İşçiler Birliği İç Bülteni], Cilt 3, Sayı 4, Haziran 1989, syf. 5
[10] https://www.marxists.org/archive/trotsky/1938/10/foundfi.htm
[11] Ernest Mandel: A Rebel’s Dream Deferred [Ernest Mandel: Bir Asinin Ertelenmiş Hayali], Jan Willem Stutje (Londra ve New York: Verso, 2009) syf. 240
[12] Workers League Internal Bulletin, Cilt 3, Sayı 4, Haziran 1989, syf. 7
[13] John Dewey, The Later Works [John Dewey, Sonraki Eserler], Cilt 11, düzenleyen Jo Ann Boydston [Carbondale ve Edwardsville: Southern Illinois University Press, 1991], syf. 39
[14] Key Thinkers of the Radical Right: Behind the New Threat to Liberal Democracy [Radikal Sağın En Önemli Düşünürleri: Liberal Demokrasiye Yönelik Yeni Tehdidin Ardındakiler], düzenleyen Mark Sedgwick (Oxford University Press, 2019), syf. xxv
[15] Workers League Internal Bulletin, Cilt 4, Sayı 7, Haziran 1990, syf. 13–17