İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırısı onuncu ayına girerken, Netanyahu rejimi ve onun ABD’li emperyalist patronları ve silah tedarikçileri, Ortadoğu’yu durmaksızın felaketin eşiğine ve topyekûn bir bölgesel savaş uçurumuna doğru itiyor.
İsrail, hem hesaplanmış bir provokasyon hem de aşırı pervasız bir eylemle, Hamas’ın siyasi kanadının lideri İsmail Haniye’yi Çarşamba sabahı erken saatlerde İran’ın başkentinde öldürdü.
İran’ın yeni cumhurbaşkanının yemin törenine katılmak üzere Tahran’da bulunan Haniye, İranlı yetkililer tarafından ülke dışından fırlatıldığı söylenen güdümlü bir füzenin kaldığı yerleşkeye isabet etmesi sonucu korumasıyla birlikte öldürüldü.
Bu küstah suç eyleminden sadece saatler önce, İsrail’e ait insansız hava araçları Beyrut’un yoğun nüfuslu bir bölgesinde beş katlı bir binayı yerle bir etti. İsrail hükümeti tarafından “hedef gözeterek” yapıldığı söylenen insansız hava aracı saldırısında beş kişi öldü ve apartman sakinlerinden çok sayıda kişi de yaralandı. Ölen beş kişi arasında Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın sağ kolu olduğu söylenen Fuad Şükür ile 10 ve 6 yaşlarında iki çocuk da bulunuyordu.
Gazze doğumlu 62 yaşındaki Haniye, Gazze savaşında uzun süren barış görüşmelerinde Hamas’ın baş müzakerecisiydi.
Barış müzakerelerine ev sahipliği yapan Katar Başbakanı Şeyh Muhammed bin Abdulrahman es-Sani, X’te yaptığı bir paylaşımda “Bir taraf diğer tarafın müzakerecisine suikast düzenlerken arabuluculuk nasıl başarılı olabilir?” diye sordu.
Gerçek şu ki, müzakereler, Biden-Harris yönetiminin organize ettiği düzmece bir girişimdir. ABD, Kanada ve Avrupalı emperyalist güçlerin tam desteğini alan İsrail, bu müzakereleri Filistin sorununa “nihai çözüm” getirmek amacıyla kitlesel katliam, etnik temizlik ve sivil altyapının tahrip edilmesi için bir sis perdesi olarak kullanmıştır.
Haniye’nin yargısız infazı bir savaş suçudur. Bu infazın İran topraklarında ve yeni Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın göreve başlaması dolayısıyla düzenlenen törenlerin ardından gerçekleştirilmiş olması, suç ve provokasyonun boyutlarını daha da arttırmaktadır.
İsrail’in saldırısının amacı İran’ı küçük düşürmek, yönetimini istikrarsızlaştırmak, güvenlik güçlerine olan güveni sarsmak ve son olarak da İran’ı karşılık vermeye zorlayarak daha fazla saldırganlığa bahane yaratmaktır. Haniye ölümünden birkaç saat önce İran’ın Dini Lideri Ayetullah Hamaney ile görüşmüştü.
Soykırım peşinde koşan ve dünyanın önde gelen tıp dergilerinden Lancet’e göre Gazze Savaşı sırasında 186 bin kişinin ölümünden sorumlu olan İsrail hükümeti için gerçekten de sınır tanımamaktadır. Yine de, son yedi yıldır Hamas’ın siyasi bürosuna başkanlık eden ve öncesinde Gazze’deki sivil idareyi yöneten Haniye’nin infazı, uluslararası ilişkilerde yeni bir hukuksuzluk ve vahşet düzeyini temsil etmektedir. Karşılaştırma yapmak gerekirse, İsrail’in Hamas’ın siyasi kanadının başındaki kişiyi füze saldırısıyla öldürmesi, Rusya’nın Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’i Washington ya da Berlin’i ziyaret ettiği sırada insansız hava aracıyla öldürmesine benzemektedir.
Emperyalist başkentler için bu durum en ufak bir utanç kaynağı bile değildir. İsrail’in Tahran ve Beyrut’taki saldırılarına verdikleri genel yanıt, İran ve Hizbullah’ı tehdit etmek ve İsrail’in “kendini savunmasına” olan sarsılmaz bağlılıklarını bir kez daha teyit etmek oldu.
İsrail’in her gerilimi tırmandırmasının ardından artık alışılageldiği üzere, Washington, Londra, Berlin ve Paris’ten, İran ve müttefiklerini büyüyen savaş tehlikesinden sorumlu tutan ve geri çekilmelerini talep eden açıklamalar gelmeye başladı. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock “Hizbullah’ın İsrail’e yönelik saldırıları durmalı,” diye haykırdı ve ekledi: “Bölgesel bir çatışmayı önlemek önemli.”
ABD’nin BM Büyükelçi Yardımcısı Robert Wood, Çarşamba günü öğleden sonra Güvenlik Konseyi’nde düzenlenen acil oturumda, “Güvenlik Konseyi’ni, Hizbullah’ın tekrarlanan saldırılarına karşı kendisini savunan İsrail’in yanında yer alarak Hizbullah’a açık bir mesaj göndermeye çağırıyoruz,” dedi. Aynı minvalde devam eden Wood, Güvenlik Konseyi’nden, “İran’ı sorumlu tutmak ve onun terörist vekillerinin tekrarlanan eylemlerinin üzerine gitmek” için muhtemelen yeni yaptırımlar da dahil olmak üzere adımlar atmasını talep etti.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken Çarşamba günü erken saatlerde ABD’nin İsrail’in Tahran’da Haniye’ye düzenlediği suikasttan “haberdar olmadığını ya da bu suikasta karışmadığını” iddia etti. Tel Aviv’in operasyonel detayları paylaşmadığı kabul edilse bile Washington’ın elleri bu kanlı suça bulaşmış durumdadır. Blinken, Savunma Bakanı Lloyd Austin ve diğer Beyaz Saray yetkilileri, alenen İsrail’i Hamas ve müttefiklerine karşı daha fazla “hedef gözeten” suikastlar düzenlemeye teşvik ediyordu. Dahası, sözde “barış görüşmeleri” sırasında bile Washington, Katar’a Hamas’ın sürgündeki lider kadrosunu sınır dışı etmesi için baskı yapıyordu.
İsrail Başbakanı Netanyahu, halkı savaşın genişlemesine hazırlayan kaygı verici bir bildiri yayımladı: “İsrail vatandaşları, önümüzde zorlu günler var. Beyrut’taki saldırıdan bu yana her yönden tehdit sesleri yükseliyor. Her türlü senaryoya hazırlıklıyız [ve] her türlü saldırganlığın bedelini ağır bir şekilde ödeteceğiz.”
Netanyahu’nun geçen hafta Washington’a yaptığı ve Başkan Biden, Başkan Yardımcısı ve Demokratik Parti’nin muhtemel başkan adayı Kamala Harris ile de görüştüğü ziyaretten bu yana İsrail adeta kudurmuş durumdadır. İsrail, Beyrut ve Tahran saldırılarının yanı sıra güney Lübnan, Suriye ve Irak’ta da saldırılar düzenledi. İsrail 20 Temmuz’da Yemen’de Husi isyancıların kontrolündeki Hudeyde limanını vurdu.
İsrail’in savaşı tırmandırmasının zamanlaması, Netanyahu’nun ziyareti sırasında, Gazze soykırımının büyük bir bölgesel çatışmaya dönüşmesine Washington tarafından yeşil ışık yakıldığını açıkça ortaya koymaktadır. İsrail başbakanı, gezisinin kamuya açık en önemli etkinliği olan 24 Temmuz’da Kongre’nin ortak oturumunda yaptığı konuşmada, sözlerinin çoğunu İran’ı hedef alan savaşçı suçlamalara ayırmıştı. Tıpkı Gazze’de neredeyse hiç sivil kayıp olmadığını iddia ettiği gibi gerçekleri ters yüz ederek, Tahran’ı saldırgan olarak resmetti. Netanyahu, coşkulu alkışlar arasında, İran ve müttefikleriyle savaşırken İsrail’in Amerika’nın savaşını yürüttüğünü ve soykırım yöntemleri kullanırken ve uluslararası hukuku çiğnerken Washington’ın sonsuz desteğini hak ettiğini ilan etti. Netanyahu “Eğer İsrail’in eli kolu bağlanırsa, sırada Amerika var,” diyordu.
Savaşın önümüzdeki günlerde ve haftalarda tam olarak nasıl gelişeceği kesin olarak söylenemez. Tartışmasız olan şey, İsrail rejiminin ve başta Washington olmak üzere emperyalist destekçilerinin krizinin ve başlattıkları savaşın mantığının (peşinde koştukları yağmacı amaçların ve bunları artan şiddet ve pervasızlıkla gerçekleştirmeye çalışmalarının), ABD’nin İran ve müttefiklerine yönelik saldırıya katılmasıyla birlikte, kaçınılmaz olarak bölge çapında bir Ortadoğu savaşına yol açacağıdır.
Böyle bir savaş hızla çeşitli bölgesel ve büyük güçleri içine çekebilir ve küresel bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir. Söz konusu olan, dünyanın en büyük petrol ihracatçısı ve aynı zamanda Avrupa, Asya ve Afrika’nın kesişme noktasındaki konumu nedeniyle muazzam bir jeostratejik öneme sahip bir bölgenin kaderi olacaktır.
ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler, Gazze savaşını Ortadoğu üzerinde dizginsiz emperyalist egemenlik kurma planlarını hayata geçirmenin ilk adımı olarak gördükleri için İsrail’i soykırımında sonuna kadar destekliyorlar. Dahası, Biden ve Blinken’in de açıkça belirttiği gibi, İsrail’le birlikte yürüttükleri savaş, gelişmekte olan küresel bir savaşın yalnızca bir cephesidir. Ortadoğu üzerinde hakimiyet kurmak, ABD ve NATO güçlerinin halihazırda savaş halinde olduğu Rusya’ya boyun eğdirmek ve Çin’e karşı yürütülen çok yönlü askeri-stratejik ve ekonomik saldırıda üstün gelmek için kritik bir öneme sahip olarak görülmektedir.
1930’ların sonlarında olduğu gibi, çeşitli bölgesel çatışmalar kaçınılmaz bir şekilde yeni bir emperyalist dünya savaşı halini alıyor. Böyle bir felaketin önlenmesi için küresel işçi sınıfı bağımsız bir siyasi güç olarak harekete geçirilmeli, emperyalist savaşa ve onun kaynağı olan kapitalist sisteme karşı mücadelede birleştirilmelidir.
Sosyalist Eşitlik Partisi’nin 24 Temmuz’da ABD Kongresi’nin ortak oturumu sırasında Kongre önünde düzenlediği gösteri, savaşa, kapitalizmin yol açtığı yıkımlara ve demokratik hakların savunulmasına karşı mücadeleyi toplumsal eşitlik ve işçi iktidarı uğruna mücadeleyle birleştirerek, böyle bir mücadelenin programatik temellerini ortaya koymuştur.