Erdoğan İsrail’e askeri müdahale tehdidinde bulunurken Ortadoğu’da tehlike çanları çalıyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Pazar günü memleketi Rize’de yaptığı açıklamada “Filistinlileri korumak” adına İsrail’e askeri müdahalede bulunabileceklerini açıkladı.

Erdoğan, “Biz çok güçlü olmalıyız ki bu İsrail, Filistin’e bunları yapamasın. Biz nasıl Karabağ’a girdiysek, nasıl Libya’ya girdiysek bunun benzerini aynen onlara da yaparız. Yapmamak için hiçbir şey yok. Sadece biz güçlü olmalıyız ki bu adımları atalım,” dedi.

Erdoğan’ın İsrail’e müdahale sözlerine İsrail Dışişleri Bakanı İsrael Katz X’te “Erdoğan, Saddam Hüseyin’in izinden gidiyor ve İsrail’e saldırı tehdidinde bulunuyor. Orada ne olduğunu ve nasıl bittiğini hatırlamasına izin verin” cevabını verdi. Irak’ın eski devlet başkanı Saddam Hüseyin ABD işgali sonrası 2006’da idam edilmişti.

5 Şubat 2020 tarihli bu fotoğrafta Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara'da mecliste yaptığı bir konuşma sırasında üzerinde Filistin haritalarının yer aldığı bir döviz tutuyor. Döviz üzerinde tarihi Filistin, 1947 Birleşmiş Milletler Filistin bölünme planı, Filistin toprakları ile İsrail arasındaki 1948-1967 sınırları ve Filistin topraklarının İsrail tarafından ilhak edilmiş bölgeleri ve yerleşimleri içermeyen güncel bir haritası yer alıyor. [AP Photo/Burhan Ozbilici]

Türkiye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada Saddam Hüseyin benzetmesine Hitler benzetmesi ile karşılık verdi. Açıklamada “Soykırımcı Hitler’in sonu nasıl olduysa, soykırımcı Netanyahu’nun sonu da öyle olacak. Soykırımcı Naziler nasıl hesap verdiyse, Filistinlileri yok etmeye çalışanlar da öyle hesap verecek. İnsanlık, Filistinlilerin yanında duracak. Filistinlileri yok edemeyeceksiniz,” denildi.

ABD-NATO emperyalizminin iki gerici müttefiki olan İsrail ve Türk burjuvazileri arasındaki tehlikeli tırmanış, Gazze’deki ABD-NATO destekli İsrail soykırımının Ortadoğu çapında bir savaşa yol açabileceğine dair bir uyarı olarak görülmelidir. ABD Gazze soykırımını İran’a ve müttefiklerine karşı bölgesel bir savaşı tırmandırmada basamak olarak kullanırken, İsrail Lübnan’a karşı saldırı hazırlıklarını yoğunlaştırıyor.

Erdoğan’ın açıklaması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun 24 Temmuz’da ABD Kongresi’ndeki konuşmasının ve Çin’in Filistinli örgütler arasında bir anlaşmaya ev sahipliği yapmasının ardından geldi.

Erdoğan Netanyahu’nun Washington ziyaretiyle ilgili Cumartesi günü yaptığı açıklamada hem ABD’yi hem de İsrail’i hedef alarak şunları söylemişti: “Önceki gün Amerikan Temsilciler Meclisi’ndeki o rezil sahneleri hep beraber seyrettik. Açıkçası orada gördüklerimiz karşısında insanlık adına biz utandık… Netanyahu gibi birine kırmızı halı sermek, çok daha ileri gidip yalanlarını elleri şişinceye kadar alkışlamak, Amerika için büyük bir akıl tutulmasıdır.”

Geçtiğimiz hafta Pekin’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih dahil 14 Filistinli örgüt, “Pekin Deklarasyonu”na imza atmıştı. Ankara’nın bir rol oynamadığı anlaşmaya göre, tüm örgütlerin Mahmud Abbas’ın başkanlığındaki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında birliği sağlanacak ve geçici bir ulusal uzlaşı hükümeti kurulacak.

Filistin Yönetimi Başkanı Abbas, Netenyahu’nun ABD ziyareti ile aynı günlere denk gelecek şekilde, Türkiye’ye daveti edilmişti. Abbas’ın bu daveti kabul etmemesi karşısında Erdoğan şu sözlerle tepki göstermişti: “Davet ettiğimiz halde gelmeyen Sayın Abbas, kusura bakmasın önce bizden ayrıca özür dilemesi lazım.”

NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan ve çok sayıda ABD-NATO üssüne ev sahipliği yapan Türkiye’de Erdoğan hükümetinin Gazze soykırımına cevabı ikiyüzlülükle damgalanmıştır. Hükümetin 7 Ekim’den sonraki ilk tepkisi temkinli ve itidalli davranmak yönündeydi. İsrail devleti ile Hamas’a eşit aktörlermiş gibi ateşkes çağrısı yaparak masaya çağırdı.

7 Ekim olayları, Türkiye’nin son birkaç yıldır yürüttüğü ve temelinde Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları üzerine çıkarların yattığı İsrail’le normalleşe sürecini baltalamıştı. Ankara ayrıca ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya egemen olma yöneliminin sonucunda İran’a karşı Türk burjuvazisinin çıkarlarını zedeleyecek bir savaşın içine çekilebileceğinden korkuyor.

Halkın İsrail ile ticaretin durdurulması talebi hükümet tarafından Mayıs ayına kadar ısrarla görmezden gelinip reddedildi. Gazze’deki soykırımın ortasında hükümet İsrail ile diplomatik ve ekonomik bağları uzun süre sürdürdü ve İsveç’in üyeliğini kabul ederek soykırımı destekleyen NATO’nun genişlemesine onay verdi. Nüfusun ezici çoğunluğunun emperyalizm ve Siyonizm karşıtı duygulara sahip olduğu Türkiye’de bu durum, 31 Mart’taki seçimlerde Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) büyük oy kaybına uğramasında bir etken olmuştu.

Erdoğan tepkiler karşısında İsrail’le ticareti kesse ve söylemlerini sertleştirse de Türkiye’deki ABD-NATO üsleri İsrail’e destek vermeyi sürdürüyor. Dahası Türkiye, Azerbaycan’ın İsrail’e kritik petrol sevkiyatına aracılık yapmaya da devam ediyor.

Erdoğan’ın İsrail’e karşı askeri müdahale tehdidi, içeride hayat pahalılığı ve yoksullaşma karşısında toplumsal muhalefetin arttığı bir döneme denk geliyor. Temmuz itibarıyla resmi yıllık enflasyon yüzde 70’in üzerindeyken, Erdoğan hükümeti kemer sıkma politikasını yoğunlaştırıyor. Hükümet tüm işçilerin yaklaşık yarısının maaşı olan asgari ücrete zam yapmayı reddetti. Asal Araştırma’nın yaptığı bir ankete göre, katılımcıların yüzde 64,6’sı Türkiye’nin en önemli sorununun “hayat pahalılığı” olduğunu söylediler.

Bununla birlikte, Erdoğan’ın Libya ve Dağlık Karabağ’dakine benzer şekilde İsrail’e bir müdahalede bulunma açıklaması boş bir tehdit olarak görülmemelidir. Geçtiğimiz yıl Azerbaycan, Ermenistan’ın kontrolündeki Dağlık Karabağ’a askeri operasyon düzenlemişti. Türkiye’nin komuta ve silah desteğiyle yürütülen bu operasyon, Azerbaycan’ın bölgede tam kontrolü sağlaması ile sonuçlandı.

Türkiye 2011’de NATO’nun Libya’ya yönelik emperyalist müdahalesini destekledi ve İzmir ve İncirlik üslerini açarak katkıda bulundu. Sonrasında Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti’e (GNA) siyasi ve askeri destek verdi.

Türkiye ile GNA, 2019 yılında, askeri yardımı ve deniz sınırlarının çizilmesini kapsayan anlaşmalar imzaladı. Ankara ile GNA arasında imzalanan muhtıra, bir münhasır ekonomik bölge (MEB) olarak Doğu Akdeniz’in geniş bir bölümü üzerinde hak iddia ediyor. Söz konusu MEB, değerinin yüz milyarlarca dolar olduğu tahmin edilen açık deniz petrol ve doğalgaz rezervlerinin yanı sıra Yunanistan’ın Girit adasının, Kıbrıs’ın ve Mısır’ın açıklarındaki suları kapsıyor. Bu muhtıra aynı zamanda Doğu Akdeniz’deki enerji rezervlerinin kontrolünde Türkiye’yi İsrail ve Yunanistan ile karşı karşıya getirmişti.

İsrail ile Türkiye ilk kez askeri çatışmanın eşiğine gelmiyor. 2010 yılında İsrail’in Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemisine saldırıp dokuz Türkiye Cumhuriyeti ve bir ABD yurttaşını öldürmesi, iki ülke arasındaki ilişkileri kopma noktasına getirmişti.

İsrail’in Gazze’deki soykırımını ve bunun Ortadoğu çapında bir savaşa doğru tırmanışını durdurmanın yolu, işçi sınıfını emperyalizme ve onun bölgesel vekillerine karşı Ortadoğu ve dünya genelinde iktidarı almak üzere savaş karşıtı sosyalist bir hareket içinde birleştirmekten geçiyor.

Loading