Türkiye’de şirketlerin ve devletin onlarca yıldır sendikaların yardımıyla sınıf mücadelesini bastırmasına meydan okuyan önemli gelişmelere tanık olunuyor.
İstanbul ve İzmir’de çeşitli belediyelerde Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Genel-İş Sendikası tarafından işçilere sorulmadan kabul edilen satış sözleşmeleri tabanın büyük tepkisine yol açarken, İstanbul Kadıköy şube yönetimi üyeleri sadece bir dakikada sonlandırılan grevin ardından sendika merkez yönetimini protesto etmek için topluca istifa etti.
Ankara’nın Nallıhan ilçesindeki Çayırhan Termik Santrali’nin maden sahalarının özelleştirmesi kararına karşı çıkan yaklaşık 500 madenci ise Çarşamba günü sabah vardiyasında madeni işgal etti.
Sonraki vardiyaların da katılımıyla neredeyse tüm yeraltı işçilerinin yerin 350 metre altındaki madende olduğu bildirildi. 1300 yerüstü maden işçisi, eksi 5 dereceye düşen hava şartlarında yeraltındaki 800 madenciye destek eylemleri yapıyor.
Muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yönetilen İstanbul Kadıköy Belediyesi’nde işçilerin coşkuyla beklediği grev, Genel-İş Sendikası genel merkezinin CHP’li yönetimle gizlice anlaşarak ve işçilere sormadan imzaladığı satış sözleşmesi ile sona erdi. Grevin başlamasından yalnızca bir dakika sonra işçilere anlaşma sağlandığına ilişkin telefon mesajı geldi.
İşçilerin büyük tepkisi üzerine, seçimle göreve gelen Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube yönetimi Çarşamba günü bir basın açıklaması düzenleyerek istifa ettiğini duyurdu.
Basın açıklamasını okuyan Şube Başkanı Nazan Gevher Çam Ay “İşçinin iradesini temsil eden şube yönetimi son bir ayda defalarca olduğu gibi Kadıköy Belediyesi’nde de bir kez daha yok sayıldı. Haklarımızı koruyabilmek, haklarımızı alabilmek için hazırladığımız özgür toplu iş sözleşmesi bir kez daha işveren ve sendika tarafından çerçeve bir sözleşmeyle sefalet ücretlerine indirgendi.”
Ay şöyle devam etti: “… işverenle iş birliğini başka bir aşamaya çıkaran Genel-İş genel merkezini istifaya davet ediyoruz. O koltuklarda oturup işçinin iradesini yok sayan bir sendikanın şubesi olmak bizim için anlamını yitirmiştir. Biz İstanbul Anadolu Yakası 1 No’lu Şube yönetim kurulu olarak istifa ediyoruz. İşçinin hakkı olanı alması, insanca yaşam ve çalışma koşularına kavuşması için mücadele etmeye devam edeceğiz.”
Son bir ay içinde İstanbul’da Kartal, Maltepe, Ataşehir ve İzmir’de Buca gibi ilçelerde CHP’li belediyeler ile Genel-İş arasında yürütülen toplu sözleşmeler işçilerin mücadele kararlılığına rağmen benzer şekilde sonuçlandırıldı. Kartal Belediyesi işçilerinin imzalanan satış sözleşmesinin ardından fiili olarak greve devam etmesi, yine sendikanın bir ayak oyunu olan ek protokol vaatleri ile bastırıldı.
Bu durum, CHP’nin de en az Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) kadar işçi düşmanı olduğunu ve temel demokratik hakları hiçe saydığını göstermektedir.
AKP tarafından yönetilen belediyelerde de Hak-İş Konfederasyonu’na bağlı Hizmet-İş Sendikası benzer bir rol oynadı. İstanbul’da son bir ayda farklı burjuva partileri tarafından yönetilen toplam 27 belediyede, işçileri sefalet ücretlerine mahkûm eden toplu iş sözleşmeleri dayatıldı.
Bu belediyelerde net maaş sadece 30 bin Türk Lirası (TL) civarına çıkarken Türk-İş Konfederasyonu’nun her ay hesapladığı, dört kişilik bir aile için yoksulluk sınırı 66 bin lirayı geçmiş durumda. CHP’li Ekrem İmamoğlu başkanlığındaki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İstanbul Planlama Ajansı’nın (İPA) verilerine göre ise İstanbul’da 4 kişilik bir ailenin geçim maliyetinin 71 bin lirayı geçti.
Dahası, hayat pahalılığı günden güne işçilerin ücretlerini ve yaşam standartlarını geriletmeyi sürdürüyor. Ekim itibarıyla yıllık resmi enflasyon yüzde 48 olarak açıklanırken, bağımsız kuruluş ENAG’ın hesaplamasına göre yüzde 89’dur.
İşçiler, uluslararası bir sürecin parçası olan bu deneyimlerden gerekli dersleri çıkarmalıdır. İster hükümet isterse sahte sol destekli burjuva muhalefet yanlısı olsun sendikalar, işçilerin çıkarlarına karşı şirketlere ve hükümete hizmet etmektedir.
İşçiler, amansız kapitalist saldırıya karşı yaşam koşullarını savunmak ve ilerletmek için mücadelelerinin denetimini gerici sendikal aygıtların elinden almak üzere taban komiteleri inşa etmelidir.
Aynı durum, Ankara’da ilham verici bir mücadeleye girişen madenciler için de geçeridir. Halihazırda işçilerin militanlığı karşısında sahtekarca onların yanında pozu takınan Türkiye Maden İşçileri Sendikası’nın (Maden-İş) sicili, işçi sınıfına karşı şirketler ve devlete suç ortaklığıyla doludur. Bunun felaket getiren sonuçlarından biri, 2014’te 301 madencinin katledildiği Soma maden faciası olmuştur.
Bu önlenebilir felaket, egemen sınıfın sendikaların yardımıyla işçilerin yaşam ve çalışma koşullarına onlarca yıldır artan saldırılarının ve kapitalist kâr uğruna emekçilerin can güvenliğini hiçe saymasının bir sonucuydu.
Ankara’da 2000’in üzerinde ailenin geçimini sağladığı kömür madenin özelleştirilmesi bir buçuk ay önce gündeme geldi. 4 Aralık’ta sonuçlanacak ihalede işçilerin mevcut haklarına ilişkin hiçbir güvence bulunmuyor ve işçi lojmanlarının 4 ay içinde boşaltılacağı belirtiliyor.
Anka Haber’e konuşan 16 yıllık maden işçisi Erdem Özkurt, “Özelleştiği zaman bütün çalışan arkadaşlarımızın korkuları mevcut haklarından feragat edecek olmaları. İşten çıkartılmayla baş başa kalmaları. Bazı arkadaşlarımız lojmanda kalıyor, orada kalan arkadaşlarımız lojmanlarından çıkartılabilirler,” dedi.
14 yıldır aynı işletmede çalışan İlker Uçar “Burası satıldığı zaman bundan sonra ne olacağını bilmiyoruz. Yeni gelen firmanın ne şartlarda bizi çalıştıracağını bilmiyoruz,” derken bir başka madenci Selçuk Kostak ise “gelecek şirkette ne bir işçinin akıbeti belli ne bizim çalıştırılıp çalıştırılmayacağımız belli veya maaşlarımızın ne olacağı belli. Bizim 850 lojmanımız var. Şartnameye göre devir olursa 4 ay içinde bu lojmanların boşaltılacağı yazıyor 850 aile nereye gidecek?” dedi.
İşçiler, özelleştirme sonucu diğer işletmelerde olduğu gibi işten çıkarma, ücret kesintileri, sosyal hak kayıpları ve hatta güvencesiz koşullarda artan ölüm ve yaralanma riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
Soma katliamı bunun korkunç bir örneğidir. Soma Kömür A.Ş., madenin özelleştirilmesinden sonraki on yıl içinde, ton başına kömür maliyetini 140 dolardan 23,80 dolara indirirken, metan gazı düzeyini izleyecek standart güvenlik donanımını satın almayı reddetmişti. Oysa bir maliyet unsuru olarak görülen bu donanımlar patlamayı engelleyecekti.
Bu katliamın arkasında işletmeyi özelleştirme kararı alan hükümet, ardı ardına yaşanan kazalara rağmen baştan savma güvenlik denetimleri yapan bakanlıklar ve bunlara seyirci kalmak bir yana işçilerin öfkesini bastıran sendikal aygıt vardı.
Çayırhan’daki madenciler kendi taban komitelerini kurarak mücadelenin yönetimini kendi ellerine almalı ve başta diğer madenlerdekiler olmak üzere işçi sınıfının diğer kesimlerine çağrıda bulunmalıdır. Madenciler, diğer işçilerin yanı sıra belediye işçilerinin ve bu ay üç gün greve giden ve Aralık’ta beş gün greve çıkmaya hazırlanan hekimler ve sağlık emekçileri içinde güvenilir müttefikler bulacaktır.
İşçiler aynı zamanda bu mücadelelerini uluslararası sınıf mücadeleleri ile birleştirmelidir. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) tüm işyerleri, sektörler ve ülkelerde mücadeleye giren işçileri bu temelde bir araya getirmek amacıyla kurulmuştur. Madencileri, belediye işçilerini ve işçi sınıfının diğer kesimlerini mücadeleyi sendikal aygıttan bağımsız olarak ileriye taşımak için bir taban komitesi kurmak üzere bizimle iletişime geçmeye çağırıyoruz.