Aile hekimleri ve diğer sağlık emekçileri, koşullarına yönelik yeni bir saldırı olan yönetmelik değişikliğinin 1 Kasım itibarıyla yürürlüğe girmesine tepki olarak 5-7 Kasım tarihlerinde ülke genelinde üç gün iş bıraktılar. Sağlık emekçileri yönetmeliğin geri çekilmemesi halinde 2-6 Aralık arasında beş gün iş bırakacaklarını duyurdu. Aile hekimleri daha önce de 19 Ekim’de Ankara’da binlerce kişinin katıldığı bir protesto mitingi düzenlemişlerdi.
Yeni yönetmelik aile hekimlerine meslekleri dışında birçok idari sorumluluk yüklüyor. Ayrıca hekimler ödeme katsayılarında yapılacak değişiklik ve performans kotalarının artırılmasıyla ciddi maaş kesintileri ile karşı karşıya kalacaklar.
5-7 Kasım tarihlerinde gerçekleştirilen iş bırakma eylemi, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve çeşitli sağlık örgütlerinin çağrısıyla, ülke genelindeki aile sağlığı merkezlerinde (ASM) yoğun katılımla gerçekleşti. Hekimler ve diğer sağlık emekçileri, Türkiye’nin dört bir yanındaki binlerce ASM’de hizmet vermeyi durdurdular, kent meydanlarında ve sağlık müdürlüklerinin önünde kitlesel basın açıklamaları yaptılar.
Yapılan açıklamalarda, yönetmeliğin geri çekilmesi ve sağlık çalışanlarının temel taleplerinin karşılanması gerektiği vurgulandı. Sağlık çalışanlarının, çalışma koşullarının düzeltilmesinin yanı sıra kamusal sağlık hizmetinin iyileştirilmesine yönelik talepleri şunlar: Aile sağlık merkezlerinin donanım ve altyapısının kamu tarafından sağlanması, her bir aile hekiminin hizmet verdiği nüfusun 2.000’i geçmemesi, kadrolu ve güvenceli bir istihdam ve yeterli sayıda hemşire, ebe ve teknisyen atanması.
Aile Hekimliği Çalışanları Sendikası (AHESEN) Genel Başkanı Dr. Ahmet Kandemir, konuyla ilgili değerlendirmesinde, “Eziyet yönetmeliğine karşı büyük Ankara mitingi ve üç günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirmemize rağmen Sağlık Bakanlığı bizleri görmezden gelmeyi tercih etti. Meslek onurumuz ve halk sağlığının geleceği için beş gün daha iş bırakma kararı aldık,” dedi.
Kandemir ayrıca, yönetmeliğin hasta ile hekim arasındaki ilişkiyi bir müşterilik ilişkisine dönüştürdüğünü belirterek, bundan kaynaklı yaşanacak mağduriyetlerin sorumlusunun Sağlık Bakanlığı olacağını vurguladı.
Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği Kolu (AHEK) Sekreteri Dr. Sibel Uyan, sağlıktaki sorunların çözüm yolunun birinci basamak sağlık hizmetlerinin güçlendirilmesi olduğunu dile getirerek, “Randevu bulunmamasına, ilaç yokluğuna, sağlığın ticarileşmesine ve performans sisteminin getirdiği sorunlara kadar pek çok mesele, siyasi iradenin [hükümetin] tercihleri nedeniyle ortaya çıkmıştır. Bu sorunlar karşısında yine performans ve ceza dayatmalarını içeren bir yönetmelikle karşı karşıyayız,” dedi.
Aşı gibi temel halk sağlığı hizmetlerinde dahi eksiklikler yaşandığını belirten Uyan, “Bugün aile hekimleri, ebeler ve hemşireler için aile hekimliği sistemi çalışılabilir olmaktan çıkmıştır. Bu yönetmelik, halk sağlığını ve sağlık çalışanlarının haklarını iyileştirmek bir yana, var olan sorunları daha da derinleştirecektir. Yönetmelik geri çekilene kadar mücadelemiz sürecek,” diye konuştu.
TTB Aile Hekimleri Kolu Başkanı Emrah Kırımlı Artı Gerçek gazetesine yaptığı açıklamada yönetmeliğin sağlık sistemindeki sorunları daha da derinleştireceğini ve koruyucu sağlık hizmetlerini etkisizleştireceğini söyledi. Kırımlı “aile sağlığı merkezlerinin fiziki, idari ve mali olarak daha büyük sorunları olduğunu” belirtti ve “hayata geçirilmek istenen yönetmeliğin hiçbir soruna yanıt vermediğini” ekledi.
Aile hekimlerinin ve sağlık örgütlerinin tepkilerine yanıt veren Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu ise yeni yönetmeliği savundu. Memişoğlu, “Aile hekimlerinin ilaç yazamayacağı” şeklindeki iddiaların gerçeği yansıtmadığını belirterek, “Yönetmelik, tanı ve tedaviye müdahale etmiyor; reçete yazma özgürlüğünü ortadan kaldırmıyor,” dedi.
Memişoğlu ayrıca akılcı ilaç kullanımını teşvik etmek ve aile hekimlerini hastanelerle entegre etmek için düzenlemeler yaptıklarını ve iyi hekimlik yapanların gelirlerini artırmayı hedeflediklerini söyledi.
Sağlık Bakanı Memişoğlu’nun yönetmeliği savunan açıklamaları, sağlık sisteminin iflas etmiş durumda olduğunu gizlemeye yönelik bir çabadan öteye gitmemektedir. Kısa süre önce 12 yenidoğan bebeğin özel hastanelerde kâr uğruna ölüme gönderilmeleriyle patlak veren skandal, kapitalist sağlık sisteminin insan hayatını kâr uğruna nasıl feda ettiğini çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur. Sağlık hizmetlerinin neredeyse tamamen kapitalist piyasaya tabi kılınması, bu tür suçların maddi zeminini oluşturmuştur.
AKP hükümeti, 2003 yılında başlattığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile kamu hizmetlerinin büyük bankaların ve özel şirketlerin kontrolüne aktarılmasına hız vermiştir. 2002’den bu yana, kamu hastanelerinin sayısı sadece %12 artarken, özel hastane sayısı %110 oranında artmıştır. Özel hastanelerin toplam hastaneler içindeki payı %23’ten %36’ya çıkarken, yenidoğan yoğun bakım yataklarının %52’si özel sektörde yer almaktadır.
Kamusal sağlık sistemi, yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde benzer bir şekilde çökmüş durumdadır ve bu kriz, kapitalist sağlık politikalarının ortak bir sonucudur. Pandemi, dünya genelinde sağlık sistemlerinin kırılganlığını ve kâr odaklı politikaların yıkıcı sonuçlarını gözler önüne serdi.
Kadro yetersizlikleri ve maliyet düşürme politikaları sağlık sistemlerini iyice zayıflatırken, büyük hastane zincirleri çalışanlarına yeterli ücret ve personel sağlamaktan kaçınıyor. Sağlık hizmetlerinin özel kâra tabi kılınması, yüksek nitelikli evrensel sağlık hizmeti sunulmasını imkânsız hale getiriyor.
Dünya çapındaki sağlık sistemi krizi, halk sağlığı yerine savaş bütçelerine ve mali oligarşiye servet aktarımına öncelik verilmesini gerektiren kapitalist kâr sisteminin bir ürünüdür.
Bu nedenle, Türkiye’de ve uluslararası ölçekte sağlık emekçilerinin mücadeleleri, toplumsal eşitsizliğe, kemer sıkma politikalarına ve savaşa ve bunların kaynağı olan kapitalizme karşı büyüyen işçi sınıfı direnişinin bir parçası olarak örgütlenmelidir.
İşçi sınıfı içinde sendika bürokrasilerinin engelleme ve baltalama çabalarına rağmen mücadele isteği ve kararlılığı artmaktadır. Belediye işçilerinin artan hayat pahalılığına karşı yaşam koşullarını savunmak için sendikal aygıtlara rağmen yaptıkları grevler ve eylemler bunun bir örneğidir.
Ekim sonunda greve çıkan İstanbul’daki Kartal Belediyesi işçilerinin mücadelesi, DİSK’e bağlı Genel-İş sendikası tarafından imzalanan bir satış sözleşmesi ile sona erdirildi. İşçilerin fiili olarak greve devam etme çabası yine sendika yönetimi tarafından engellendi. Kartal Belediyesi grevinde görülen işçilerin mücadele kararlığı ve sendikal aygıtın yıkıcı rolü, Maltepe ve Buca belediye grevlerinde de tekrarlandı.
İşçiler, kendi iradelerine karşı şirketlerle ve devletle işbirliği yapan sendikal aygıtlardan bağımsız olarak mücadeleyi kendi ellerine almak için taban komiteleri inşa etmeliler. Bu komiteler, sağlık ve belediye dahil tüm sektörlerden işçilerin grevlerini koordine edip birleştirmelerini, işçi sınıfının diğer kesimlerine destek çağrısında bulunmalarını sağlayacaktır.
Dahası bu mücadele işçi sınıfının uluslararası sınıf mücadeleleri ile birleştirilmelidir. Son dönemde ABD, Sri Lanka ve Avustralya’da sağlık emekçilerinin mücadele etmek üzere taban komiteleri kurması, sendikalardan bağımsız sınır ötesi mücadele ve dayanışma ağları kurma potansiyelini göstermektedir. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) tüm işyerleri, sektörler ve ülkelerdeki mücadele içindeki işçileri bu temelde bir araya getirmek amacıyla kurulmuştur.