2024 ABD başkanlık seçimleri, benzeri görülmemiş kriz ve toplumsal çöküş koşulları altında yapılıyor. Siyasi sistemin işlevsiz olduğuna, halkın ihtiyaçlarına cevap veremediğine ve şiddetli bir iç çatışmaya doğru gidildiğine dair yaygın bir his var.
Seçim gününe birkaç gün kala, siyasi iklim komplo söylentileriyle dolup taşıyor. Seçim sonuçlarının kesin olmayacağı ve -oy toplamları ne olursa olsun- Trump ve faşist işbirlikçilerinin olumsuz bir sonucu kabul etmeyeceği bekleniyor. Belirsizlik düzeyi ve seçim sürecinin parçası olan tehditler, Amerikan demokrasisinin çöküşünün ne boyutta olduğunu gösteriyor.
ABD’nin siyasi kültürünün dibe vurduğu açıktır. Trump’ın tutarsız, bilinç akışı şovenist pisliği, Amerikan toplumunda aşağılanmış ve gerici olan ne varsa onlara hitap ediyor. Kamala Harris, şirket-finans seçkinlerinin çıkarlarına ve istihbarat örgütlerinin komplolarına kılıf olarak kimlik siyasetinin basmakalıp sözlerine, klişelerine ve kinayelerine başvuran bir partinin sinizmine ve ikiyüzlülüğüne örnek oluşturuyor. Amerikan emperyalizmini savunması, özellikle de Gazze’deki soykırıma tam destek vermesi, onu suçlu bir kapitalist oligarşinin temsilcisi olarak ifşa ediyor.
Bu bağlamda “kötünün iyisi” fikri tam bir saçmalıktır. Adaylardan biri faşizmi teşvik ederken, diğeri savaş ve soykırıma destek içeren bir program temelinde yarışıyor. Bu koşullarda, seçim büyük ve küçük kötülükler arasında değil, felakete giden iki yol arasındadır. Birbirlerine çamur atmalarına rağmen, Trump ile Harris arasındaki anlaşmazlıklar, her iki partiyi de işçi sınıfından ayıran uçurumla karşılaştırıldığında önemsizdir.
Milyonların hayatını etkileyen derin meseleler bu kampanyada sistematik olarak göz ardı edilmektedir. Çünkü bunların hepsi, tüm siyaset kurumu tarafından kayıtsız şartsız savunulan esas kaynaktan ortaya çıkmaktadır: kapitalist kâr sistemi. Dahası, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki işçilerin karşı karşıya olduğu merkezi meselelerin hiçbiri, işçi sınıfının küresel hareketi dışında ele alınamaz. 2024 seçimleri alternatifleri açıkça ortaya koymaktadır: kapitalist barbarlık ya da toplumun sosyalizm temelinde yeniden inşası.
1. Nükleer savaşa doğru tırmanış
Seçimler, küresel savaşın tırmandığı koşullarda gerçekleşiyor. Kapalı kapılar ardında, Beyaz Saray’da kim olursa olsun, savaşın büyük ölçüde genişletilmesi tartışılıyor. JPMorgan Chase CEO’su Jamie Dimon gibi oligarşinin önde gelen üyeleri “Üçüncü Dünya Savaşı’nın çoktan başladığını” ilan ediyor. ABD nükleer cephaneliğini geliştirmek için eşi görülmemiş bir meblağ olan 1,7 trilyon dolarlık bir yatırım yapıyor; bu, seçimlerin sonucundan bağımsız olarak ilerletilecek iki parti destekli bir taahhüttür.
Dört yıllık Biden yönetiminin temel önceliği savaş oldu – önce Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşın kışkırtılması, ardından Gazze’deki soykırım. Bunların her ikisi de Harris tarafından tamamen desteklendi. ABD; hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin tam desteğiyle İsrail’e akan sınırsız ABD silahlarıyla, Gazze ve Batı Şeria’da on binlerce kişinin katledilmesinde suç ortağıdır. İran’a karşı savaşta büyük bir tırmanma, seçimler ile Ocak ayındaki yemin töreni arasındaki haftalarda bile gerçekleşebilir. Pentagon Cuma günü Beyaz Saray’ın Ortadoğu’ya B-52 bombardıman uçakları, savaş uçakları ve donanma destroyerleri de dahil olmak üzere ilave ABD askeri gücü gönderme emri verdiğini açıkladı.
İran’ın “yok edilmesi” ve İsrail’in Gazze’de “işi bitirmesi” çağrısında bulunan Trump’ın bir savaş karşıtı gibi davranması saçmalıktan başka bir şey değildir.
Dünya savaşı, toplumun tüm kaynaklarının savaşa tabi kılınmasını gerektirmektedir. ABD jeopolitik stratejisinin önde gelen yayınlarından Foreign Affairs’in son sayısındaki baş makale “Topyekûn Savaşın Dönüşü” başlığını taşıyor. Brookings Enstitüsü’nden Mara Karlin’in kaleme aldığı yazıda şu ifadeler yer alıyor:
Hem Ukrayna hem de Ortadoğu’da, 11 Eylül sonrası dönemde savaşı tanımlayan nispeten dar kapsamın dramatik bir şekilde genişlediği açıkça ortaya çıkmıştır. Sınırlı savaş dönemi sona erdi; kapsamlı çatışma dönemi başladı. Gerçekten de dünyanın bugün tanık olduğu şey, geçmişte teorisyenlerin “topyekûn savaş” olarak adlandırdıkları, savaşanların muazzam kaynaklardan yararlandığı, toplumlarını seferber ettiği, savaşa diğer tüm devlet faaliyetlerinden daha fazla öncelik verdiği, çok çeşitli hedeflere saldırdığı ve hem kendi hem de diğer ülkelerin ekonomilerini yeniden şekillendirdiği savaşa benziyor.
“Savaşa diğer tüm devlet faaliyetlerinden daha fazla öncelik verilmesi”, işçi sınıfının acımasızca savaşa tabi kılınması anlamına gelmektedir. Her şey savaşın ve savaşı yürütmek için gereken muazzam kaynakların sunağında feda edilmelidir.
2. Ekonomik kriz, toplumsal eşitsizlik ve oligarşi
Emperyalizmin her geçen gün daha da acımasızlaşan operasyonlarının temel faktörlerinden biri Amerikan kapitalizminin tırmanan krizidir. ABD’nin borcu yaklaşık 36 trilyon dolara ulaşmıştır. Altın fiyatı, dolar üzerindeki yoğun baskıları yansıtacak şekilde rekor seviyelerde seyrediyor.
Egemen sınıf, 2008 ve pandeminin ilk yılı olan 2020 de dahil olmak üzere, bankalara yönelik bir dizi devasa kurtarma paketi aracılığıyla ekonomik krizi savuşturmaya çalıştı. Bu sadece krizi daha yüksek bir seviyede yeniden üretirken, toplumsal eşitsizlikte muazzam bir artışa katkıda bulundu.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki servet yoğunlaşması, bir avuç seçkinin nüfusun alttaki yarısından daha fazla serveti kontrol etmesi ile grotesk seviyelere ulaştı. ABD’li milyarderlerin serveti şu anda 5,5 trilyon dolardan fazladır (pandeminin başlangıcından bu yana yaklaşık yüzde 90’lık bir artış). Servetin aşırı yoğunlaşması her iki parti tarafından da savunuluyor ve Harris ve Trump’ın seçim kampanyaları zenginlerden gelen benzeri görülmemiş miktarlardaki paralarla besleniyor.
Enflasyon reel ücretleri aşındırarak gıdadan konuta kadar temel ihtiyaç maddelerini milyonlarca kişi için karşılanamaz hale getirmiştir. Tüm hanelerin yaklaşık üçte biri ve kiracı hanelerin yarısı gelirlerinin yüzde 30’undan fazlasını konuta harcamaktadır. Toplam tüketici borcu, 1,75 trilyon dolarlık öğrenci kredisi borcu da dahil olmak üzere, yaklaşık 18 trilyon dolara ulaşmıştır ki bu rekor bir seviyedir.
İşçi sınıfı, işten çıkarmalar, okulların kapanması ve çöküşün eşiğindeki bir sağlık sistemini de içeren büyük bir sosyal krizle karşı karşıyadır. Eğitim alanında, acil durum fonlarının süresinin dolması eğitim emekçilerinin işten çıkarılmasına ve okulların kapanmasına yol açarak milyonlarca öğrenciyi etkiliyor.
3. Faşizm ve asker-polis diktatörlüğü tehdidi
Trump’ın kampanyası aracılığıyla Cumhuriyetçi Parti, daha açık bir şekilde faşist karakter kazanan bir siyasi hareket geliştiriyor. Soykırım ve nükleer savaşın normalleştirilmesinin yanı sıra faşizm de Amerikan siyasetinde normalleştiriliyor.
Doğrusu, 5 Kasım’daki seçim günü, tüm siyasi sistemin tırmanan krizinin yalnızca bir anını temsil edecek. Trump şimdiden “çalıntı seçim” söylemini öne çıkarıyor. Şiddeti kışkırtıyor ve kendi zaferiyle sonuçlanmayan her türlü sonucu hukuk davaları ve eyaletlerin ve yerel yönetimlerin eylemleri yoluyla reddetmek için komplo kuruyor. Trump, seçilmesi halinde orduyu “içerideki düşmana” karşı konuşlandırma ve on milyonlarca göçmenin sınır dışı edilmesini organize etme tehdidinde bulunuyor.
Geçtiğimiz haftalarda Harris zaman zaman Trump’tan “faşist” olarak bahsetti ancak bu ifadeyi kısa sürede bıraktı. Harris’in bu haftaki “kapanış konuşmasında” da ifade edildiği üzere Demokratların odak noktası, içeride muhalefeti bastırmak ve dışarıda savaş yürütmek için Cumhuriyetçilerle “birliği” sürdürmektir. Ana kaygıları faşist sağın büyümesi değil, tüm siyasi sistemin çökmesi ve aşağıdan gelen bir hareketin doğurduğu tehlikedir.
Her iki partinin de demokratik hakların ortadan kaldırılmasında ve diktatörlüğe dönüşte derin sorumlulukları bulunmaktadır. Biden-Harris yönetimi, Gazze’deki İsrail soykırımını protesto eden öğrencilerin tutuklanması ve okuldan atılması dalgasını bizzat yönetmiştir. Her iki parti de ister savaş karşıtı protestoları bastırmak isterse grevdeki işçilere karşı polisi harekete geçirmek anlamına gelsin, muhalefeti bastırmak için devletin askerileştirilmesini destekliyor.
4. COVID-19 pandemisi ve çevresel çöküş
Modern dönemin en büyük sosyal ve sağlık krizi olan COVID-19 pandemisinin başlangıcından bu yana yaklaşık beş yıl geçti. Dört yıl önceki son seçimlerde COVID-19 pandemisi ana konuydu. Cumhuriyetçilerin faşizan ajitasyonlarının ve Demokratların “bilimi takip etme” vaatlerinin odak noktasında o vardı. Bu seçimlerde, her gün yüzlerce insan ölürken bile, devam eden pandemi tamamen göz ardı edildi, sadece geçmişte kalmış gibi anıldı.
Son seçimlerden bu yana ölenlerin sayısı sarsıcıdır: 400.000’den fazlası Trump döneminde (Ocak 2021’e kadar) ve 800.000’den fazlası Biden döneminde olmak üzere 1,2 milyondan fazla Amerikalı COVID-19 ile ilgili nedenlerden öldü. Bu rakam, son dört yılda küresel ölçekte gerçekleşen 24 milyon fazladan ölümün bir parçasıdır. Resmi rakamlara göre ABD’de on milyonlarca insan Uzun COVID’den etkilenmiştir.
Bu devasa ölüm ve zayıflama düzeyi, egemen sınıf politikasının doğrudan sonucudur. Biden-Harris yönetimi, Trump’ın suç teşkil eden “sürü bağışıklığı” politikasını tam olarak uyguladı ve Mayıs 2023’te COVID-19 yardımı için acil durum fonunun süresinin dolmasına izin vererek hastaneleri ve klinikleri yetersiz personel ve yetersiz finansmanla, bunalmış bir halde bıraktı.
Aynı zamanda, iklim değişikliği, geçtiğimiz iki ay içinde ABD’yi vuran ve yıkıcı sellere neden olan iki büyük kasırga da dahil olmak üzere benzeri görülmemiş ekolojik felaketlere yol açıyor. Bilim insanları giderek büyüyen varoluşsal bir kriz konusunda uyarıda bulunuyorlar ancak iklim değişikliğine verilecek gerçek bir yanıt her iki partiyi de finanse eden şirketlerin çıkarlarını tehdit edeceğinden, iki parti de meseleyi ciddi bir şekilde ele almıyor. Demokratlar göstermelik hareketlerden bile vazgeçerken, Cumhuriyetçiler iklim değişikliğini bir aldatmaca olarak açıkça reddediyor.
***
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki siyasi sistem tamamen kemikleşmiştir ve antidemokratiktir. Üçüncü partileri engelleyen oy pusulası erişim yasalarından, paranın egemenliğine ve şirket medyasının rolüne kadar siyasi sistem yapısının her boyutu, işçi sınıfının çıkarlarının gerçek ifadesini sistematik olarak dışlamak üzere tasarlanmıştır.
Geçtiğimiz yıl boyunca, kitlesel toplumsal öfke ve muhalefetin güçlü gösterilerine tanık olundu. Milyonlarca kişi Gazze’deki ABD destekli İsrail soykırımını protesto etti. İşçiler, büyük bir askeri yüklenici ve havacılık şirketi olan Boeing’de 33.000 işçinin devam eden grevi de dahil olmak üzere kritik sektörlerde grevler başlattı. Sendika aygıtı seçim gününden önce grevi bitirmek için elinden geleni yapıyor.
Temel mesele, işçi sınıfı içinde sosyalist bir siyasi önderliğin geliştirilmesidir. Kriz kökünden ele alınmalıdır ve krizin kökü kapitalist kâr sistemidir. Ulusötesi şirketler, küresel emperyalist savaş ve küresel pandemi çağında ulusal bir çözüm yoktur. Uluslararası işçi sınıfı gezegendeki en büyük güçtür ancak gerçek çıkarlarını ifade eden bir siyasi programla donatılmalıdır.
Sosyalist Eşitlik Partisi, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin bir parçası olarak, sosyalist bir program ve politikalar temelinde işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını tesis etme mücadelesine öncülük ediyor.
SEP, ilerlemenin tek yolunun işçi sınıfının Demokratik ve Cumhuriyetçi partilerden kopması ve uluslararası, anti-kapitalist ve sosyalist bir program temelinde bağımsız bir siyasi hareket inşa etmesi olduğunda ısrar etmektedir. Eşitsizliğe, savaşa ve diktatörlüğe karşı çıkmak, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve tüm dünyada siyasi iktidarın işçi sınıfı tarafından ele geçirilmesini ve toplumun bütünüyle yeniden örgütlenmesini gerektirmektedir.