ABD’nin İran ve Venezuela’ya karşı savaş tehditleri artıyor

İsrail istihbarat kurumu Mossad’ın Washington’la işbirliği içinde İranlı fizikçi Muhsin Fahrizade’yi canice öldürmesinden yaklaşık on gün sonra, Başkan Donald Trump’ın görev süresinin son altı haftasına girilirken, ABD’nin büyük bir askeri saldırı düzenleme tehditleri hız kesmeden devam ediyor.

İran’ın en önde gelen bilim insanı ve nükleer programındaki başlıca figür olarak görülen Fahrizade’nin öldürülmesi, İran’ın misilleme yapmasını ve böylece bunun savaş bahanesi olarak kullanılmasını amaçlayan, hesaplı bir provokasyondu.

B-2 Spirit bombardıman uçağı (Wikimedia Commons) [Photo: US Air Force/Staff Sgt. Bennie J. Davis III]

İran’ın, bir yandan “azami baskı” yaptırım rejimiyle kuşatılan, diğer yandansa işçi sınıfı içinde artan huzursuzluklarla karşı karşıya olan burjuva-dini iktidarı, bu tür eylemlerden kaçındı. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani önderliğinde iktidarda olan hizip, iki yıl önce Trump tarafından tek taraflı olarak feshedilen 2015 nükleer anlaşmasına yeniden katılacak ve yaptırımları hafifletecek yeni bir Biden yönetimine umut bağlıyor gibi görünüyor. Ancak İran devletinin diğer kesimleri, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) müfettişlerinin ülkeden çıkarılması, hatta İsrail’e askeri saldırı düzenlenmesi dahil olmak üzere hızlı misilleme talep ediyor.

Trump yönetimi savaşçı bir dış politika izlerken, yeni bir provokasyon olasılığı oldukça yüksek. Washington, Basra Körfezi’nden Güney Çin Denizi’ne ve Karayipler’e kadar tehditkâr askeri operasyonlar düzenlerken, İran’ın yanı sıra Çin’e ve Venezuela’ya da bir dizi yeni yaptırım uyguluyor.

Her ikisi de bir savaş durumuna denk “azami baskı” denilen yaptırım rejimlerinin hedefi olan İran ile Venezuela arasındaki ilişkiler, ABD’nin tehditlerinin özellikle hedefi haline gelmiş durumda.

Bu durum, geçtiğimiz hafta ABD’nin “İran ve Venezuela Özel Temsilcisi” Elliott Abrams tarafından açıkça ortaya kondu. Kariyeri Reagan yönetiminin sözcüsü olarak 1980’lerde Orta Amerika’da ABD destekli askeri diktatörlüklerin soykırımsal savaşlarının savunulmasına kadar uzanan kıdemli bir savaş suçlusu olan Abrams, sonradan İran-Kontra olayıyla bağlantılı suçlamalardan hüküm giymişti. Nikaragua’ya karşı bir terörist savaşı veren sağcı bir gerilla ordusu olan ve CIA tarafından desteklenen Kontralar, bu gizli ve yasa dışı operasyonla finanse edilmişlerdi.

Eylül ayında hem İran hem Venezuela özel temsilci pozisyonlarının Abrams’ta bir araya getirilmesi, Washington’ın niyetleri konusunda açık bir uyarı niteliğindeydi.

Abrams, geçtiğimiz Perşembe günü George Mason Üniversitesi Ulusal Güvenlik Kurumu tarafından düzenlenen internet tabanlı bir seminerde, İran füzelerinin herhangi bir şekilde Venezuela’ya sevk edilmesine karşı doğrudan askeri müdahale tehdidinde bulundu.

Abrams, konuşmasında şunları söylüyordu: “ABD’ye ulaşabilecek İran füzelerinin Venezuela’ya yerleştirilmesini kabul etmeyeceğiz, hoş görmeyeceğiz. Bunu kabul etmeyeceğiz ve eğer bunu yapmayı denerlerse, en azından bu yönetim döneminde, bunu engellemeye çalışacağız ve eğer [füzeler] Venezuela’ya ulaşırsa, onlarla Venezuela’da ilgileneceğiz. ABD’ye ulaşabilecek İran füzelerinin Venezuela’da olması kabul edilemez.”

İran’ın Venezuela’ya füze gönderdiğine dair kesinlikle hiçbir kanıt olmaması, Washington’ın sözde “Venezuela füze krizi”ni savaş bahanesine dönüştürmesine engel değildir.

Venezuela’da sözde bir İran tehdidi olduğuna dair benzer imalar, geçtiğimiz hafta ABD Güney Komutanlığı’nın (SOUTHCOM) başında bulunan Amiral Craig Faller tarafından da dile getirildi.

Amiral Faller, Pentagon’da gazetecilere yaptığı sunumda şu iddiada bulundu: “[Venezuela’da] İran etkisinin Kudüs Gücü’nü ve bazı silah anlaşmalarını da içerecek şekilde arttığını görüyoruz. Bu endişe verici.”

Faller ayrıca şunları ekliyordu: “Söz konusu olan sadece petrol sevkiyatı değil. Silah sevkiyatı da var. Bu yıl bunda bir artış gördük. Bundaki değişim oranını, bunun dünya çapındaki başka herhangi bir İran suistimaliyle bağlantılı olup olmadığını görmek için çok dikkatli bir şekilde izliyoruz.”

ABD’nin askeri provokasyon tehdidi, sadece hayali füzelere değil ama gerçek yakıt sevkiyatına yöneliktir. Bloomberg’in haberine göre, benzin ve Caracas’ın ham petrolünü rafine etmek için ihtiyaç duyduğu diğer yakıt ürünlerini taşıyan 10 dolayında İran tankerinden oluşan bir filo, Venezuela’ya doğru yola çıkıyor. Tankerler, dünya piyasasında, büyük olasılıkla Çin’e satılmak üzere Venezuela petrolü yüklü olarak geri dönecek.

Bu filo, Mayıs ayında İran yakıtını Venezuela’ya taşıyan beş tankerin iki katı büyüklükte olacak. ABD hükümeti, buna, gemi kaptanlarına yaptırım uygulayarak misilleme yapmıştı.

Washington, Venezuela’ya gitmekte olduğunu iddia ettiği diğer dört tankeri de yakaladı, açık denizde yakıt sevkiyatlarını boşalttı ve ardından onları 40 milyon dolara sattı. İran, tankerin ya da petrolün kendisine ait olmadığını açıkladı. Geminin Umman, Britanya ve BAE’deki sahipleri, bu korsanlığa karşı dava açtılar.

Panama’nın 1989’da istila edilmesinden beri, uyuşturucu kaçakçılığı ile mücadele bahanesiyle, bölgeye en büyük deniz kuvvetini konuşlandıran ABD ordusu, son İran filosuna karşı benzer bir operasyon düzenlerse, bu, giderek tırmanan askeri misillemeleri tetikleyebilir.

Trump yönetiminin tekrar tekrar belirttiği gibi, Venezuela’ya karşı askeri harekât seçeneği de halen “masada”dır.

Eylül ayında Venezuela’yla sınırı bulunan bütün ülkeleri kapsayan üç günlük provokatif bir tur düzenleyen ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Pazar günü yapılan yeni Ulusal Meclis seçimi üzerine Devlet Başkanı Nicolas Maduro hükümetine yönelik suçlamalarını artırdı. Sadece yüzde 32’lik bir katılımın olduğu seçimi, oyların yüzde 67’sini alan Maduro’nun Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) önderliğindeki seçim cephesi kazandı.

ABD kuklası ve eski Ulusal Meclis başkanı olan Juan Guaidó, hükümetin hile karıştırdığını iddia ettiği seçimleri boykot etti. Guaidó, Ocak 2019’da kendisini “geçici devlet başkanı” ilan etmiş ve hemen Venezuela’nın “meşru” hükümetinin lideri olarak tanınmıştı. Aralarında Venezuela’nın eski geleneksel iktidar partileri COPEI ve Acción Democrática’nın da bulunduğu diğer sağcı muhalefet kesimleri de aday çıkardılar ve oyların yaklaşık yüzde 18’ini aldılar.

Sağcı muhalefetteki bölünme, ABD’nin desteğiyle Guaidó önderliğinde düzenlenen rejim değişikliği operasyonunun başarısızlığını yansıtıyor. Bu operasyon sırasında, Nisan 2019’da başarısız bir askeri darbe girişimine ve bu yılın Mayıs ayında paralı askerlerce düzenlenen bir istila fiyaskosuna tanık olundu.

Pazar günkü seçime katılımın bu kadar düşük olması, halkın direnişini bastırırken kapitalist çıkarları savunan Maduro hükümetinin ülkedeki derin ekonomik krize verdiği yanıta işçi sınıfı içinde artan öfkeyi yansıtıyordu. Venezuela ekonomisinin, ABD yaptırımları eliyle büyük ölçüde yoğunlaştırılan yıkımı, COVID-19 pandemisinin etkisinin artmaya devam ettiği koşullarda yaygın işsizliğe ve hiperenflasyona yol açmış durumda.

Guaidó’nun seçimi boykot etmesi, onun Venezuela halkı içinde çok az desteğe sahip olduğu gerçeğini gizleyemedi. Halkın ezici çoğunluğu, Guaidó’nun rejim değişikliği gerçekleştirme amacıyla yaptırımların yoğunlaştırılmasını ve dış müdahalede bulunulmasını istemesine şiddetle karşı çıkıyor.

Guaidó, seçime katılmak yerine, ABD’nin desteğiyle, kendinin “Halka Danışma” denilen sözde seçimini düzenliyor. “Halka Danışma”da, Venezuelalılardan, Maduro’nun görevden alınması ve “demokrasimizi kurtarmak” için “uluslararası yardım” alma lehine –çevrimiçi dahil– oy vermeleri isteniyor. Bu tür bir oylamanın sonuçları, ABD müdahalesinin bahanesi olarak kullanılabilir.

Pompeo, Pazartesi günü Twitter’dan yaptığı açıklamada, Venezuela’da Pazar günü düzenlenen oylama hakkında, “bir seçim değil, sahtekârlık ve göz boyama” ve “Venezuela’nın demokratik geleceğini çalma girişiminden başka bir şey değil,” diyordu.

Pompeo’nun ABD seçim sonuçlarını açıkça iptal etme ve bir başkanlık diktatörlüğü kurma girişiminde bulunan bir yönetimi temsil ettiği koşullarda, bu açıklama hemen kınama ve alay konusu oldu. Bizzat Pompeo, kısa süre önce, bir gazetecinin Dışişleri Bakanlığında yetki devri konusunda bir yumuşak geçiş olup olmayacağı hakkındaki sorusuna, “ikinci bir Trump yönetimine yumuşak geçiş olacağını” söyleyerek yanıt vermişti.

Şirket medyası, Trump yönetiminin tehdit, provokasyon ve yaptırımlarını, göreve gelecek Biden yönetiminin İran nükleer anlaşmasına geri dönmesini veya gerilimleri azaltmasını imkansız hale getiremese bile zorlaştırma çabası olarak yorumluyor.

Bununla birlikte, çok daha kaygı verici bir yorum daha söz konusu. Savaş kışkırtmak, Trump’ın, ABD seçimlerini iptal etmenin bir aracı olarak İsyan Yasası’na başvurma ve askerleri sokağa çıkarma tehditlerini hayata geçirmesinin bahanesini sağlayabilir. Bu, Trump’ın görev süresinin sona ermesine altı hafta kala, ciddi ve güncel bir tehlike olmayı sürdürmektedir.

Trump’ın darbe planının sonucu ne olursa olsun ve 20 Ocak’tan sonra Beyaz Saray’da kim oturursa otursun, ABD ve dünya kapitalizminin çözümsüz krizinden kaynaklanan savaş ve diktatörlük yönelimi, tırmanmaya devam edecektir.

Loading