Trump yönetimi tarafından dünyanın geri kalanına -hem dostlara hem de düşmanlara- uygulanan kapsamlı gümrük vergileri yaygın bir şekilde “ekonomik çılgınlık” olarak nitelendirildiler ki gerçekten de öyleler.
Trump’ın duyurusuna eşlik eden Beyaz Saray Bilgi Notu’na göre, bunlar bir “slogan” değil, “bu Yönetim’in ekonomik ve ulusal güvenlik önceliği” olan “Amerikan Malı” bayrağı altında gerçekleştirilmiştir.
Bununla birlikte, gerçekten “Amerikan Malı” olan ya da herhangi bir ülkede üretildiği söylenebilecek hiçbir meta yoktur. En basit günlük tüketim maddelerinden otomobillere ve bilgisayar teknolojisi ile yapay zekâ alanındaki en ileri gelişmelere kadar günümüzde üretilen her ürün, uluslararası düzeyde entegre olmuş bir ekonomik sistem içerisinde küresel bir üretim sürecinin sonucudur.
Bu da şu temel soruyu gündeme getirmektedir: Eğer bu bir çılgınlıksa -ki açıkça öyle- Trump yönetiminin dünyaya karşı açtığı ekonomik savaşı hangi güçler yönlendiriyor? Hiçbir şeyi açıklamayan yüzeysel cevap, tüm bunların birey olarak Trump’ın çılgınlığının bir ürünü olduğunu söylemektir.
Tarih bu iddiaya cevap vermektedir. Adolf Hitler’in çılgın ve dengesiz olduğu konusunda hiçbir şüphe yoktur. Fakat Hitler, Alman egemen sınıfı tarafından, Alman ekonomisinin ve devletinin derin krizi nedeniyle iktidara getirilmiştir. Hitler; egemen sınıfın tek çıkış yolu olarak gördüğü emperyalist yayılma ve işçi sınıfının ezilmesi için kullandığı bir araçtı.
Aynı şekilde, Trump’ın iktidara gelişi ve eylemleri de ABD emperyalizminin derin krizinin bir ürünüdür.
Trump’ın eylemlerinin, 1945’ten sonra esas olarak ABD’nin eylemleriyle kurulan savaş sonrası uluslararası ticaret sisteminin kalıntılarını paramparça ettiği artık yaygın olarak kabul edilmektedir.
Savaş sonrası düzen, dünya kapitalist sisteminin, yirminci yüzyılın ilk yarısında iki dünya savaşı ve Büyük Buhran şeklinde patlak veren çelişkilerini düzenlemek ve kontrol altına almak için yaratılmıştı. Bu düzenin kurulmasının altında, egemen sınıfın bu koşulların geri gelmesinin sosyalist devrimi tetikleyebileceği korkusu yatıyordu.
Savaş sonrası sistemin temel özelliklerinden biri, 1930’ların -1930 tarihli ABD Smoot-Hawley Yasası ile simgelenen- gümrük vergisi ve para birimi savaşlarının Büyük Buhran’ı derinleştirdiğinin ve İkinci Dünya Savaşı koşullarının yaratılmasında önemli bir rol oynadığının kabulüydü. Küresel ekonominin gelişimi göz önüne alındığında, Trump’ın önlemleri 95 yıl öncesinin çok ötesine geçmektedir.
Ekonomik olarak, savaş sonrası çözüm ABD’nin sanayi gücüne ve kapasitesine dayanıyordu. Geçtiğimiz 80 yıl boyunca bu hakimiyet, bir dizi dönüm noktasının da etkisiyle giderek aşındı.
En önemli dönüm noktalarından biri, 1971 yılında Başkan Nixon’ın ABD dolarından altın desteğini kaldırmasıyla Bretton Woods para anlaşmasının çöpe atılmasıydı. ABD’nin artan ticaret ve ödemeler dengesi açıkları, Washington’ın artık doları ons başına 35 $’dan altına çevirme taahhüdünü yerine getiremeyeceği anlamına geliyordu.
Dolar, uluslararası para ve ticaret ilişkilerinin temeli olarak işlev görmeye devam etti ama artık itibari bir para birimi olarak. Yani artık altın şeklinde gerçek bir değerle değil, yalnızca Amerikan devletinin gücüyle destekleniyordu.
2008’deki küresel mali kriz bir başka belirleyici dönüm noktası oldu. Amerikan gücünün temellerinin bataklık kumuna dayandığı ortaya çıktı. Bu, on yıllardır süren asalaklık ve spekülasyonlar nedeniyle çürümüş, neredeyse bir gecede çökebilecek bir finansal sistemdi. Kâr birikiminin birincil kaynağı olarak sanayi üretiminin yerini adım adım bu sistem almıştı.
Lev Troçki, 1928’de, ABD emperyalizminin yükseliş döneminde şunu açıklamıştı: ABD’nin hegemonyası, kendisini en çok büyüme dönemlerinde değil, kriz dönemlerinde, içinde bulunduğu hastalıklardan ve zorluklardan kurtulmaya çalışırken, tam ve açık bir şekilde ortaya koyacaktır.
Bu “hastalıklar ve zorluklar”, balon gibi büyüyen ticaret açığında (geçen yıl 2023’e göre yüzde 17 artarak 1 trilyon dolara yaklaştı), 36 trilyon dolara ulaşan ve yıllık faiz faturası 1 trilyon doları bulan devlet borcunda ve rekor seviyelere ulaşmaya devam eden altın fiyatlarındaki yükselişin yansıması olarak doların istikrarına dair artan endişelerde ifadesini bulmaktadır.
1930’larda olduğu gibi bugün de ekonomik savaşın mantığı yeni bir dünya savaşının gelişmesidir. 1934’te savaş bulutları toplanırken Troçki, gümrük vergilerinin ekonomik olarak akıldışı olsa da belirli bir mantığa sahip olduğunu tespit etmişti: Bunlar, “ulusun tüm ekonomik güçlerinin yeni bir savaş hazırlığı için” yoğunlaştırılmasını ifade ediyordu.
Ekonomik güçlerin ulusal düzeyde yoğunlaştırılması, Beyaz Saray’ın gümrük vergileri ve Trump’ın kararnamesine ilişkin bilgi notunun ana temasını oluşturmaktadır. Belgede sürekli olarak “ulusal güvenlik” ile ilgili endişeler dile getirilmekte ve kapsamlı korumacı önlemlerin gerekçesi olarak ABD’nin yeterli askeri malzeme üretememesi vurgulanmaktadır.
Trump, kararnamesinde, “büyük ve kalıcı ticaret açıklarının ABD’nin ulusal güvenliği ve ekonomisi için olağandışı ve olağanüstü bir tehdit oluşturduğunu” ilan etti. Bu açıkların “üretim tabanımızın içinin boşalmasına yol açtığını; gelişmiş yerli üretim kapasitesini ölçeklendirme kabiliyetimizi engellediğini; kritik tedarik zincirlerini zayıflattığını ve savunma sanayi tabanımızı yabancı düşmanlara bağımlı hale getirdiğini” iddia etti.
Bu konuya vurgu yapan kararname, yıllık mal ticareti açığının devam etmesinin ve “buna bağlı olarak endüstriyel kapasite kaybının, askeri hazırlığı tehlikeye attığını” ileri sürdü. Bu “kırılganlığın” ancak “ABD’ye ithalat akışını yeniden dengelemek için hızlı ve düzeltici eylemlerle” ele alınabileceği belirtiliyordu.
Bilgi Notu, “ticaret ortaklarının” ancak “ekonomik ve ulusal güvenlik konularında ABD ile uyum sağlamak” için “önemli adımlar” atmaları halinde gümrük vergilerinde indirim alabileceklerini ilan ediyordu. Başka bir ifadeyle: ABD’nin çıkarları doğrultusunda hareket edin, yoksa cezalandırılmaya devam edersiniz.
Hızlı teknolojik gelişimi nedeniyle ABD’nin küresel hegemonyasının önündeki ana engel olarak görülen Çin’in başlıca “ulusal güvenlik” tehdidi olarak tanımlanmasıyla birlikte, gümrük vergisi fermanlarının temel amacı diğer devletleri Çin karşıtı bir ekonomik ve askeri saldırıya yönlendirmektir.
Yeni gümrük vergisi gündemi, Pekin’e yönelik gümrük vergilerini, daha önceki yüzde 20’lik artışa ek olarak, “karşılıklı gümrük vergileri” adı altında eklenen yüzde 34’lük vergiyle beraber toplam yüzde 54’e yükseltiyor [bu yazının yayımlanmasının ardından Çin’e yönelik gümrük vergileri yüzde 104’e çıkarıldı]. Bloomberg’in Çin’in ekonomik büyümesine yüzde 2,3’lük bir darbe vuracağını tahmin ettiği bu tür önlemler daha önceki dönemlerde savaş nedeni sayılırdı.
Ekonomik savaş; Trump’ın “Amerikan işçisinin yararına” olduğu iddialarına rağmen (bu iddialar Birleşik Otomotiv İşçileri [UAW] sendikası ve sendika bürokrasisinin diğer kesimleri tarafından da desteklenmektedir), ülke içindeki işçi sınıfını da hedef almaktadır.
Trump rejiminin en büyük yalanlarından biri, gümrük vergilerinin yabancı ülkeler tarafından ödendiğidir. Gerçekte ise gümrük vergileri, market ürünlerinden dayanıklı tüketim mallarına kadar bir dizi üründe daha yüksek fiyatlar şeklinde tüketicilere, işçilere ve ailelerine uygulanan devasa bir dolaylı vergidir.
Üretimin ABD’ye taşınması, iyi ücretli işlerde bir artışa yol açmayacaktır. Yeni fabrikalar yüksek oranda otomatikleştirilecek ve maliyetleri düşürmek için mümkün olduğunca az işçi çalıştırılacaktır. Rekabetin baskısıyla bu durum, mevcut fabrikalarda daha fazla işten çıkarma ve daha yoğun sömürüye yol açacaktır.
Trump’ın başlattığı küresel savaş kuşkusuz çılgınlıktır. Ancak bu “Kral Donald”ın çılgınlığının bir sonucu değildir. Bu durum, üretim araçlarının özel mülkiyeti ve özel kâr üzerine kurulu kapitalist sistemin, küresel olarak bütünleşmiş üretim ile dünyanın rakip ulus devletlere bölünmesi arasındaki çelişkisinden kaynaklanan çılgınlığını ifade etmektedir.
Bu çelişki, krizini önce ekonomik savaş, ardından da yeni bir dünya savaşı yoluyla rakiplerini ezerek çözmeye çalışan ABD’de zorunlu olarak en keskin ifadesini bulmaktadır.
Trump, egemen sınıfın güçlü kesimlerinin artan desteğiyle faşist bir rejim inşa etmeye çalışırken, işçi sınıfı aynı krizden işlere, ücretlere, sosyal koşullara yönelik derinleşen saldırılar ve temel demokratik hakların içinin boşaltılması şeklinde etkilenmektedir.
İşçi sınıfı kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda bir siyasi mücadele yürütmelidir. ABD’deki ve dünyanın dört bir yanındaki işçiler bu mücadeleye her türlü milliyetçiliğe karşı çıkarak başlamalıdır. Gümrük vergisi savaşının hangi tarafında yer alırlarsa alsınlar, işçilerin kendilerini herhangi bir şekilde “kendi” ulusal egemen sınıflarına bağlaması, tarihin de gösterdiği gibi, felakete giden yoldur.
İşçi sınıfı, barbarlığa sürüklenmemek için kapitalist sistemin krizini ilerici bir şekilde çözme gibi bir tarihi göreve sahiptir. Bu nedenle Trump’ın gümrük vergisi savaşı, işçi sınıfı içinde uluslararası sosyalizm programı uğruna siyasi bir mücadelenin yürütülmesi için bir uyarıcı işlevi görmelidir. Özellikle geçtiğimiz hafta yaşanan olayların hızı, kaybedecek zaman olmadığını göstermektedir.
4 Nisan 2025