Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin siyasi muhalefete ve basına yönelik artan tutuklama dalgasının ortasında Salı sabahı Türkiye genelinde 10 şehirde düzenlenen ev baskınlarıyla 52 kişi “terör” suçlamalarıyla gözaltına alındı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı bu operasyon kapsamında 60 kişinin arandığını, 52’sinin gözaltına alındığını belirtirken, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya X/Twitter’da ayrı bir açıklama yaparak “51 ilde PKK/KCK’ya yönelik son 5 gündür devam eden ‘GÜRZ-46’ operasyonlarında; 282 şüpheli terör örgütü mensubu yakalandı,” dedi. İki operasyonun birbiriyle bağlantılı olup olmadığı hakkında herhangi bir detay verilmedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) önderlik ettiği bir partiler koalisyonu olan Halkların Demokratik Kongresi’ne (HDK) yönelik operasyon görünüşe göre çok daha geniş kapsamlı bir baskı harekâtının parçasıdır. EMEP İstanbul Milletvekili İskender Bayhan, “Altı bin civarında kişiyi kapsayan bir HDK davası ve HDK soruşturma süreci olduğunun bilgisini öğrendik. Bunun bin altı yüzünü İstanbul'da yaşayan yurttaşlarımız oluşturuyor,” diye konuştu.
Gözaltına alınanlar arasında DEM Parti, Emek Partisi (EMEP), Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP), Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP), Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) ve Yeşil Sol Parti’nin önde gelen üyeleri ile gazeteciler Yıldız Tar, Elif Akgül ve Ercüment Akdeniz bulunuyor. Müzisyen Pınar Aydınlar, ressam Taner Güven ve senarist Ayşe Bengi de gözaltına alındı.
Pazartesi günü de Gaziantep’te tekstil işçilerinin bir süredir devam eden fiili grev dalgasına önderlik eden bağımsız sendika BİRTEK-SEN’in genel başkanı Mehmet Türkmen tutuklanarak cezaevine gönderildi. Daha önce valilik doğrudan işçileri hedef alarak il genelinde her türlü eylemi 15 gün yasakladığını duyurmuştu.
Türkmen, işçileri anayasal ve demokratik haklarını kullanarak daha iyi ücretler ve çalışma koşulları uğruna mücadele etmeye teşvik ettiği için “Suç işlemeye tahrik” ve “İş ve çalışma yaşamının ihlali” iddialarıyla tutuklandı. Bir toplumsal barut fıçısının üzerinde oturan hükümet, herhangi bir kitlesel işçi hareketini daha gelişmeden şiddetle bastırmaya çalışıyor.
Dünya Sosyalist Web Sitesi ve Sosyalist Eşitlik Grubu, tırmanan polis devleti baskısını kınamakta ve gözaltına alınanların serbest bırakılmasını talep etmektedir. Herkes siyaset ve gazetecilik yapma konusunda anayasal ve evrensel haklara sahiptir ve bu temel demokratik haklar işçi sınıfı tarafından kararlılıkla savunulmalıdır.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın basına aktarılan operasyon gerekçesi, yasal bir oluşum olan HDK’nin, yasa dışı Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ve Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) bağlantılı bir “terör örgütü” olduğu iddiasıdır.
Cumhuriyet gazetesinin aktardığına göre, HDK’nin parçası olan ve hedef alınan yasal partiler “PKK/KCK terör örgütünün talimatları doğrultusunda legal görünümlü protesto yürüyüşü, basın açıklaması, miting vb. eylem ve etkinlikler düzenleyerek toplumsal alanı örgütlüyor.” Gerçekte, bu tür temelsiz “terör” iddialarıyla tüm yasal partilerin anayasal faaliyetleri ve hakları askıya alınabilir.
DEM Parti X/Twitter hesabından yaptığı açıklamada “Açık ki, çözüm ve barış ihtimali birilerinin uykusunu kaçırmaya başladı,” diye belirtti ve ekledi: “Her gün çözüm ve barış isteyenlere operasyonlar düzenleniyor, her gün halk iradesine kayyım atanıyor. Her gün halkların ittifakına, ortak mücadeleyi büyütenlere saldırılar artıyor. Topluma, halk iradesine, çözüm, demokrasi ve barış arayışlarına karşı topyekun bir saldırı sürdürülüyor. Ancak korkunun ecele faydası yok; bu topraklara barış mutlaka gelecek.”
Bu açıklama kendi içinde çelişkilidir. Zira “çözüm ve barış ihtimali” denilen şey, bizzat Erdoğan’ın izni ve onayıyla geliştirilmiş bir hükümet politikasıdır. Geçtiğimiz Ekim ayından beri, 1999’dan beri hapiste olan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın örgüte silah bırakma çağrısı yapması karşılığında serbest bırakılmasına yönelik müzakereler yürütülüyor ve DEM Parti heyeti Öcalan’la doğrudan görüşüyor. Müzakerelerin bir parçası olan PKK/KCK’nin sadece Türkiye’de değil, Suriye, Irak ve İran’da etkisi bulunuyor.
Ancak burada söz konusu olan “çözüm ve barış” değil, Ankara’nın Suriye ve Ortadoğu’da derinleşen emperyalist savaşta konumunu sağlamlaştırma girişimidir. DEM Parti’nin, Erdoğan’ın bir yandan geri kalan demokratik hakları ortadan kaldırırken Kürt sorununa demokratik bir çözüm getirebileceği iddiası, milliyetçi perspektiflerinin açmazını ve iflasını göstermektedir.
Üstelik DEM Parti ve yasal Kürt siyaseti, Erdoğan hükümetinin siyasi muhalefete yönelik baskısının halen en yoğun hedefidir. 2016’dan beri Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ gibi eski parti liderleri dahil binlerce üyesi siyasi mahpus konumundadır ve seçilmiş belediye başkanları anayasaya aykırı bir şekilde görevden alınmaktadır.
En son 1,1 milyon nüfuslu Van’ın Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’a “terör örgütüne yardım etmek” ve “basın yoluyla terör örgütü propagandası yapmak” iddialarıyla 3 yıl 9 ay hapis cezası verildi ve Cumartesi günü Van valisi belediyeye kayyım olarak atandı. Belediye binasında barışçıl protesto hakkını kullanan yüzden fazla kişi büyük bir polis operasyonuyla gözaltına alınırken 20 kişi tutuklandı.
Savcılık, geçtiğimiz hafta İstanbul’da Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) yönetimde olduğu 9 ilçe belediyesinde 10 kişinin tutuklandığı operasyonda HDK ve üyesi partilerin hedef alınacağının sinyalini vermişti. Orada DEM Parti’nin önderlik ettiği HDK bir “terör örgütü” ilan edilmiş ve CHP ile DEM Parti arasında geçen yıl kurulan yasal yerel seçim ittifakı (“Kent Uzlaşısı”) bir “suç” olarak gösterilmişti. Ülke genelinde CHP hükümete artan toplumsal muhalefetin haksız faydalanıcısı olarak birinci parti olurken, Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) 2002’den beri ilk kez bir seçimi kazanamadı.
AB ve NATO yanlısı geleneksel bir burjuva partisi olan CHP, geçen yılki seçim zaferine, işçi sınıfını hedef alan mali saldırı programıyla hemfikir olduğu Erdoğan ile “uzlaşma” ve “normalleşme” süreci başlatarak yanıt vermişti.
CHP ve DEM Parti’ye artan baskının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na doğru ilerlediği düşünülüyor. İstanbul’daki seçimleri iki kez kazanan İmamoğlu, CHP’nin favori cumhurbaşkanı adayı olarak görülüyor ve anketlerde Erdoğan’a önde görünüyor. İfade özgürlüğü kapsamındaki açıklamaları nedeniyle çok sayıda soruşturma ve dava konusu olan İmamoğlu hakkında toplam 25 yıl hapis ve siyasi yasak talep ediliyor.
AKP’nin eski milletvekili Şamil Tayyar, bir televizyon kanalında İmamoğlu’nun da yakında terör suçlamasıyla karşı karşıya kalabileceğini söyledi: “İmamoğlu'nu kent uzlaşısı çerçevesinde KCK ilişkisinin mimarı gibi gösterecek sağlam bilgi, belge ve deliller ortaya çıktığında, İmamoğlu hakkındaki soruşturma bir terör kapsamına girecektir.”
İmamoğlu Pazartesi X’te yaptığı açıklamada kendisine yönelik davalardan doğrudan Erdoğan’ı sorumlu tutarak CHP’nin erken seçim çağrısını yineledi: “Hakkımda 25 yıl hapis cezası istenen davaların altında Sayın Cumhurbaşkanının imzası vardır, başkasının değil, kimseyi kandıramazsınız. Kendisini mertçe mindere, sandığa davet ediyorum. Kasımpaşalı gibi davransın, Bizans oyunlarıyla yargı aracılığıyla ayak oyunları yapmayı bıraksın. Bu millet cesur olanı, mert olanı sever.”
Erdoğan’ın artan otoriter eğilimlerinin tek nedeni 2028’de veya daha erken yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetme olasılığı değildir. Doğrusu, hükümet, uzun süredir başvurmakta olduğu antidemokratik uygulamaları, Ortadoğu’da ve küresel ölçekte artan emperyalist yeniden paylaşım yöneliminin ve içeride büyüyen sınıfsal gerilimlerin ortasında tırmandırmaktadır. Erdoğan’ın anayasayı ve yasaları tanımayan adımları, dünya kapitalizminin merkezi ABD’de Donald Trump’ın ikinci yönetiminin uygulamalarıyla dünya genelinde “normalleştirilmektedir.”
Türkiye’de ve dünya genelinde kökleri kapitalist sistemin derin krizine dayanan bu egemen sınıf saldırısına karşı tek ilerici yanıt, hükümetteki partilerle aynı gerici sınıfın çıkarlarını temsil eden şu ya da bu kapitalist düzen partisinden değil, uluslararası sosyalist bir program temelinde birleştirilip seferber edilmesi gereken işçi sınıfından gelebilir.