İki yıl önce, 6 Şubat 2023’te, Türkiye’nin güneyini ve Suriye’nin kuzeyini yerle bir eden iki büyük deprem, iki ülkede resmi olarak 60 binden fazla insanın ölmesine, yüz binden fazla insanın yaralanmasına ve milyonlarcasının evsiz kalmasına yol açtı. Bu, egemen sınıfın, kâr ve servet birikimini insan hayatının ve güvenliğinin önüne koyan politikalarının ürünü olan büyük bir suçtu.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin açıkladığı gibi, bilim insanlarının ve resmi raporların uzun süredir uyarıda bulunduğu büyük depremlere karşı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti ve yerel yönetimler hiçbir önlem almayarak milyonlarca insanı depreme dayanıksız evlerde kaderlerine terk etmişti. Dahası, depremin yıkımının ardından resmi arama kurtarma yardımının uzun süre aksaması can kaybını artırmıştı.
Depremin en ağır yıkıma yol açtığı ve resmi olarak 23 bin kişinin öldüğü Hatay’da, aradan geçen iki yıla rağmen binlerce insan hâlâ konteynerlerde ve çadırlarda hayatta kalma mücadelesi veriyor. En temel insani ihtiyaçlara erişimin zor olduğu bu koşullar ve hesap sorulmayan ihmaller, toplumda derin bir öfkeye dönüşmüş durumda.
6 Şubat’ta Hatay sokaklarında düzenlenen anma etkinlikleri ve sessiz yürüyüşler, yalnızca bir yas tutma ritüeli değil, aynı zamanda bu adaletsizlikle yüzleşmenin güçlü bir ifadesiydi. Binlerce kişi, kayıplarının yasını tutarken aynı zamanda devleti yönetenlere, sorumlulardan hesap sorulmamasına ve sürdürülen cezasızlık politikasına karşı öfkesini dile getirdi.

Anma etkinlikleri kolluk güçlerinin “güvenliği sağlama” adına uyguladığı keyfi kısıtlamaların gölgesinde geçti. Hatay Valiliği, polis barikatlarının güvenlik gerekçesiyle yerleştirildiğini ve yürüyüş yasağının bu çerçevede alındığını belirtse de bu durum depremzedeler arasında büyük tepkiye yol açtı.
Barikatlar, özellikle resmi törenler dışındaki anma etkinliklerine katılmak isteyenlerin hareket özgürlüğünü ciddi şekilde kısıtladı. Yunus Emre Parkı’ndan Atatürk Anıtı’na yürümek isteyen gruplar engellenirken, 6 Şubat Deprem Platformu’nun çağrısıyla toplanan depremzedeler de İnönü Caddesi’nden Harbiye Bulvarı’ndaki Köprübaşı’na ulaşmak istediklerinde polis müdahalesiyle karşılaştı. Rana Apartmanı önünde bir araya gelen binlerce kişi ise Köprübaşı’ndaki anmaya katılmak üzere başlattıkları yürüyüşe izin verilmemesi nedeniyle tepki gösterdi.

Depremzedelerin yas tutma, kayıplarını anma ve resmi sorumluları protesto etme haklarını ihlal eden bu kısıtlamalar, hükümetin depremde sağ kalan kitlelere ve on binlerce ölüme derin kayıtsızlığını bir kez daha gözler önüne serdi.
ANKA Haber Ajansı’na konuşan bir depremzede “Sanki her an depremi yaşıyor gibiyiz… Her taraf çamur, enkaz. Daha yıkılan binalar var enkazı kalkmadı. Daha kayıplarımız bulunmadı. Daha millet çadırda yaşıyor, konteynerde yaşıyor. Verilen sözlerin hiçbiri tutulmadı,” dedi.
Şehrin ana ve ara yolları hâlâ kullanılamayacak kadar bozukken resmi törenin yapılacağı alanın etrafında alelacele asfaltlama çalışmaları yapıldı. Bir depremzede bu konuda şunları söylüyordu: “Işıklandırma, asfalt dün yapıldı daha. Cumhurbaşkanımız gelecek diye.”
Üstelik resmi tören alanına girmek isteyen depremzedeler “güvenlik” gerekçesiyle engellendiler. Depremzedeler buna “Kapıları açın” ve “Sesimizi duyan var mı?” sloganlarıyla tepki gösterirken, bir depremzede “Depremde sesimizi duymadılar, şimdi mi duyacaklar?” sözleriyle halkın yaşananlara olan öfkesini dile getirdi.
Depremzedelerin büyük tepkisi nedeniyle resmi tören bittikten sonra barikatlar kaldırıldı. Ancak yürüyüşün bitiş noktası olan Köprübaşı’nda depremzedeler bir polis barikatı ile daha karşılaştılar.
Velev.news’in aktardığına göre, İnönü Caddesi’nden Harbiye Bulvarı’ndaki Köprübaşı’na yürümek isteyen kitle, polis barikatlarıyla engellendi. Depremzedeler zaman zaman barikatları aşarak ilerlemeye çalışsa da çevik kuvvet ekiplerinin müdahalesiyle geçişler engellendi. Güvenlik güçleri ile depremzedeler arasında yaşanan arbedede üç kişi darp edilerek gözaltına alındı. Ayrıca “Ilgım Apartmanı İçin Adalet” yazılı bir pankarta da el konuldu. Sadece üç yaşında bir bina olan Ilgım Apartmanı’nın saniyeler içinde yıkılması sonucu 80’den fazla kişi ölmüştü.

Bu müdahaleler, depremzedeler tarafından “Polis simit sat onurlu yaşa”, “Hükümet istifa”, “Vali istifa” ve “Kapıyı aç, barikatı aç” sloganları ile protesto edildi.
TMMOB Şehir Plancıları Odası Ankara Şubesi, depremin üzerinden iki yıl geçmesine rağmen Hatay ve Malatya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, temiz su, gıda, ulaşım ve kamusal hizmetler gibi en temel ihtiyaçların hâlâ karşılanamadığını belirtti.
Hatay’da yıkılan binaların üçte biri hâlâ yeniden inşa edilemedi ve 200 binden fazla kişi hâlâ konteynerlerde yaşamını sürdürüyor. Konteynerlerdeki yaşam koşulları insani standartlardan oldukça uzak. Halen 113 bin kişinin konteynerlerde kaldığı Malatya’da yeni konutların sadece üçte biri tamamlandı. Kira fiyatları fahiş seviyelerde ve yapılan kira yardımları bu artışı karşılamıyor.
Çevresel sorunlar da ciddi boyutlarda. Moloz döküm sahaları çevre kirliliğine yol açıyor, asbest gibi zararlı maddeler halk sağlığını tehdit ediyor. Hız kesmeden devam eden maden arama çalışmaları ekolojik tahribatı derinleştiriyor. Eğitim, sağlık ve ulaşım gibi temel kamusal hizmetler yetersiz kalıyor; birçok okulda aşırı kalabalık sınıflarda eğitim veriliyor.
Tarihi Antakya kentini de içeren Hatay’daki kültürel miras alanlarında ise koruma ilkeleri göz ardı ediliyor ve plansız, şeffaf olmayan inşa süreçleri yürütülüyor. Bu süreçler hem bölgenin tarihi dokusunu hem de toplumsal hafızasını tehdit ediyor.
Haber Hatay Haber Ajansı’nın aktardığına göre, depremde evini kaybeden Safiye Demirci, engelli oğluyla birlikte Hatay’ın Çekmece Mahallesi’nde kurduğu çadırda yaşıyor. Evinin az hasarlı sayılması nedeniyle herhangi bir yardım alamayan Demirci, maddi imkânsızlıklar nedeniyle onarım yapamıyor.
“Çadırda yaşamak zorundayım, başka çarem yok” diyen Demirci, sadece oğlunun maaşıyla geçinmeye çalıştığını belirtiyor. Demirci, “Suyu bile satın almak zorundayız. Bir süre banyo imkânımız olmadı, komşumuzun yardımıyla banyo ve tuvalet kurdurabildik,” diyor ve ekliyor: “İki yıldır karanlıkta yaşıyoruz. Yetkililer nerede?”
Samandağ ilçesinde yaşayan Mutia Çivi ve eşi de depremde evlerini kaybeden sayısız insan arasında. Konteyner başvurusunda bulunmalarına rağmen, bölgedeki altyapı eksiklikleri nedeniyle talepleri karşılanmıyor ve bu yüzden hâlâ çadırda yaşıyorlar.
Çivi, çamaşırlarını bir yıl boyunca soğuk suyla elde yıkadıktan sonra bir dernek sayesinde çamaşır makinesi ve su bağlantısı temin edebildiklerini belirtiyor. Ancak elektrik bağlantıları hâlâ yapılmadığı için zorluk çekmeye devam ettiklerini söylüyor.
Çivi, depremin ilk günlerinde yaşadıkları çaresizliği şu sözlerle anlatıyor: “Ayakkabımız, kıyafetimiz, yemeğimiz yoktu. Günlerce hiçbir şey bulamadan bekledik.” İki yıl geçmesine rağmen altyapı sorunlarının çözülmediğini ifade eden Çivi şunları ekliyor: “Konteyner alabilmek için bile yeterli altyapı sağlanmadı. Bu şartlarda yaşamak zorunda bırakılmayı hak etmiyoruz.”
Hatay’daki depremzedeler, evlerini onarmak için mali destek ya da güvenli barınma koşulları sağlayacak konteyner yardımı bekliyor. İki yıl boyunca çadırda yaşamaya mahkûm kalan aileler, temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekiyorlar. Depremzedeler, yetkililerden kalıcı çözümler talep ediyor ve seslerinin duyulmasını istiyor.
6 Şubat depremlerinin üzerinden iki yıl geçmiş olmasına rağmen depremzedelerin en temel ihtiyaçlarının dahi karşılanmamış olması ve bugün benzer felaketleri önlemeye yönelik neredeyse hiçbir önlem alınmaması hem burjuva siyaset kurumunun hem de kapitalist sistemin iflasını gözler önüne seriyor. Türkiye’de ve dünya genelinde, kitlelerin temel toplumsal sorunlarının çözümü, işçi sınıfının duruma bilinçli bir şekilde müdahale etmesini ve özel kâr ve servet birikimine değil insan ihtiyaçlarına dayalı bir ekonominin, yani sosyalizmin inşa edilmesini gerektiriyor.