Aile sağlığı merkezlerinde (ASM) çalışan aile hekimi, ebe ve hemşireler, Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği’ne karşı 6 Ocak’ta ülke genelinde iş bırakma eylemine başladı. İş bırakma 10 Ocak’a kadar 5 gün boyunca aralıksız sürecek. 8 Ocak’ta ise kamuya ait tüm sağlık kuruluşlarındaki çalışanlar eyleme katılarak bunu bir genel greve dönüştürecekler.
Kamu kurumlarında çalışan toplam hekim sayısı 107 bin iken, ASM’lerde çalışan hekim sayısının 27 bin ve diğer sağlık emekçilerinin sayısının ise 20 bin civarı olduğu tahmin ediliyor.
Aile hekimleri ve diğer sağlık emekçileri, koşullarına yönelik bir saldırı olarak gördükleri yeni yönetmeliğe karşı son iki ay içinde üçüncü defa iş bırakıyorlar. Geçtiğimiz yıl 5-7 Kasım tarihlerinde üç gün, 2-6 Aralık arasında beş gün iş bırakmışlardı. Aile hekimleri daha önce de 19 Ekim’de Ankara’da binlerce kişinin katıldığı bir protesto mitingi düzenlemişlerdi.
Sağlık emekçilerinin “eziyet yönetmeliği” olarak adlandırdıkları yeni yönetmelik aile hekimlerine meslekleri dışında birçok idari sorumluluk yüklüyor. Ayrıca hekimler ödeme katsayılarında yapılacak değişiklik ve performans kotalarının artırılmasıyla ciddi maaş kesintileri ile karşı karşıya kalıyorlar.
6 Ocak’ta başlayan iş bırakma eylemi, Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve çeşitli sağlık örgütlerinin çağrısıyla, ülke genelindeki aile sağlığı merkezlerinde yoğun katılımla başladı. Hekimler ve diğer sağlık emekçileri, Türkiye’nin dört bir yanındaki binlerce ASM’de hizmet vermeyi durdurdular, kent meydanlarında ve sağlık müdürlüklerinin önünde kitlesel basın açıklamaları yaptılar.
İstanbul’da eylemin ilk günü olan Pazartesi İl Sağlık Müdürlüğü önünde toplanan sağlık emekçileri, “Eziyet yönetmeliğini istemiyoruz” pankartı eşliğinde bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını okuyan İstanbul Aile Hekimliği Derneği Genel Sekreteri Sercan Ahmet Uluç “OECD ülkeleri standartlarına ulaşmayı hedefliyorsanız, önce hekime düşen hasta yükünü azaltmanız ve sağlık çalışanlarının refah düzeyini arttırmanız gerekir. Ancak bunun yerine, daha az hekimle daha fazla iş yapılmasını talep eden bir zihniyetle karşı karşıyayız,” dedi.
İstanbul Tabip Odası Başkanı Osman Küçükosmanoğlu ise “Sağlık sistemimiz bozuk ve bu yönetmelikle daha da bozuk hale gelecektir… Sağlığın iyi olması hasta başvuru sayısının yüksekliğiyle ölçülmez. Sağlık; bebek ölüm hızı, aşılama oranları, anne ölüm oranı ve sağlıklı suya erişim gibi kriterlerle ölçülür. Bu alanlarda iyiyiz diyebilir misiniz?” diyerek yeni yönetmelikle dayatılan performans kriterlerini eleştirdi.
Ankara İl Sağlık Müdürlüğü önünde yapılan basın açıklamasında ise katılımcılar adına ortak açıklamayı Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) Ankara Şube Eş Başkanı İbrahim Kara okudu. Kara, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarının düzeltilmesinin yanı sıra kamusal sağlık hizmetinin iyileştirilmesine yönelik ortak taleplerinin bir kısmını şöyle sıraladı:
- Kamusal bir hizmet olan birinci basamak sağlık hizmetlerinin fiziki ve tıbbı donanımı ve aile sağlığı merkezleri kamu tarafından sağlanmalıdır.
- Halkımıza nitelikli bir sağlık hizmeti sunabilmemiz için yeterli zaman ve olanak sağlanmalıdır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin öncelendiği ve ekip anlayışını gözeten bir sistem inşa edilinceye kadar ASM sayısı hekim başına 2.000 nüfusu aşmayacak şekilde artırılmalıdır.
- Aile hekimliğinde güvencesiz ve kadrosuz istihdamı kabul etmiyoruz. ASM’lerde nüfus yapısına göre yeterli hemşire, ebe, teknisyen görevlendirilmeli, aşılama ve diğer koruyucu hekimlik uygulamaları desteklenmeli, geliştirilmelidir. Ebe ve hemşirelerin maaş ve teşvik ödeme kriterleri; aile hekiminin çalışma kriterleri ile değil, kendi mesleki sorumluluklarına göre düzenlenmelidir. ASM çalışanlarının kanun değişikliği gerektiren teşvik ücreti katsayısı en az iki katı ve tavan ücreti en az üç katı oranında artırılmalıdır.
- ASM’lerde çalışan hekim, ebe, hemşire ve sağlık emekçilerine emekliliğe yansıyacak, tek kalemden oluşan, insanca yaşamaya yetecek düzeyde, izin kullandıklarında, hastalandıklarında, çocuğu olduğunda veya ailesinden biri öldüğünde kesilmeyecek maaş ödenmelidir.
- Sağlıkta şiddeti artıracak düzenlemeler değil, şiddetin önlenmesini sağlayacak etkin ve caydırıcı tedbirler alınmalı; etkili şiddet yasası çıkarılmalı ve sağlık çalışanlarının can güvenliği sağlanmalıdır.
Sağlık emekçilerinin kararlı şekilde sürdürdükleri iş bırakma eylemleri ve temel talepleri Sağlık Bakanlığı tarafından görmezden geliniyor. Mevcut durum, hükümetin egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda kamusal sağlık sisteminin içini boşaltması ve sağlık emekçilerinin koşullarını geriletmesinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti, 2003 yılında başlattığı “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile kamu hizmetlerinin büyük bankaların ve özel şirketlerin kontrolüne aktarılmasına hız verdi. 2002’den bu yana ülke nüfusu yaklaşık yüzde 30 artarken, kamu hastanelerinin sayısı sadece yüzde 12 arttı. Aynı dönemde özel hastane sayısı yüzde 110 oranında artmış ve özel hastanelerin toplam hastaneler içindeki payı yüzde 23’ten yüzde 36’ya çıkmıştır.
Kısa süre önce 12 yenidoğan bebeğin özel hastanelerde kâr uğruna ölüme gönderilmeleriyle patlak veren skandal, kapitalist sağlık sisteminin insan hayatını kâr uğruna nasıl kurban ettiğinin çarpıcı bir örneğidir. Çok kârlı görünen yenidoğan yoğun bakım yataklarının yüzde 52’si özel sektörde bulunmaktadır.
Üstelik kamusal sağlık sistemi, yalnızca Türkiye’de değil, dünya genelinde benzer bir şekilde çökmüş durumdadır. COVID-19 pandemisinin başlamasından derinleşen ve tüm çıplaklığıyla ortaya çıkan küresel sağlık sistemi krizi, halk sağlığı yerine savaş bütçelerine ve mali oligarşiye servet aktarımına öncelik verilmesini gerektiren kapitalist kâr sisteminin bir ürünüdür.
Bu sürecin bedelini ise emekçi halk kitleleri sağlıkları ve yaşamlarıyla ödemektedir. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin 2025 Yeni Yıl Açıklaması’nda vurguladığı üzere “Pandemi, şirket kârlarına halk sağlığından daha fazla öncelik veren kapitalist hükümetlerin işçilerin yaşamlarına karşı ölümcül kayıtsızlığını gözler önüne serdi. Küresel ölçekte, büyük çoğunluğu işçi sınıfından olmak üzere 30 milyondan fazla insan hayatını kaybetti. Şu anda en az 500 milyon insan Uzun COVID’in güçten düşürücü etkilerinden mustariptir.”
Türkiye’de ve dünya genelinde sağlık emekçileri ve halk sağlığı için ileriye giden yol, ekonominin özel kâra değil toplumun ihtiyaçlarına göre düzenlenmesinden, yani sosyalizm uğruna mücadeleden geçmektedir.
Sağlık emekçileri bu yolda müttefiklerini mücadeleye atılan işçi sınıfının diğer kesimleri arasında bulacaktır. Belediye işçilerinin artan hayat pahalılığına karşı yaşam koşullarını savunmak için sendikal aygıtlara rağmen yaptıkları grevler ve eylemler, Çayırhan madencilerinin direnişi, metal işçilerinin cumhurbaşkanının yasaklama girişimine meydan okuyarak sürdürdüğü grevler ve hükümetin enflasyonun altında dayattığı asgari ücret artışı ile milyonlarca işçiye savaş ilan etmesine karşı patlak verecek mücadeleler, bu potansiyeli sunmaktadır.
En önemlisi, sağlık emekçileri dahil işçilerin gelişmekte olan mücadelelerinin uluslararası bir perspektif ve örgütlülük ile birleştirilmesidir.
Sağlık emekçilerinin ilk grevini ele alan WSWS yazısında vurgulandığı üzere bu mücadele işçi sınıfının uluslararası sınıf mücadeleleri ile birleştirilmelidir. “Son dönemde ABD, Sri Lanka ve Avustralya’da sağlık emekçilerinin mücadele etmek üzere taban komiteleri kurması, sendikalardan bağımsız sınır ötesi mücadele ve dayanışma ağları kurma potansiyelini göstermektedir. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ) tüm işyerleri, sektörler ve ülkelerdeki mücadele içindeki işçileri bu temelde bir araya getirmek amacıyla kurulmuştur.”