Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’a yaptığı ziyarette El Kaide kökenli Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) lideri Ebu Muhammed El Colani (Ahmed Hüseyin eş-Şara) ile bir araya geldi.
ABD, Almanya, Fransa ve Birleşik Krallık diplomatları Şam’daki yeni yönetimi ziyaret ederken, bu NATO üyesi bir ülkeden şimdiye kadar yapılan en üst düzey ziyaret oldu.
Türkiye’nin halen terör örgütü olarak kabul ettiği HTŞ’ye siyaset ve medya kurumu tarafından yeniden itibar kazandırma çabaları ile ülke içinde yasal bir sol partinin anayasal faaliyetleri nedeniyle “terörist” olarak suçlanması aynı günlerde gerçekleşiyor.
Fidan’ın Şam’daki rejim değişikliğinin ardından özellikle ABD, İsrail ve Türkiye’nin ülkenin paylaşılması üzerine mücadelesinin sürdüğü koşullarda gelen ziyareti, Ankara’nın Suriye’nin geleceğindeki ve HTŞ yönetimi üzerindeki nüfuzunu artırma ve Washington destekli Kürt güçlerini tasfiye etme çabalarının bir parçasını oluşturuyor.
Fidan ile Colani toplantı öncesinde kucaklaşarak samimi pozlar verdiler. Görüşme sonrasında düzenlenen ortak basın toplantısında hem Fidan hem de Colani, Suriye’ye yönelik ABD önderliğindeki yaptırımların kaldırılması gerektiğini söyledi.
Fidan “Suriye’de istikrarın tesisinin en öncelikli konu olduğunun altını çizdik. Bunun için öncelikle ülkede güvenliğin tesisi gerekmektedir,” dedi ve ekledi: “Hukukun üstünlüğünün sağlanması ve azınlıkların korunması da icap etmektedir. Suriyelilerin öncülüğü ve sahipliğinde kapsayıcı bir yönetim tesis edilmesi gerekmektedir.”
Fidan bir yandan “hiçbir dini veya etnik grubun dışlanmadığı” bir Suriye temennisinde bulunurken, diğer yandan Türkiye’nin Suriye’de başlıca tehlike olarak gördüğü Kürtlerin herhangi bir yasal statü elde etmesinin engellenmesini talep ediyor. Ankara, Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile bağlantılı Halk Savunma Birlikleri’nin (YPG) önderliğindeki “Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi” adlı fiili oluşumun kalıcılaşması halinde bir Kürt devletinin kurulabileceğinden ve bunun da Türkiye’deki Kürtler arasında benzer eğilimleri teşvik edebileceğinden korkuyor.
Fidan, Suriye’nin toprak bütünlüğü konusunda Türkiye’nin kararlılığını vurguladı ve şunları ekledi: “Terör örgütü [PKK/YPG] Suriye halkının topraklarını işgal etmekte ve doğal kaynaklarını çalmaktadır. Geçmişte olduğu gibi bugün de DEAŞ’ın fırsatlardan istifade etmesine asla izin vermeyeceğiz. Baas karanlığından kurtulan Suriye, DEAŞ ve PKK’dan temizlenecek. Suriye’de PKK/YPG’ye yer yoktur. PKK/YPG bir an önce kendini feshetmelidir.”
Colani ise “Dost ülke Türkiye, devrimin başından beri Suriye halkının yanında durdu, bunu unutmayacağız,” diyerek rejim değişikliği savaşında Türkiye’nin rolünü vurguladı ve Suriye’nin kuzey doğusuna dair gelen soruya “Gerek bizim kontrolümüzdeki gerek YPG’nin kontrolündeki bölgelerde, hiçbir grubun elinde silah bulunmasını kabul etmemiz mümkün değil,” yanıtını verdi. Bunun, yine Türkiye’nin özellikle YPG’ye karşı desteklediği ve Şam’ın denetiminde olmayan İslamcı Suriye Milli Ordusu (SMO) milisleri için ne anlama geldiği belirsiz.
HTŞ şimdilik Kürt güçlerle çatışmasızlık politikası yürütüyor; son operasyon başladığında Halep’te Suriye Demokratik Güçleri (SDG) elindeki mahallelere dokunmadı ve diyaloğu sürdürdü.
HTŞ silahlı grupların dağıtılacağını açıklarken Kürt güçlerin elindeki bölgeleri kontrol altına alma konusunda Ankara kadar aceleci görünmüyor. HTŞ hem ülke içinde hem de ABD ve İsrail ile dengeleri gözeterek iktidarını sağlamlaştırma peşinde koşuyor. Bununla birlikte, ülkenin geleceği açısından kritik enerji kaynaklarına ve tahıl ambarlarına sahip SDG elindeki bölgeler er ya da geç önemli bir mücadele alanı olacaktır.
Bu arada ABD de Colani’nin başına koyduğu ödülü kaldırıp HTŞ ile diplomatik ilişkilere başladı. Washington Suriye’deki rejim değişikliğini İran, Çin ve Rusya’ya karşı küresel savaşının bir parçası olarak görüyordu.
20 Ocak’ta göreve başlayacak olan seçilmiş başkan Donald Trump ABD’nin doğal kaynakları yağmalamak için savaşlar yürüttüğünü daha önce itiraf etmiş ve bunu en açık şekilde ABD’nin Irak’tan “petrolü alması” talebinde ifade etmişti. ABD ordusunun Suriye’de 900 olan personel sayısını 2000’e çıkardığı bildiriliyor.
27 Kasım’da HTŞ’nin operasyonunun başlamasının ardından SMO, YPG önderliğindeki SDG’nin elindeki Tel Rıfat ve Menbiç’i ele geçirdi. Türkiye’nin Kobani’ye, Fırat Nehri’nin doğusuna doğru sürdürmeyi planladığı saldırılar geçtiğimiz hafta ABD’nin arabuluculuğunda geçici ateşkes ile durdurulmuştu.
Washington, Ankara’nın yeni bir askeri harekâtla PKK/YPG’nin fiziki tasfiyesinde ısrar etmesine bir tehdit ile karşılık verdi. ABD’li Demokrat Senatör Chris Van Hollen ve Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham, Cuma günü ortak bir açıklama yaparak ABD Senatosu’na “2024 Türk Saldırganlığıyla Mücadele Yasası” adını verdikleri, Türkiye’ye karşı bir yaptırım tasarısı sunduğunu duyurdu. İki senatörün ortak açıklamasında şu ifadelere yer verildi:
Türkiye destekli güçlerin Suriyeli Kürt ortaklarımıza yönelik saldırıları bölgesel güvenliğe ve IŞİD’in yeniden dirilişini önleme çabalarına zarar vermektedir. Bugün Senatör Graham ve ben, ateşkesi ve silahsızlandırılmış bölgeyi kabul etmemeleri halinde Türkiye’ye yaptırım uygulanmasını öngören bir yasa tasarısı sunduk. Tüm Suriyeliler için birleşik, kapsayıcı ve istikrarlı bir Suriye istiyoruz ve Suriyeli Kürt ortaklarımızı desteklemek bu hedefe ulaşmak için elzemdir.
SDG Komutanı Mazlum Abdi yaptığı son açıklamalarda Türkiye ve HTŞ ile anlaşma çabalarının altını çizdi. Abdi, Sharq web sitesine verdiği demeçte, “Biz Suriye’de federal yönetim talep etmedik. Merkezi olmayan bir yönetim ve özyönetim istiyoruz. Suriye’nin bölünmesini değil, birliğini savunuyoruz,” dedi. Abdi daha önce Reuters’a Türkiye ile tam ateşkes sağlanması durumunda Kuzey ve Doğu Suriye’deki (Rojava) Suriyeli olmayan tüm Kürt savaşçıların ülkelerine döneceğini belirtmişti.
Bu arada Ankara, İsrail’in Suriye’de artan işgalinden ve etkisinden büyük rahatsızlık duyuyor. Fidan, basın toplantısında “İsrail’in, mevcut ortamdan faydalanarak Suriye’nin topraklarını gasbetmesine de kesinlikle müsamaha gösterilemez. İsrail, Suriye’nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı göstermeli, bölgesel güvenliği daha fazla riske atmamalıdır. Uluslararası toplum, İsrail’in hukuksuz eylemlerine karşı somut bir tepki ortaya koymalıdır,” diye konuştu.
Bu açıklama da tam bir ikiyüzlülük örneğidir. Gerçekte Türk egemen sınıfı da Siyonist rejim gibi Suriye’de işgalci bir güç olarak bulunuyor. Doğrusu, ABD emperyalizminin bölgedeki iki kritik müttefiki olan bu iki devlet, uluslararası hukuka aykırı yöntemleri kendileri için hak görürken rakibi için eleştiriyor. Gazetecilerin terörist ilan edilip hedef alınması da buna dahildir.
Perşembe günü Suriye’nin kuzeyinde SMO ile SDG arasındaki çatışmaları takip eden gazeteci Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’in bulunduğu aracın Türk SİHA’ları tarafından hedef alındığı ve iki gazeteci yaşamını yitirdiği bildirildi. Cumartesi günü İstanbul’da gazetecilerin öldürülmesini protesto etmek için basın açıklaması yapmak isteyen gruba polis müdahale ederek 59 kişiyi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlardan en az 6’sı gazeteci olmak üzere 9 kişi tutuklandı.
Oysa Kasım ayı sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 7 Ekim 2023’ten beri Gazze’de öldürülen basın mensubu sayısının 189 olduğuna dikkati çekmiş ve “Yüzlerce gazeteci yine bu süreçte yaralanmış, kurşunların ve bombaların hedefi olmuştur,” diyerek İsrail’in gazetecileri hedef almasını kınamıştı.
İsrail de Gazze’de hedef aldığı gazetecilerin basın mensubu değil ama “terör örgütü üyesi” olduğunu öne sürüyor.