Metal işçileri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 13 Aralık’ta imzalanan kararnameye meydan okuyarak grevlerini sürdürüyor.
Cumhurbaşkanlığı kararnamesine göre grevler, “milli güvenliği bozucu” nitelikte görüldüğünden 60 gün süreyle ertelendi. Bu erteleme kararı, daha öncekilerde olduğu gibi grevlerin hükümet tarafından şirketler adına fiilen yasaklanması anlamına geliyor.
Bu yasaklama kararı patlayıcı kriz koşullarında geldi. Bir yandan 2025 yılı için asgari ücretin belirlenmesi görüşmeleri yapılıyor ve hükümet işçilere reel enflasyonun altında bir asgari ücret artışı dayatmaya çalışıyor. Diğer yandan Suriye’de rejimin değiştiği ve İsrail’in Gazze’deki soykırımının Ortadoğu’da İran’a karşı bölgesel bir savaşa doğru ilerlediği koşullarda egemen sınıf safları sıklaştırma ihtiyacı hissediyor. Bu, içeride işçi sınıfından gelen her türlü muhalefetin bastırılmasını gerektiriyor.
Toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması sonucu Hitachi, GE Grid Solutions ve Schneider Elektrik fabrikalarında işçilerin grevleri başlamışken Arıtaş Kriyojenik işçileri 19 Aralık’ta greve çıkmaya hazırlanıyordu.
Türkiye siyasetinde her zaman etkili bir büyük sermaye örgütü olan Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) resmi enflasyon oranının bile altında kalan zam teklifini reddeden Birleşik Metal-İş Sendikası, işçilerin tabandan gelen basıncı altında grev kararı almak zorunda kalmıştı.
MESS yüzde 40 oranında zam teklif ederken işçiler hayat pahalılığı karşısında kayıplarını telafi edebilmek için en az yüzde 125 zam talep ediyordu. Kasım itibarıyla Türkiye’de resmi yıllık enflasyon oranı yüzde 47 olurken bağımsız bir araştırma kuruluşu olan ENAG yıllık enflasyonu yüzde 86 olarak hesapladı.
Muhalefet yanlısı DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası, işçilerin patlayıcı öfkesi karşısında yasağı tanımadığını duyurmak zorunda kaldı. Sendika Genel Başkanı Özkan Atar, açıklamasında 7 fabrikada yaklaşık 1600 işçinin grevde olduğunu belirtirken önümüzdeki günlerde iki fabrikada daha 400 üyenin greve başlayacağını söyledi.
25 Aralık’ta grevin başlayacağı Green Transfo şirketi MESS üyesi değil ve orası için henüz bir grev yasağı yok.
Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), iktidara geldiği 2002 yılından bu yana en az 21 grev erteleme kararnamesi yayımladı ve yaklaşık 200 bin işçinin grevi ertelendi; yani fiilen yasaklandı. Bunlara, 2018 yılında metal sektöründe alınan grev kararlarının yasaklanması da dahildir.
Evrensel gazetesine konuşan grevdeki işçiler, “Milli güvenliği tehlikeye attığımız yok. Asıl bizim geleceğimiz tehlikede,” diyor. “Alım gücümüz hiç bu kadar düşmemişti,” diye tepki gösteren işçiler “Yasak bizi daha kararlı hale getirdi,” diye eklediler.
Metal işçilerinin ücretleri geçtiğimiz yıllarda bizzat sendikaların hükümet ve şirketlerle yaptığı işbirliği nedeniyle asgari ücret seviyesine kadar gerilemiş durumda.
Metal işçileri mücadelelerini ileriye taşımaya kararlılar ancak bunun için ipleri kendi ellerine almaları gerekiyor. Grevci işçiler, tüm metal işçilerini ve yaşanabilir bir asgari ücret elde etmeyi bekleyen milyonlarca işçiyi ortak bir mücadelede seferber etmek üzere öne çıkmalılar.
Bırakın Türk Metal ve Özçelik-İş gibi diğer metal işkolu sendikalarını bizzat Birleşik Metal-İş örgütlü olduğu diğer fabrikalarda herhangi bir dayanışma grevi yapmayacaktır. Sendika bürokratları grevin yayılmasından şirketler kadar korkmaktadır. En son İstanbul ve İzmir’deki belediyelerde DİSK’e bağlı Genel-İş sendikasının yaptığı gibi işçilerin arkasından sözleşmeler imzalanacak veya yasalar gerekçe gösterilerek grev sonlandırılacaktır.
İşçiler sendikalardan bağımsız kendi taban komitelerini kurmalıdır. Böyle bir mücadele işyeri ile sınırlı kalmamalı; diğer işyeri ve sektörlerle hatta dünya çapında yükselen sınıf mücadeleleri ile birleştirilmelidir.
Hükümet şirketlere, bankalara ve artan askeri harcamalara daha fazla kaynak aktarmak için işçilerin sosyal koşullarına saldırıyor.
Büyük kısmı emekçilerden alınmak üzere geçtiğimiz yıl devasa ek vergiler getirildi. Hazine ve Maliye Bakanlığı, Kasım ayı bütçe gerçekleşmeleri raporuna göre, şirketlerden toplanan vergi bu yılın Ocak-Kasım döneminde, önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 13,5 artarken, ücretli çalışanlardan topladığı vergi yüzde 119,8 arttı. Enflasyon dikkate alındığında bu, işçi ve emekçilerden alınan verginin reel olarak arttığı, şirketlerden alınan vergininse düştüğü anlamına geliyor.
Diğer yandan hükümet enflasyonu baskılamak bahanesiyle Temmuz ayında asgari ücreti artırmayı reddetti ve işçilerin reel ücreti enflasyon karşısında erimeyi sürdürdü. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, asgari ücretin gerçekleşen değil beklenen enflasyona göre artırılmasında ısrar ediyor. Bu da resmi enflasyonun bile altında yapılacak bir zam ile hem asgari ücretlilerin hem de işçi sınıfının diğer kesimlerinin reel ücretlerinin düşürülmesi anlamına geliyor.
DİSK-AR’ın hazırladığı 2025 asgari ücret raporu, her yerde olduğu gibi, enflasyonun nedeninin ücret artışı değil şirket kârları olduğunu ortaya koyuyor.
Rapora göre, “Türkiye’de kâr itilimli bir enflasyon söz konusu. Yüksek enflasyon, ücretlerin alım gücünü düşürürken şirket kârlarında da yükseliş gözleniyor. İstanbul Sanayi Odası (İSO) 500 büyük şirket araştırması verilerine göre şirket kârları enflasyondan daha hızlı artarken ücret-maaş gelirleri yüksek enflasyon dönemlerinde düşüyor. Aynı durum iş gücü ödemelerinin gayrisafi katma değer içindeki payı için de söz konusu.”
Raporda asgari ücretin, nüfusun çoğunluğunu doğrudan ilgilendirdiği belirtiliyor: “Türkiye’de işçilerin yarısı asgari ücretli. Kayıt dışı işçilerin yaklaşık yarısı asgari ücretin yarısı ve altında ücrete mahkum.”
Rapor ayrıca asgari ücretin yetersizliğini şu sözlerle vurguluyor: “2024 asgari ücreti alım gücünün hızla düşmesiyle birlikte açlık ve yoksulluk sınırının altında kaldı. Ekim 2024’te 17 bin 2 TL net asgari ücrete karşılık açlık sınırı 20 bin 860 TL ve yoksulluk sınırı ise 72 bin 156 TL oldu. 2023 ocak ayından 2024 sonuna 24 ay boyunca asgari ücret yalnızca 4 ay açlık sınırının üzerinde oldu.”
ABD-NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı savaşı tehlikeli bir tırmanma yaşar ve Ortadoğu’da savaş yayılırken, Türk egemen seçkinlerinin işçi sınıfının koşullarına ve gelişen grev hareketine yönelik saldırısına siyasi muhalefetin ve demokratik hakların bastırılması eşlik ediyor.
Erdoğan’ın “iç cephemizi kuvvetlendirmeye çalışıyoruz” açıklaması yapmasının ardından birçok Kürt belediye başkanı anayasaya aykırı bir şekilde görevinden alındı ve yerlerine kayyım atandı. Gazze soykırımının ortasında Türkiye’nin İsrail’in savaş makinesini beslemesi nedeniyle Erdoğan’ı protesto edenler şiddetle gözaltına alınıp kötü muamele gördüler.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) son bir yılda 3.128 üyelerinin gözaltına alındığını ve bunlardan 409’unun tutuklandığını duyurdu. Son olarak, metalde grev yasağı ilanı ile aynı gün, Sosyalist Emekçiler Partisi’nin genel başkanı dahil 15 üyesi, Enerji, Sanayi ve Maden Emekçileri Sendikası ile Birleşik Taşımacılık Sendikası’nın 4 üyesi gözaltına alındı. Gizlilik kararı nedeniyle bu polis devleti operasyonunun gerekçesi açıklanmazken, gözaltına alınanların üçü ev hapsine alındı; diğerleri adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Demokratik haklara ve yaşam koşullarına yönelik saldırılara karşı mücadeleyi emperyalist savaşa ve soykırıma karşı mücadele ile birleştiren bir perspektif gerekiyor. Bu, işçi sınıfını kapitalist siyaset kurumundan ve onun hizmetindeki sendikal aygıttan bağımsız ve onlara karşı bir mücadelede seferber etmek demektir.