Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçmasının ardından Suriye hükümeti çöktü

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın Rusya’ya kaçmasının ardından ABD ve Türkiye tarafından desteklenen İslamcı milisler Pazar günü Suriye’nin başkenti Şam’ı ele geçirdi.

ABD destekli muhalif savaşçılar 8 Aralık 2024, Pazar günü Suriye'nin başkenti Şam'da bir askeri mahkemeyi yakarken kutlama yapıyor. [AP Photo/Hussein Malla]

Yaklaşık 14 yıl süren savaşın ardından, El Kaide bağlantılı Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) milislerinin hakimiyetindeki sözde “isyancılar” yıldırım hızıyla zafer kazandılar. Cumartesi akşamı gelen haberler HTŞ güçlerinin Suriye’nin orta kesimlerindeki Hama ve Humus kentlerine girdiği yönündeydi. Ancak birkaç saat sonra Suriye’nin başkenti Şam’ın düştüğü ve Esad’ın bir uçağa binerek ülkeden kaçtığı haberi geldi. Dün gece Rus Interfax haber ajansı Esad’ın Moskova’da olduğunu bildirdi.

Esad rejiminin çöküşü Suriye, İran ve Rusya rejimlerindeki grupların suç ortaklığı olmadan gerçekleşemezdi. Pazar sabahı HTŞ liderleri Suriye Başbakanı Muhammed El Celali ile görüştüklerini duyurdular. Telegram üzerinden birliklerine “kamu kurumlarının resmi olarak devredilene kadar eski başbakanın gözetiminde kalması gerektiği” talimatını verdiler. Celali ise yeni yetkililerle “işbirliğine hazır olduğunu” açıkladı.

Dün Rus hükümeti, “isyancı” gruplarla yapılan görüşmelerin ardından Esad’ın birliklerine HTŞ öncülüğündeki saldırıya karşı savaşmama emri verdiğini duyurdu. Rusya Dışişleri Bakanlığı şu açıklamayı yaptı: “Beşar Esad ve Suriye Arap Cumhuriyeti’ndeki silahlı çatışmanın bir dizi katılımcısı arasında yapılan görüşmeler sonucunda, Esad başkanlık görevini bırakmaya karar verdi ve iktidarı barışçıl bir şekilde devretme talimatı vererek ülkeyi terk etti.”

İran hükümeti de benzer şekilde “askeri çatışmaların bir an önce sona erdirilmesi, terör eylemlerinin önlenmesi ve Suriye toplumunun tüm kesimlerinin katılımıyla ulusal diyaloğun başlatılması” çağrısında bulundu.

Emperyalist güçler Esad’ın düşüş haberini kutlama havasında karşıladılar. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron “Barbar devlet yıkıldı” diye coşku içinde konuşurken, Almanya Dışişleri Bakanı Analena Baerbock bunun Suriye halkı için “büyük bir rahatlama” olduğunu söyledi. Avrupa Birliği Dış İlişkiler Temsilcisi Kaja Kallas, Esad’ın düşüşünü “olumlu ve uzun zamandır beklenen bir gelişme” olarak değerlendirerek “Bu aynı zamanda Esad’ın destekçileri olan Rusya ve İran’ın zayıflığını da gösteriyor,” dedi.

HTŞ ve lideri, eski bir El Kaide unsuru olan ve İslam Devleti ile bağlantıları bulunan Ebu Muhammed el-Colani, neredeyse bir gecede Batılı medya kuruluşlarının sevgilisi haline geldi. HTŞ’nin Washington tarafından yabancı bir terör örgütü olarak tanımlanmasına ve Colani’nin başına 2018 yılında 10 milyon dolar ödül konmasına rağmen, Colani ABD ve Avrupa medyasında son derece olumlu bir şekilde yer aldı. CNN, Colani ile 5 Aralık’ta yaptığı “özel röportaj”a dayandırdığı haberinde, Colani’nin “güpegündüz ve çok az güvenlikle yapılan” bir görüşme sırasında “güven verdiğini” ve “modernlik görünmeye” çalıştığını gözlemledi.

HTŞ liderliğindeki güçlerin emperyalizm yanlısı karakteri Şam’ı ele geçirmelerinden kısa bir süre sonra kendini gösterdi. Savaşçılar İran Büyükelçiliğini yağmalayarak Ocak 2020’de Trump yönetimi tarafından Bağdat’taki uluslararası havalimanında öldürtülen Devrim Muhafızları Komutanı Kasım Süleymani’nin ve Eylül 2024’te soykırımcı Siyonist rejim tarafından Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta öldürülen Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın resimlerini parçaladılar. Uluslararası medya kuruluşlarının hepsi bu olayları görüntülemek için rahat bir şekilde hazır bulundu.

Esad ile Moskova ve Tahran’daki müttefikleri, Suriye’nin El Kaide bağlantılı bir milis gücüne teslim edilmesine razı olarak Washington ve NATO müttefiklerinin uzun süredir var olan dış politika hedeflerine riayet ediyorlar. İsrail’deki Siyonist rejim, özellikle Ekim 2023’te Filistinlilere yönelik ABD destekli soykırıma başlamasından bu yana, ABD tarafından tedarik edilen bombalar ve füzelerle Suriye’ye karşı düşük seviyeli bir savaş yürüttü. El Cezire’nin haberine göre İsrail Savunma Kuvvetleri’ne (IDF) ait savaş uçakları geçtiğimiz 14 ay boyunca haftada ortalama üç kez Suriye’deki askeri mevzileri vurdu.

Bu saldırılar sadece Suriye güçlerine değil aynı zamanda İran’ın ülkedeki varlığını zayıflatmaya yönelikti. Bunlar arasında en çok ses getireni Nisan 2024’te İran’ın Şam konsolosluğunun bombalanarak üst düzey bir Devrim Muhafızları komutanının ve başka yetkililerin öldürülmesiydi. İsrail’in saldırıları hafta sonu boyunca devam etti ve Esad’ın Pazar günü devrilmesinin ardından Şam’ın Mazzeh bölgesini ve Suriye’nin güney bölgelerini vurdu. IDF askerleri ayrıca “kapalı askeri bölge” ilan edilen Golan Tepeleri’ndeki Suriye topraklarına ilerlediler.

“İsyancıların” saldırı operasyonları, ABD Başkanı Joe Biden’ın Beyaz Saray’dan tek taraflı olarak bölgesel saldırı köpeği İsrail ile Lübnan Hizbullah’ı arasında ateşkes ilan etmesinin üzerinden bir gün geçmeden başlatıldı. Bu açıklama, IDF’nin Lübnan’a karşı iki aydır devam eden vahşi bombardımanını sona erdirdi. IDF bu saldırılarda Esad rejiminin en önemli müttefiklerinden ve silahlı insan gücü tedarikçilerinden biri olan Hizbullah’a ciddi bir darbe vurdu.

Filistinlilere yönelik devam eden soykırım ve Lübnan’daki savaş sırasında İsrail, Esad’ın bölgedeki en önemli destekçisi olan İran’daki hedefleri de -ABD’nin onayıyla- vurdu. Bu saldırılar arasında İran’ın başkentinde rejimin resmi konuğu olarak bulunan Hamas’ın siyasi lideri İsmail Haniye’nin Temmuz ayında öldürülmesi ve 26 Ekim’de İran’ın askeri tesislerine düzenlenen saldırılar da vardı. Tüm bunlar olurken, Esad rejiminin bölgenin önemli petrol rezervlerinden elde ettiği gelirden mahrum kalmasına neden olan 900 ABD askerinin Suriye’nin kuzeydoğusunda yıllardır süren yasa dışı işgali devam etti.

HTŞ saldırısı, emperyalistlerin Rusya ile doğrudan bir çatışmaya doğru pervasızca tırmandırdıkları Ukrayna’daki savaşla yakından bağlantılıdır. Suriye’de çatışmaların patlak vermesinden sadece haftalar önce Biden yönetimi Ukrayna’nın Rusya’ya uzun menzilli füzeler fırlatmasını onaylayarak NATO ile Moskova’yı topyekûn savaşa daha da yaklaştırdı. Bu pervasız adım, Rusya’nın önemli ilerlemeler kaydettiği muharebe alanında Ukrayna’nın çöküşünü önlemek için atıldı.

Nitekim Avrupa’nın büyük bir askeri tırmanışın eşiğinde olduğu bu patlayıcı uluslararası durumun, Moskova ve Tahran’ın, en azından şimdilik, HTŞ liderliğindeki güçlerin Suriye’nin yönetimini ele geçirmesine razı olma kararında kritik bir rol oynadığı görülüyor. Saldırı ve Esad rejiminin ani çöküşü, yeni Trump yönetiminin çıkarlarını güvence altına almanın en iyi yolunun müzakereleri başlatmaktan geçtiğine inanıyor olabileceğine dair işaretlerin geldiği bir dönemde gerçekleşti. Bizzat Trump Truth Social ağında Suriye ve Ukrayna savaşı üzerine uzun bir yazı yayımladı.

“Esad gitti. Ülkesinden kaçtı. Vladimir Putin liderliğindeki koruyucusu Rusya, artık onu korumakla ilgilenmiyordu. Rusya’nın orada olması için zaten hiçbir sebep yoktu. Hiç başlamaması gereken bir savaşta 600.000’e yakın Rus askerinin yaralandığı ya da öldüğü Ukrayna yüzünden Suriye’ye olan tüm ilgilerini kaybettiler,” diyen Trump şunları ekledi: “Çok fazla hayat gereksiz yere harcanıyor... Vladimir’i iyi tanıyorum. Şimdi harekete geçme zamanı. Çin yardım edebilir. Dünya bekliyor!”

Ne var ki, Suriye hükümetinin başına El Kaide bağlantılı bir örgütün getirilmesi kararı son derece pervasızca bir karardır ve Suriye’deki olaylar hiçbir şekilde tamamen ABD emperyalizminin kontrolü altında değildir.

Aksine, birden fazla emperyalist ve büyük gücün yanı sıra bölgesel aktörlerin ülke içinde ve çevresindeki çelişkili ve birbirlerine karşıt çıkarları, 13 yıllık Suriye iç savaşının aniden canlanmasına özellikle patlayıcı bir karakter kazandırmaktadır. 2011 yılında Washington’ın Esad’ı devirmek amacıyla HTŞ’nin öncüllerini silahlandırması ve eğitmesiyle başlayan çatışma en az 500.000 kişinin hayatına mal oldu ve milyonlarca kişiyi ülkeyi terk etmek zorunda bıraktı.

Suriye’deki olayların istikrarsızlığı esas olarak Amerikan emperyalizmi ve müttefiklerinin Washington’ın hegemonyasını güvence altına almak için bölge çapında bir savaşa girişmiş olmasından kaynaklanmaktadır. ABD, Ortadoğu’nun zengin enerji rezervleri ve Avrasya kara parçasına açılan bir kapı olarak kilit ticaret yolları üzerindeki jeostratejik konumu üzerinde kontrol sağlamaya kararlıdır. Bu, ABD ve Avrupalı emperyalist müttefiklerinin Doğu Avrupa’da Rusya’ya ve Asya-Pasifik’te Çin’e karşı hızla tırmanan üçüncü dünya savaşının bir cephesidir. David North’un 2016 yılında A Quarter Century of War: The US Drive for Global Hegemony 1990-2016 (Savaşla Geçen Çeyrek Yüzyıl: ABD’nin Küresel Egemenlik Yönelimi 1990-2016) kitabına yazdığı önsözde belirttiği gibi:

ABD’nin çıkardığı savaşlarla geçen son çeyrek yüzyıl, birbiriyle bağlantılı bir olaylar zinciri olarak incelenmelidir. ABD’nin küresel hegemonya arayışının stratejik mantığı, Ortadoğu ve Afrika’daki yeni sömürgecilik operasyonlarının ötesine uzanmaktadır. Devam eden bölgesel savaşlar, ABD’nin Rusya ve Çin ile hızla tırmanan çatışmasının bileşen unsurlarıdır.

Tüm bu çatışmalar Suriye’de yansımasını buluyor. Bu durum büyük ve bölgesel güçleri kendi çıkarlarını daha da saldırgan bir şekilde kovalamaya zorluyor ve milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atacak bölge çapında bir kan gölünü tetikleyebilir. HTŞ’nin öncülerinden El Kaide bağlantılı El Nusra Cephesi de dahil olmak üzere İslamcı terör örgütlerine para ve ikmal sağlayarak 2011’de Suriye iç savaşını alevlendiren Washington, Rusya’nın Esad rejimini istikrara kavuşturan 2015 müdahalesinin sonucunu asla kabul etmedi. Putin rejimi, hem Suriye’deki Rus hava operasyonları için bir üs hem de Afrika’ya uçuşlar için bir geçiş noktası işlevi gören Lazkiye kenti yakınlarındaki Hmeymim hava üssünün kurulmasından kazançlı çıktı. Rusya’nın Akdeniz’deki tek askeri deniz üssü olan Tartus’taki askeri deniz üssü ise 1971’de kurulmuş ve Sovyet döneminden kalmıştı. Rusya, İran ile birlikte, Esad rejiminin başlıca destekçisiydi. İran, müttefiki Hizbullah’a ikmal sağlamak üzere Lübnan’a karadan erişim için Şam’a bağımlı durumdaydı.

Türkiye kuzeyde Suriye Milli Ordusu (SMO) bayrağı altında İslamcı milisleri himaye etti. Bu milisler doğrudan HTŞ liderliğindeki güçlerin bir parçası olmasalar da, HTŞ ancak NATO üyesi bir ülke olan Türkiye üzerinden faaliyet gösterebiliyor ve askeri teçhizat alabiliyordu. Sonuç olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın HTŞ öncülüğündeki saldırıdan önceden haberdar olduğu yaygın olarak kabul ediliyor. Erdoğan Cumartesi günü Suriye’de “siyasi ve diplomatik olarak yeni bir gerçekliğin” var olduğunu ilan etti. Ankara’nın temel kaygısı güney sınırında birleşik bir Kürt bölgesinin ortaya çıkmasını engellemek; bunu da SMO operasyonlarını finanse ederek ve Kürt Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) hedef alan kendi istilalarını başlatarak yapmaya çalışıyor. Kürtler ise Suriye’nin kuzeydoğusunda 900 kadar askeriyle yasa dışı varlığını sürdüren ABD’den destek alıyor. Reuters’in Salı günkü haberine göre ABD destekli Kürt güçleri Suriye’nin doğusunda Esad birliklerine karşı bir saldırı başlattılar ve bu saldırı hafta içinde Deyrizor’un ele geçirmeleriyle sonuçlandı.

İslamcıların ilerleyişinin zamanlaması ve hızlı ilerleyişi emperyalist güçlerin ve Türkiye’nin derin müdahalesine işaret ederken, Esad güçlerinin utanç verici çöküşü bölgenin burjuva milliyetçi rejimlerinin tamamen iflas ettiğini göstermektedir. Esad ailesi, önce Hafız Esad (1971-2000) ve ardından oğlu Beşar (2000-24) yönetiminde Suriye’yi 53 yıl boyunca tek parti diktatörlüğü olarak yönetti. Ancak sonunda, etkin bir şekilde, rejimi bizzat dağıtmak ve iktidarı 14 yıl boyunca savaştığı güçlere devretmek için çalıştı.

Ortadoğu’nun emperyalist yeniden fethine, Gazze’de devam eden soykırıma ve hızla gelişen üçüncü dünya savaşına karşı çıkmanın tek yolu, işçi sınıfının bölge genelinde ve Kuzey Amerika ve Avrupa’nın emperyalist merkezlerinde bağımsız siyasi seferberliğinden geçmektedir.

İşçi sınıfı önderliğinde uluslararası bir savaş karşıtı hareket sosyalist ve enternasyonalist bir program üzerine inşa edilmelidir. Böyle bir hareket, derinleşen ekonomik krize ve sosyal haklarına yönelik saldırılara karşı işçiler arasında gelişen büyük grevleri ve mücadeleleri, emperyalist barbarlığa karşı İsrail’in Filistinlilere ve Lübnan’a yönelik saldırılarına yönelik kitlesel protestolarda ifadesini bulan geniş tabanlı muhalefetle birleştirmelidir. Bu hareket, emperyalistlerin kriz içindeki kapitalist kâr sisteminden kaynaklanan sınırsız küresel hegemonya dürtüsüne toplumun sosyalist dönüşümü ile karşı koymalıdır.

Loading