David North’un Rus Devrimi’nin yüzüncü yıldönümünde, 2017’de iki bölüm halinde [1] yayımlanan ve Rus Devrimi’ni Neden İncelemeliyiz? adlı eserde yer alan bu önemli incelemesini, Profesör Sean McMeekin’in Rus Devrimi: Yeni Bir Tarih adlı kitabının Türkçe basımının yayımlanması üzerine aşağıda yayımlıyoruz.
I. Bölüm
New York Times, Rus Devriminin yüzüncü yıldönümünü anan bir dizi Serbest Kürsü makalesinin parçası olarak, 19 Haziran sayısında, Bard Koleji’nden Profesör Sean McMeekin’in bir makalesini yayımladı. Devrimin alenen suçlanması ile devrim lehine ürkek savunmalar arasında kalan bu dizide, 1917 olaylarının anlaşılmasına katkıda bulunan tek bir makale bulunmuyor. Ancak McMeekin’in “Lenin Bir Alman Ajanı mıydı?” başlığını taşıyan yazısı, kuşkusuz içlerindeki en kötü niyetli ve kesinlikle en aptalca olanıdır.
Söz konusu makale, McMeekin’in kısa süre önce yayımlanan, Rus Devrimi: Yeni Bir Tarih adlı kitabına dayanıyor. Kitap, en iyi şekilde, İspanya’daki Franco’nun, Şili’deki Pinochet’in veya Amerika’daki J. Edgar Hoover’ın, boş zamanlarında “tarih yazımı” ile amatörce uğraşmaları durumunda Rus Devrimi hakkında üretebilecekleri türde bir kitap olarak betimlenebilir. Bu kitap bir tarih çalışması olarak tanımlanamaz, zira McMeekin gerekli bilgi düzeyinden, mesleki yeterlilikten ve gerçeklere saygıdan bütünüyle yoksundur. McMeekin’in kitabı, basitçe, hiç kimsenin bir şey öğrenemeyeceği bir komünizm karşıtı propaganda denemesidir.
Peki, bu kitabı neden yazdı? Kolay paranın cazibesi dışında (komünizm karşıtı çalışmalar, genellikle, azımsanmayacak bir tanıtımla piyasaya sürülür ve New York Times’ta ve başka birçok yayında olumlu eleştiriler garanti altındadır), McMeekin’in siyasi bir nedeni var. Dünya Sosyalist Web Sitesi, bu yılın başında şöyle yazmıştı: “Dünya kapitalizminin üstünde bir hayalet dolaşıyor: Rus Devrimi’nin hayaleti.” McMeekin, musallat olunanlar arasındadır. O, kitabının “Komünizm Hayaleti” başlıklı son bölümünde, kapitalizmin artan halk hoşnutsuzluğuyla tehdit edildiğini ve Bolşevizmin çekiciliğinin yeniden yükselişte olduğunu yazıyor. “1917’de başlayan ideolojik çağdan doğan nükleer silahlar gibi, Leninizm hakkındaki üzücü gerçek, bir kez icat edilince icat edilmemiş hale gelemeyeceğidir. Toplumsal eşitsizlik, sosyalistlerin onu ortadan kaldırma yönündeki iyi niyetli dürtüsü ile birlikte, hep bizimle olacak.” Bu yüzden, “Leninist eğilim, her zaman, özellikle bunalımın ya da savaşın daha radikal çözümler gerektiriyor görünen umutsuz zamanlarında, hırslılar ve acımasızlar arasında pusuda bekliyor.” McMeekin, şöyle devam ediyor: “Eğer son yüz yıl bize bir şey öğrettiyse, bu, savunmalarımızı pekiştirmemiz ve toplumsal mükemmellik vaat eden silahlı peygamberlere direnmemiz gerektiğidir.”[2]
McMeekin’in “savunmalarımızı pekiştirmemiz ve silahlı peygamberlere direnmemiz” çağrısı ile ne kastettiği, kitabında ayrıntılandırılıyor. Devrim tehdidine gerekli yanıt, devrimcilerin öldürülmesidir. McMeekin, 1917’deki büyük siyasi hatanın, Kerenski’nin, Temmuz 1917’de bunu yapmak için eline bir fırsat geçtiğinde, Bolşevikleri fiziksel olarak yok edememesi olduğunu savunuyor. O fırsat, Bolşevik Parti’nin Almanya’dan para aldığı ve dolayısıyla Lenin’in Alman İmparatorluk Yüksek Komutanlığı’nın bir ajanı işlevi gördüğü bilgisi sözüm ona “keşfedildiğinde” sağlanmış.
McMeekin, yüzyıllık iftirayı yeniden canlandırırken, 1917’nin komünizm karşıtı boyalı basını için yazan sağcı liberal, monarşist ya da “Kara Yüz” (Rus faşisti) gazetecilerin tarzını taklit etmektedir.
McMeekin’in bu yalanı canlandırmasına ilişkin bir incelemeye girmeden önce, yazarın mesleki yeterliliği hakkında birkaç şey söylemek gerek. Rus devrimci tarihi üzerine yaygın biçimde reklamı yapılan “otoritelerin” çoğu için tipik olduğu üzere, McMeekin, alanında herhangi bir ciddi bilgiden ya da kavrayıştan yoksundur. McMeekin’in, Bolşevik ve Menşevik hizipleri doğuran 1903’teki Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi (RSDİP) İkinci Kongresi’ndeki bölünmeye ilişkin açıklaması, onun cehaletini örneklemektedir. Bu, Rus devrimci hareketinin 1917 öncesi tarihinde muhtemelen en önemli olaydır ve eklemek gerekir ki geniş kapsamlı uluslararası siyasi sonuçları bulunmaktadır. McMeekin, bununla ilgili aşağıdaki açıklamayı yapıyor:
Çoğu tarih kitabında belirtilen, Temmuz 1903’teki ünlü Bolşevik-Menşevik bölünmesinin, Lenin’in 1902’deki Ne Yapmalı? kitapçığında ana hatları çizilen bir profesyonel seçkinler kadrosunu (bazen öncücülük diye adlandırılır) savunmasına, partiye kitlesel işçi katılımını isteyen Menşeviklerin karşı çıkması nedeniyle meydana geldiği biçimindeki yaygın kanının aksine, Brüksel Kongresi’nde asıl çıngar, Yahudi sorunu etrafında kopmuştu. Parti örgütü, on dördüncü genel oturuma kadar tartışılmamıştı bile. Lenin’in Brüksel’deki başlıca hedefi, parti içinde Bund’un –yani, Yahudilerin– özerkliğini yenilgiye uğratmaktı. Onun galip gelen savı, ne ortak bir dili ne de ortak bir ulusal toprağı paylaştıkları için, Yahudilerin gerçek bir ulus olmadığıydı. Bund’un kurucusu olan Martov buna müthiş içerlemiş ve yeni Menşevik (azınlık) hizbini kurmak üzere çekip gitmişti. Onu, Ukrayna’nın güneyindeki Herson’dan genç bir aydın olan, Avrupa Marksizmi söylemi hakkında aydınlanmasına yardımcı olmuş çok uluslu Odessa’daki bir Alman okulunda eğitim gören Lev Bronştayn (Troçki) başta olmak üzere, neredeyse tüm Yahudi sosyalistler izlemişti. Lenin’in hemen hemen Rus antisemitlerinin savlarını tekrarlaması nedeniyle, Martov’un, Troçki’nin ve diğer Yahudilerin neden muhalefete katılmış olduğunu anlamak zor değildir.[3]
Bu açıklamadaki sorun, onun hem gerçekler hem de siyasi yorum açısından tümüyle yanlış olmasıdır. McMeekin, doğru olmayan bölünme tarihi (Temmuz’da değil, Ağustos’ta olmuştu) bir yana, Lenin’e bir Yahudi karşıtı (antisemit) olma iftirası atma niyetiyle, Menşevikler ile Bolşevikler arasındaki bölünme konusunda tarihsel ve siyasal gerçeklikle hiçbir ilişkisi bulunmayan bir açıklama uydurmaktadır. RSDİP, Yahudi Bund meselesi üzerine bölünmedi. Martov, Bund’un “kurucusu” olmak ve Lenin’in parti içinde Bund’un özerkliğine yönelik muhalefetini protesto etmek için Kongre’yi terk etmek şöyle dursun, Bund’un çekilmesine yol açan RSDİP kararını yazmıştı. Martov’un devrimci işçi partisi içinde Yahudi özerkliğine yönelik muhalefeti, Lenin’inkinden çok daha katıydı. Menşevizmin tarihi üzerine başlıca otorite olan Leopold Haimson’un önemli bilimsel eseri Rus Marksistleri ve Bolşevizmin Kökenleri’nde yazdığı gibi, “Martov, mesele İkinci Parti Kongresi’nde ortaya çıktığında, Bund temsilcileri ile şiddetle çatışmıştı. Bu tartışmalar sırasında onun polemik tonunda, kendi kampındaki başka herkesten daha büyük bir sertlik vardı.”[4] McMeekin’in, Troçki’nin de Bund’un özerklik talebini desteklemek için 1903 Kongresi’nden ayrıldığı iddiasına gelince; bu da bir başka akıl almaz cehalet gösterimidir. Troçki, Bund’un uzlaşmaz bir karşıtıydı ve tartışmaların dökümü (bunlar, İngilizcede mevcuttur), Troçki’nin, Martov’un kararını desteklemek üzere tekrar tekrar müdahale etmiş olduğunu gösterir.
Bu küçük bir hata değildir. 1903 bölünmesi hakkındaki “yaygın kanı”yı çürütmekle böbürlenen McMeekin, Rus devrimci hareketinin tarihine ilişkin temel bir bilgiden bile yoksun olduğunu göstermektedir. McMeekin’in Haimson’un çok önemli eserini (kitabının kaynakçasında geçmiyor) ve Lenin’in İkinci Kongre’ye ilişkin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri’deki kendi ayrıntılı raporunu okumamış olduğu rahatlıkla varsayılabilir. Bolşevik-Menşevik bölünmesine yol açan sorunları düzgün bir şekilde saptayıp açıklamaktan aciz olan McMeekin, Rus sosyalist tarihinde bir uzman olarak ciddiye alınmaktan kendi kendini men etmiştir.
McMeekin’in, Temmuz-Ağustos 1917’nin karşıdevrimci dalgası sırasında Lenin’e ve Bolşeviklere atılmış iftiralara yaklaşımı, onun kendi küçük düşmüş entelektüel düzeyi ile uyumludur. McMeekin’in “Alman altını” açıklamasında yeni olan hiçbir şey yoktur. Saygın Rus Devrimi tarihçisi Alexander Rabinowitch, Lenin’e yönelik saldırıların siyasi arka planını, 1968’de yayımlanan Devrime Doğru eserinde açıklamıştı.
Alman hükümeti, 1917’de Bolşeviklere para yönlendirme girişiminde bulunmuş olabilir. Ama bunu, Rusya’nın emperyalist savaşa katılımına yönelik sosyalist muhalefetin, kendi düşmanlarından birini zayıflatacağı hesabıyla, kendi nedenleriyle yapmıştır. Britanya ve Fransa hükümetlerinin Rusya’daki olayların gidişatına etkide bulunmak için gösterdikleri benzer çabalardan hiçbir farkı olmayan bu çabalar, Lenin’in Alman hükümetinin entrikalarına katılımı olmaksızın gerçekleşmiştir.
Rabinowitch, Devrime Doğru’da, “Fakat bu konu üzerine çok büyük miktardaki bilgi kaynağının hiçbir yerinde, Lenin’in politikalarının ya da taktiklerinin herhangi bir şekilde Almanlar tarafından yönlendirildiği veya hatta bu taktiklere etkide bulunulduğu tezini destekleyen hiçbir kanıt yok gibi görünüyor,” diye yazar.[5]
McMeekin’in, Temmuz 1917 olaylarına ilişkin en önemli eserler arasında yer alan Rabinowitch’in kitabına kaynakçada yer vermemiş olması pek şaşırtıcı değildir. Bununla birlikte, Rabinowitch’in yargısı, bu konunun uzmanları arasındaki ortak kanıyı yansıtmaktadır. Lenin’e yönelik iddialara bir iftiradan başka bir şey olarak gören tek bir ciddi tarihçi yoktur.
Lenin’in “mühürlü tren” ile Almanya üzerinden Rusya’ya dönüşünden itibaren, devrim karşıtı sağ, Bolşevik önderi Alman İmparatoru’nun (Kayser) bir ajanı olarak resmetmeye girişmişti. Devrimin ilk aylarında, bu iftira, liberal ve faşizan çevreler dışında hiçbir destek görmedi. Rus işçilerinin kendilerinin en cesur ve parlak önderlerinden biri olarak tanıdığı bir kişinin ülkeye hızlı bir şekilde dönme olasılığının, devrimci Petrograd’a en hızlı güzergahı bulmasını gerektirmiş olduğu, oldukça iyi anlaşılmıştı. Bir ay sonra, büyük bir kararsızlığın ardından, Martov da Alman güzergahını kullanmıştı. Dahası Troçki’nin Mart–Nisan 1917’de yaşadıkları, Lenin’in kararının daha fazla doğrulanmasını sağlamıştı. New York’tan çıkarak Atlantik Okyanusu üzerinden seyahat eden Troçki, Halifax (Kanada) açıklarında Britanyalı yetkililer tarafından gemisinden zorla indirilmişti. Birçoklarının “Lenin’den daha kötü” olduğuna inandığı, çok korkulan bir devrimcinin Rusya’ya dönüşünü engellemeye kalkışan Britanya, Troçki’yi bir ay boyunca bir savaş esirleri kampında hapsetti. Petrograd Sovyeti’nin protestoları ve serbest bırakılması için Geçici Hükümet’in yaptığı gönülsüz başvuru karşısında, en sonunda Troçki’nin Rusya’ya geri dönüş yolculuğuna devam etmesine izin verildi. Troçki, Rusya’ya, Lenin’den bir ay sonra varacaktı.
Lenin’in bir Alman ajanı olduğu iddiası, Aleksandr Kerenski’nin, Geçici Hükümet’in ve faşist sağın bir işçi ayaklanması tehdidine yönelik dehşet içindeki tepkisi olarak, Temmuz Günleri’nin (3-4 Temmuz) doruğunda yeniden canlandırıldı. Bir ayaklanmanın erken olduğuna inanan Bolşevik Parti her ne kadar işçi sınıfını dizginlemeye çalışmış olsa da, Geçici Hükümet ve müttefikleri Lenin’e karşı vahşice bir saldırıya geçtiler. Sağcı sansasyon basını, Petrograd’da pogrom benzeri bir atmosfer yaratmak için bu iddiayı kullandı. Lenin’e yönelik iftiranın kirli karakteri biliniyordu. Nikolay Suhanov’un anılarında yazdığı gibi:
Devrimle gerçekten ilişkili insanların birinin bile, [Lenin’e karşı] bu söylentilerin saçmalığından bir an olsun kuşku duymadığını söylemeye gerek yok. Ama –Tanrım!– çoğunluk, asalaklar ve kasabadan ve taşradan ortalama kara cahiller arasında neler neler konuşulmaya başlanmıştı.[6]
Suhanov, Lenin’e yönelik iftiranın şaşırtıcı bir güç kazandığı yalan ve şiddet ortamını etkili bir şekilde betimliyordu. Lenin’i gözden düşürmek için hiçbir çabayı esirgemeyen “liberal basının alçaklık seviyesi”nden tiksintiyle söz etmişti. Suhanov, hiç kimsenin, Lenin’in sözde suçlu olduğunu gösteren belgeleri özel bir dikkatle inceleme zahmetine girmemiş olduğunu yazıyordu.
Bunu izleyen günlerde başka hiçbir materyal yayımlanmamıştı. Ancak başlamakta olan [siyasi gericilik] dönem[i] için bunun bile yeterli olduğu ortaya çıktı. Burjuva basında Lenin’in yoldan çıkmasının kanıtı üzerine başlayan savaş dansını hayal etmek için hiçbir alıntı gerekmiyor. Çarlık Gizli Polisi ve Alman Genelkurmayı’nın gerçek ajanları, hiç kuşkusuz, Temmuz karışıklıklarının üzerinden rol almaya uğraşıyorlardı. Başkentteki her çeşit ayak takımı, karışıklıklardan, şaşkınlıklardan, arbedelerden ve önceki günün ruh halindeki değişimlerden yararlanmaya çalışıyordu. Ama elbette, hep bir ağızdan tüm suçların sorumlusu ilan edilenler Bolşeviklerdi. Ve gericiliğin ilk günü olan 5 Temmuz'da, “büyük basın”, Bolşevik cadı avı kampanyasıyla dolmuştu.[7]
China Miéville, yakın dönemde yayımlanan, devrimin iyi araştırılmış ve canlı bir anlatımı olan Ekim başlıklı kitabında, Lenin’e karşı davayı şöyle özetliyordu:
İftiranın Bizansvari ayrıntıları, Teğmen Yermolenko’nun ve tüccar Z. Burştayn’ın kanıtsız iddialarına dayanıyordu. Burştayn, Marksist teorisyenlikten dönme Alman yurtseveri Parvus’un başında olduğu Stockholm’deki bir Alman casus ağının, Bolşevik bağlantıları beslediğini ileri sürmüştü. Yermolenko ise, Lenin’in rolünün ona Alman Genelkurmayı tarafından, Almanların (muhtemelen, karmakarışık bir hatalı kimlik zincirine göre) kendisini işe alma girişiminde bulundukları ve sonunda, onlara bunu başarmış oldukları izlenimi verdiği bir savaş esiriyken söylendiğini iddia etmişti.
Bu iddialar, bir yalancılık, uydurma ve taraflılık karışımıydı. Hükümetteki efendileri bile Burştayn’ı bütünüyle güvenilmez olarak tanımlarken, Yermolenko tuhaf bir karakterdi, en iyi ifadeyle bir hayalciydi. Dosya, gücendirilmiş bir eski Bolşevik olan Aleksinskiy tarafından hazırlanmıştı. Onun bilerek ortalık karıştırma ve kötü niyet ünü o kadar büyüktü ki, bu yüzden Sovyet’e girmekten yoksun bırakılmıştı. Birkaç ciddi insan –hatta sağ kanattan bile– bu zırvaların herhangi birine bir anlığına inanmıştı ki bu, daha az alçak ya da daha ihtiyatlı bazı sağcıların neden Jivoe slovo’nun [Canlı Dünya, iftira kampanyasını başlatan sağcı sansasyon gazetesi] yayınları ile öfkeden gözünün dönmüş olduğunu açıklıyor.[8]
McMeekin’in kitabı ve New York Times’taki makalesi, Miéville’in sert ifadesini kullanırsak, “bilerek ortalık karıştırmak” için güncellenmiş bir denemeden başka bir şey değildir. Onun makalesi, bu bir dizi kokuşmuş düzmece iddia yığınını içermektedir.
Temmuz Günleri olarak bilinen ikinci bir darbe girişiminin ardından, Lenin ve diğer 10 Bolşevik, “vatana ihanet ve silahlı ayaklanma örgütlemek” ile suçlandı. Stockholm’den banka havaleleri, bir Alman ithalat şirketi aracılığıyla para aklama, Bolşeviklerin gazetesi Pravda’nın (cephe hattındaki askerlere yönelik basımları dahil) Almanlar tarafından finanse edilmesi, sokak protestolarında Bolşevik pankartları tutmanın (10 ruble) veya Kızıl Muhafızlarda savaşmanın (günde 40 ruble) ücreti hakkında tanıklık etmek üzere çok sayıda görgü tanığı ortaya çıkmıştı. Lenin Finlandiya’ya kaçarken, yoldaşlarının çoğu tutuklandı. Sahne, görülmeye değer bir göstermelik duruşma için hazırlanıyordu.[9]
Gerçekte, Geçici Hükümet “görülmeye değer bir göstermelik duruşma” hazırlamıyordu. Lenin’in, peşine takılan askeri ve faşist çetelerin eline düşmesi durumunda, bir polis karakoluna bile gelemeden öldürüleceği bir ortam yaratmak için iftira kampanyasını kullanıyordu. Temmuz Günleri’ni izleyen gericilik patlamasında, tüm sol siyaset saldırı altındaydı.
Miéville, “Korkmak için bir nedeni olanlar yalnızca Bolşevikler değildi,” diye yazıyor. Faşist Kara Yüzler’in “sadist infazcıları”, “‘vatan hainlerini’ ve ‘ortalık karıştırıcıları’ avlamak üzere önlerine çıkan evleri dağıtarak sokaklarda dolaşıyorlardı.”[10] Özellikle Yahudiler tehlikedeydi. “Ülke genelinde en kaygı verici olan, aşırı sağcı, antisemit pogromların kesin bir yükselişiydi. Kutsal Rusya adlı bir grup, yinelenen şiddet çağrılarıyla, Groza –Boran adlı bir silah– dağıtıyordu. Köşe başı ajitatörleri, Yahudilere ateş püskürüyordu.”[11]
McMeekin, kitabında, Temmuz Günleri’nden sonraki siyasi duruma ilişkin şu onaylayıcı özeti sunuyor: “Aşırı solcu bir ayaklanma, Bolşevik hainliğine karşı yurtsever bir duyarlılığın toparlanması sayesinde ezilmişti.”[12]
McMeekin’in kitabının ve makalesinin temelindeki sahtekarlık, onun, Lenin’in emperyalist savaşa yönelik ilkeli sosyalist muhalefetini –ki bu, İkinci Enternasyonal’in 1914 öncesi siyasi pozisyonlarına dayanıyordu– bir Alman ajanının çalışması eliyle gerçekleştirilen Rusya karşıtı hainlik ile özdeşleştirmesidir.
Bir Rus faşist milliyetçisi gibi yazan McMeekin şunu ilan ediyor: “Lenin’in diğer Rus sosyalistlerinin arasından seçilmesinin nedeni, savaşa yönelik fanatikçe muhalefeti ve İttifak Devletleri’nin asli bir hedefi olan Ukrayna’nın bağımsızlığına desteğiydi.”[13] Böylece şunu öğreniyoruz: Lenin’in, İkinci Enternasyonal’in 1907’de Stuttgart’ta, 1910’da Kopenhag’da ve 1912’de Basel’de kabul ettiği savaş karşıtı kararlara bağlılığı, onu İttifak Devletleri’nin bir suç ortağı yapıyor! Benzer şekilde, Lenin’in, Bolşeviklerin savaş öncesi programının asli bir unsuru olan ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunması, onun bir Alman ajanı olduğunu gösteriyor!
McMeekin, Lenin’in, devrimci yenilgicilik programını geliştirdiği 1915 yılındaki “Sosyalizm ve Savaş” açıklamasından, onun hainliğinin bir başka örneği olarak söz ediyor. McMeekin, bu broşürün, 1914 ile 1917 yılları arasında Lenin tarafından yazılmış olan çok sayıda başka önemli belge gibi, her şeyden önce Almanya Sosyal Demokrat Partisi’nin savaşta kendi hükümeti destekleme ihanetini mahkum ettiğini belirtmiyor. Lenin’in tutumu, bütün sosyalistlerin kendi emperyalist hükümetinin savaş hedeflerine karşı çıkması ve onun yenilgisi için uğraşması –McMeekin’in ima ettiği gibi sabotaj yoluyla değil, askerler ve işçi sınıfı arasında savaş karşıtı propagandanın geliştirilmesi yoluyla– gerektiği biçimindeydi.
McMeekin, Lenin’in sözde bir Alman ajanı olarak rolü hakkındaki başka bir örnekte şöyle yazıyor: “Dahası Lenin, Rusya’ya dönüşünün ardından savaş karşıtı görüşlerini gizlemedi.”[14] Doğru, kesinlikle gizlemedi. Lenin, Rusya’ya dönüşü üzerine, Eylül 1915’teki Zimmerwald Konferansı’nda ileri sürmüş olduğu savaş karşıtı enternasyonalist program uğruna mücadele etti.
McMeekin’in kitabıyla aynı çizgideki makalesi, “Temmuz Günleri”ni kaçırılmış bir fırsat olarak sunuyor. Troçki’nin Temmuz 1917’yi uygun bir şekilde tanımladığı gibi, “Büyük İftira Ayı” sırasında Kerenski, Bolşeviklerin tutuklanması talimatı vermişti. Ancak onların işini bitirememiş. Çarlık Generali Kornilov Ağustos ayında faşist darbesini başlattığında, Kerenski destek için sola başvurmuş. “Kerenski, basiretsiz bir adımla, Bolşevik askeri örgütünün yeniden silahlanmasına; dolayısıyla, iki ay sonra kendisini devirmek için kullanacakları silahları elde etmelerine izin verdi.”[15]
Demek ki Kerenski’nin “basiretsiz adımı” yüzünden, Kornilov’a Petrograd’ı işgal etme ve on binlerce işçiyi katletme şansı verilmemiş. McMeekin, kitabında, Kerenski’nin bu hatasından duyduğu hayal kırıklığını gizlemiyor. “Tanrı aşkına, Kerenski ne sanıyordu?” diye söyleniyor.[16]
McMeekin’in makalesinin sonucu, belirli bir siyasi tedirginliği açığa vuruyor:
1917’deki Rusya’nın aksine, günümüzün gerek Washington’daki gerekse Paris, Berlin ya da Moskova’daki büyük güç hükümetleri, bir Lenin’in tuzağına düşmeye karşı aşırı sağlamlaştırılmıştır. Ya da öyle olmasını umalım.[17]
McMeekin’e göre Rus Devrimi’nden çıkarılacak ders açıktır: devrimciler yok edilmelidir. Temmuz 1917’nin “hatası” yinelenmemelidir. Ne var ki burjuvazi, McMeekin’den çok önce 1917’nin dersini almıştı. Ocak 1919’da, Sosyal Demokrat hükümetin desteğiyle hareket eden faşist paramiliter güçler, Alman devriminin iki seçkin önderini, Rosa Luxemburg’u ve Karl Liebknecht’i katlettiler.
Temmuz 1917’deki iftiralara ve ardından gelen karşıdevrimci şiddete rağmen, Bolşevikler hızla toparlandılar. Bolşevik Parti, Ağustos ve Eylül aylarında patlayıcı bir büyüme sergiledi. Lenin’e yönelik iddialar, bizzat kitleler tarafından yalanlar olarak reddedildi. Bu aynı zamanda tarihin hükmüdür ve Profesör McMeekin’in ortalığı karıştırma çabalarıyla değişmeyecektir.
***
II. Bölüm
Dünya Sosyalist Web Sitesi, 30 Haziran 2017’de, “Profesör McMeekin, Lenin karşıtı gözden düşmüş iftiraları canlandırıyor” başlıklı makaleyi yayımlamıştı. Makalem, McMeekin’in 19 Haziran’da New York Times’ta yayımlanan yazısına bir yanıttı. Bard Koleji tarih profesörü, yazısında, Lenin’in Nisan 1917’de Rusya’ya Alman imparatorluk hükümetinin bir ajanı olarak döndüğünü iddia ediyordu. 30 Haziran tarihli makalede belirttiğim gibi:
Söz konusu makale, McMeekin’in kısa süre önce yayımlanan, Rus Devrimi: Yeni Bir Tarih adlı kitabına dayanıyor. Kitap, en iyi şekilde, İspanya’daki Franco’nun, Şili’deki Pinochet’in veya Amerika’daki J. Edgar Hoover’ın, boş zamanlarında “tarih yazımı” ile amatörce uğraşmaları durumunda Rus Devrimi hakkında üretebilecekleri türde bir kitap olarak betimlenebilir. Bu kitap bir tarih çalışması olarak tanımlanamaz, zira McMeekin gerekli bilgi düzeyinden, mesleki yeterlilikten ve gerçeklere saygıdan bütünüyle yoksundur. McMeekin’in kitabı, basitçe, hiç kimsenin bir şey öğrenemeyeceği bir komünizm karşıtı propaganda denemesidir.
Geçtiğimiz hafta boyunca, onlarca yıldır kayda değer miktarda tarihsel araştırmanın konusu olmuş olan “Alman Altını” meselesini incelemeyi sürdürdüm. Özellikle McMeekin’in iddiaları ile ciddi tarihçilerin saptadıklarını karşılaştırmakla ilgilendim.
McMeekin’in kitabını incelerken, profesörün Bolşevik öndere karşı davasını özetlediği, sekizinci bölümdeki aşağıdaki paragraf dikkatimi çekti:
Geçici Hükümet için karşı casuslukta çalışan Albay B. V. Nikitin, Bolşevik bir ajan olan Evgeniya Sumenson’un, sorguda, (bir Alman ithalat şirketinden akladığı) parayı Bolşevik Merkez Komite üyesi olan Polonyalı avukat Miecyslaw Kozlovsky’ye aktardığını itiraf etmiş olduğunu da iddia ettiği anılarında, birçok suçlayıcı telgraf hatırlıyordu. Daha sonra 1917’de Rusya’yı terk etmesinin ardından Kerenski, İtilaf istihbaratından, Sumenson’un Sibirya Bankası’ndaki hesabından ünlü 750.000 ruble para çekilmesi olayı da dahil olmak üzere, gördüğünü iddia ettiği belgeler hakkında bilgi almıştı (sonradan bunları anılarında yazacaktı). Şimdiye kadar çoğu tarihçi, bu tartışmalı konuların, Rus arşivlerinde doğrulayıcı kanıt olmaması nedeniyle karanlıkta kalması gerektiğine inanıyordu.[18]
McMeekin, bu paragrafa, okuru sayfa 372’deki bir nota götüren, 21 numaralı bir dipnot ekliyor. Notta şöyle belirtiliyor: “Bu, Semion Lyandres’in, Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”’nda (1995) vardığı sonuçtu.” Böylece, McMeekin’in, Alman hükümet kaynaklarından Bolşevik kasalara para aktarımlarına ilişkin telgraf kanıtının “karanlıkta kalması gerektiği” savını desteklemek üzere değindiği bir başka tarihçiye, Semion Lyandres’e geliyoruz.
Robert Service ve Ian Thatcher gibi böylesine usta tarih tahrifatçılarını ele alırken, McMeekin’in kaynak gösterdiği Semion Lyandres’in çalışmasını incelemek gerektiğini biliyordum. Sıçanın keskin kokusu 372. sayfadan yayılıyordu. McMeekin’in Lyandres’in araştırması hakkında eksiksiz bir özet verdiğini öylece varsayamazdım.
Semion Lyandres, Notre Dame Üniversitesi’nde bir tarih profesörü. Tarih Bölümü, onun mesleki kariyeri hakkında şu profili sunuyor:
Semion Lyandres, uluslararası Modern ve Çağdaş Rus Tarihi: Monograflar ve Belgeler dizisinin kurucusu ve Kuzey Amerika editörüdür ve ayrıca Modern Rus Tarihi ve Tarih Yazımı’nın ortak kurucu editörlerinden biridir. Yayımları arasında şunlar bulunmaktadır: Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”: 1917 Suçlamalarına İlişkin Bir Araştırma (1995); A. V. Smolin ile birlikte, Devlet Duması Başkanı ve Geçici Hükümet’in Savaş Bakanı Aleksandr Guçkov’un Anıları (1993); Sibirya’daki İç Savaş’ın ve Çin’deki Sürgünün Kayıtları: Petr Vasil’eviç Vologodski’nin Günlükleri, 1918-1925 (2002) (Dietmar Wulff ile birlikte) iki cilt ve en son olarak, Çarlığın Düşüşü: Şubat 1917 Devrimi’nin Anlatılmamış Hikayeleri (Oxford University Press, 2013, gözden geçirilmiş, pbk edn, 2014). Kendisi Alman-Amerikan Akademik Konsey Vakfı’na, John M. Olin Vakfı’na, NEH’e ve Earhart Vakfı'na üyedir; The Slavic Review, Kritika, The Soviet and Post-Soviet Review, Russian History, Berliner Jahrbuch für osteuropaische Geschichte, Zmanim, The Journal of Modern Russian History and Historiography ve Otechestvennaia istoriia yayınlarında makaleleri ve deneme yazıları yayımlanmıştır.[19]
Bu araştırma ile ilgili çalışma, Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”, 1995’te Carl Beck Papers tarafından yayımlanan 132 sayfalık bir tek konu incelemesidir. Bu, şimdiye kadar, Geçici Hükümet’in Lenin’e karşı iddialarını dayandırdığı belgelere yönelik girişilen en ayrıntılı incelemedir. Lyandres, Fransız hükümetinin yakaladığı ve Rusya’daki Geçici Hükümet’e ilettiği, Alman devleti ile Bolşevikler arasındaki sözüm ona para transferini belgeleyen 66 telgrafı çevirip incelemiş.
Lyandres, bu tarihi incelemenin girişinde, gerekli arka plan bilgileri sağlıyordu:
4 Temmuz 1917 akşamı, hükümet karşıtı ayaklanmanın doruğunda [“Temmuz Günleri”], Geçici Hükümet’in Adalet Bakanı Pavel N. Pereverzev, Bolşevik önderleri vatana ihanet türünden faaliyetlerle suçlayan bir basın bildirisini onayladı. Sonraki gün yayımlanan bildiri, Lenin’in, Rusya’ya, Almanya ile ayrı bir barış anlaşmasına destek toplamak ve “Rus halkının Geçici Hükümet’e güvenini zayıflatmak için”, Alman hükümeti tarafından gönderilmiş olduğunu iddia ediyordu. İddiaya göre, onun faaliyeti için para, Berlin’den, Stockholm üzerinden Petrograd’a yönlendirilmiş. Stockholm’deki aktarım, Bolşevik Jakub Fürstenberg (Hanecki) ve Rus-Alman Sosyal Demokrat Aleksandr İsrail Helphand (Parvus) tarafından gerçekleştirilmiş. Petrograd’daki başlıca teslim alıcılar, Bolşevik avukat Mieczyslaw Kozlowski ve Furstenberg-Hanecki’nin akrabası olan Evgeniia M. Sumenson’muş. O [Sumenson] ve Kozlowski, Fürstenberg ile mali bağlantılara bir paravan olarak ticari bir şirket işletiyor; böylece Alman fonlarının aktarımını meşru bir ticari işlem gibi gösteriyorlarmış.
Yayımlanan rapor, suçlamalar için iki farklı türde kanıttan söz ediyordu. Lenin’in Almanlar için çalıştığı biçimindeki ilk suçlama, bunların kendisine bir Alman kampında savaş esiri iken Alman istihbarat subayları tarafından anlatılmış olduğunu iddia eden Asteğmen Dmitrii S. Ermolenko’nun oldukça dayanaksız ifadesine dayanıyordu. Bolşeviklerin Alman parası aldığı biçimindeki ikinci suçlama ise, Petrograd ile Stockholm arasındaki para işlemleriyle alakaları olanlar arasında yakalanan telgraf iletişimleri ile daha iyi belgelenmişti. Geçici Hükümet, suçlamaları soruşturmak üzere, Petrograd Dava Dairesi Vekili Nikolay S. Karinski’nin başkanlık ettiği bir Özel Soruşturma Komisyonu atadı. Komisyon, telgraf alışverişini başlıca kanıtı olarak kullandı ve iki hafta sonra Bolşevik önderler resmen vatana ihanet ile suçlandılar.[20]
Lyandres, giriş bölümünde, McMeekin’in onun eserinden 22 yıl sonra Lenin’e karşı iddialarını dayandırdığı kanıtlarla ilgili birçok kritik noktaya ilişkin tespitlerde bulunmuştu. Lyandres, aslen Nikitin tarafından sözü edilen telgraflara atıfla şöyle yazıyordu:
Bununla birlikte, hem kaynakları hem de düzgün bir şekilde çözümlenmedikleri gerçeği dikkate alındığında, bu malzemelere temkinli yaklaşılmalıdır. Öncelikle, Nikitin, bunları, Fransız istihbaratından 29 kopyasını aldığı 1917’de, hemen hemen yirmi yıl önce tutmuş olduğu notlardan kopyalamıştı. İkincisi, Fransızlar, bunları, kopyanın doğruluğunu kontrol etmeyi olanaksız kılacak şekilde, iletimleri sırasında yakalamışlardı. Ve son olarak Nikitin, belgeleri kendisi Bolşevik davasından çıkartılmadan kısa bir süre önce teslim almış olduğu için, onları gerektirdikleri ölçüde incelemek üzere yeterli zamana sahip olmamıştı. Nikitin’in 29 telgrafında sayıların, tarihlerin ve telgraf zamanlarının olmaması, tüm bunlarla açıklanabilir. Dahası, telgraflarda geçen isimlerde ve adreslerde yapılan çok sayıda hata, yanlışlık ve yanlış yazım, telgrafların anlamını açıklamaya çalışanları kaçınılmaz olarak doğru olmayan sonuçlara götürmüştü.[21]
Lyandres şöyle devam ediyordu:
Bugüne kadar bu 29 telgrafı yorumlama ve sistemli bir hale getirme yönündeki tek yoğun girişim, siyasi göçmen tarihçi Sergey P. Mel’gunov tarafından 1940’ta yapılmıştı. Nikitin’in telgraflarına ilişkin yukarıda bahsedilen eksiklikler ve Mel’gunov o dönem bulabildiği sınırlı kaynaklar göz önünde tutulmakla birlikte, tarihçi, telgrafların içeriğini yeterli şekilde açıklayamamıştı. Doğrusu, bunların yalnızca şüpheli faaliyetler için bir örtü işlevi görebilecek bir tür kodlu yazışmayı temsil ettiğini belirleyen Mel’gunov, telgrafların Bolşeviklere Alman parası aktarımını doğrulayıp doğrulamadığı konusunda kesin sonuçlara varamamıştı.[22]
Lyandres, McMeekin’in temel savı ile açıkça çelişmektedir. Notre Dame Profesörü, telgraf kanıtına ilişkin Nikitin’in versiyonunun güvenilirliğinin son derece kuşkulu olduğuna dikkat çekiyordu. Bununla birlikte Lyandres’in sonraki ifadeleri, kendi kaynak malzemesinin oldukça bilinçli ve kasıtlı bir şekilde tahrif edilmesini ifşa etmesi nedeniyle, McMeekin’in sunumu için daha da mahkum edicidir. Lyandres şunları yazmıştı:
Telgrafların anlamı konusundaki anlaşmazlığı, ne Nikitin’in anıları ne de Mel’gunov’un çalışması çözmüştü. Bunun yerine, onlar, sonraki tarihçiler arasında, Geçici Hükümet’in yalnızca Nikitin tarafından kopyalanan bu telgrafları dikkate almış olduğu izlenimini yarattılar.[23]
Okurdan büyük bir odaklanma talep ettiğimin farkındayım. Ancak tarihsel tahrifat süreçlerine ilişkin adli inceleme, ayrıntılara dikkat edilmesini gerektirir. McMeekin, kanıtları, kendisinin kasıtlı çarpıtmalarını ince bir akla yatkınlık cilası ile kaplama imkanı veren bir biçime sokma konusunda yeteneklidir. Okur, McMeekin’in, “Bu, Semion Lyandres’in, Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”’nda (1995) vardığı sonuçtu,” iddiasında bulunan bir dipnot referansıyla desteklenmiş olan, telgraf kanıtlarının “karanlıkta kalması gerektiği” açıklamasını hatırlamalıdır.
Bu, Lyandres’in araştırmasının kasıtlı bir şekilde tahrif edilmesidir. Lyandres, kanıtların, McMeekin’in ima ettiği anlamda; yani Lenin’in “Alman Altını”na bel bağlamasının boyutunun McMeekin 2017’de “Yeni Tarih”ini yayımlayana kadar açıkça anlaşılmamış olduğu anlamında “karanlıkta kalması gerektiğini” belirtmemişti. Aksine, 1995 yılında yazan Lyandres, Nikitin’in 1937 anılarındaki ve Mel’gunov’un 1940’taki sunumlarının güvenilmez ve yanıltıcı olduğunu net bir şekilde ifade etmişti. Onların açıklamalarına dayanan tarihçiler, Bolşeviklere karşı iddialara ilişkin güvenilir bir değerlendirmeye varamamışlardı. Tarihçiler arasında sürüp giden karışıklığın en önemli nedeni, Nikitin ile Mel’gunov’un çalışmalarının, her durumda, sadece kötü bir şekilde kopyalanmış, hatalarla dolu ve yanlış bir biçimde çözümlenmiş olan 29 telgrafı ele almış olmasıdır. Lyandres, bunların, eksik ve yanıltıcı bir kayıt olduğunu açıklamıştı. Geçici Hükümet’in Lenin’i bir Alman ajanı olmakla suçlamasının asıl temeli, 66 telgraflık bir yığına dayanıyordu.
Profesör Lyandres, 1990’ların ortasında, ele geçirilmiş olan bu 66 telgraf yığınını inceleyen ilk tarihçiydi. Belgelerin tam setine ilişkin çözümleme, Geçici Hükümet’in iddialarını doğrulamak yerine, Bolşeviklere karşı resmi davayı çürütmektedir. Lyandres şunları yazmıştı:
Bu çalışma, hem tek tek telgraflara hem de tüm 66 telgraf grubuna ilişkin bir çözümleme yapmış ve içlerinde Temmuz suçlamaları için hiçbir destek bulamamıştır. Gerçek şu ki telgraflar, Bolşevik kasalarına yatırılmış paralar şöyle dursun, Stockholm’den Petrograd’a herhangi bir para aktarımı olduğuna ilişkin hiçbir kanıt içermiyorlar. Zaman zaman 100.000 rubleye varan, telgraf yazışmalarında önemli bir yer kaplayan büyük miktarlarda para transferi olduğu doğrudur. Ancak bu meblağlar, Parvus-Fürstenberg firmasının İskandinavya’dan Petrograd’a ihraç ettiği mallar için yapılan ödemeleri temsil etmektedir. Mallar Petrograd’a gönderilmiş ve ödemeler Stockholm’e yapılmıştı—ama asla tersi yönde değil. Sumenson bu mali işlemleri yönetiyor olsa da, Geçici Hükümet’in iddia ettiği gibi alıcı değil, göndericiydi. Bu sonuç, rastlantı eseri, Temmuz soruşturmasına ilişkin yeni yayımlanan kayıtlarda ek destek bulmuştur. Bolşeviklerin Parvus-Fürstenberg-Kozlowski-Sumenson ağı üzerinden Alman fonu almış olduklarına dair kanıt bulmak için yapılan ısrarlı bir araştırmaya rağmen (Geçici Hükümet, yalnızca Sumenson’ın ticari faaliyetlerinin kayıtlarını değil ama aynı zamanda 1914 sonu ile Temmuz 1917 arasında Rusya’ya yönelik bütün yabancı para işlemlerini incelemişti), soruşturma “Alman bağlantısı”na ilişkin hiçbir kanıt olmadığı sonucuna varmıştı.[24]
Lyandres’in telgraflara ilişkin 1995’te yaptığı çözümleme daha açık olamazdı. Para işlemlerinin doğası artık karanlıkta değildi. “Parvus-Fürstenberg firmasının İskandinavya’dan Petrograd’a ihraç ettiği mallar için yapılan ödemeler” olarak para, Stockholm’den Petrograd’a değil, Petrograd’dan Stockholm’e gitmişti, “Mallar Petrograd’a gönderilmiş ve ödemeler Stockholm’e yapılmıştı—ama asla tersi yönde değil.”
Lyandres ayrıca, “aynı şekilde, Petrograd ile Stockholm arasında sürdürülen telgraf yazışmalarının şifreli olduğuna ilişkin hiçbir kanıt olmadığını” bulmuştu.[25] Bu, Geçici Hükümet’in, Bolşeviklerin Stockholm’den gelen yasadışı fon alımlarını şifreleme kullanma yoluyla gizlemeye çalıştığı iddiasını ölümcül biçimde yıkıyordu. McMeekin, Lyandres’ın bu en önemli bulgularını öylece görmezden gelmiştir.
Alanında uzman akademisyenler, Lyandres’in tek konulu yazısını, “Alman Altını” anlaşmazlığının incelenmesinde bir dönüm noktası olarak kabul ettiler. Tarihçi Christopher Read, kendisinin 2005’te yayımlanan Lenin biyografisinde şöyle yazıyordu: “[Alman Altını’na ilişkin] Efsaneler, S. Lyandres tarafından, ‘Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”’nda en başarılı şekilde çürütülmüştür…”[26] Profesör Rex Wade ise, Lyandres’in eserine ilişkin 1996’da Slavic Review’de yayımlanan bir incelemede şunları belirtmişti:
Lyandres, belgeleri inceleme ve onları yayıma hazırlama konusunda harika bir iş çıkardı. Eser, bağlamlarına ve içeriklerine açıklık getiren kapsamlı notlar ve açıklamalar eşliğinde, hem Rusça asılları hem de İngilizce çevirileri içeriyor. Bu, kolay bir iş değildir. Bunlar telgraflardır; yani bu yalnızca şeklen kapalı oldukları anlamına gelmez, aynı zamanda –çoğu– Rusça yazılmış isimlerin karakterleri değiştirilip Latin alfabesine çevrilmiş ve daha sonra tekrar Rusçaya çevrilmiştir. Rus ve Batı takvim tarihleri (o zamanlar 13 gün farklıydı), başka yanlış anlamalar ortaya çıkarıyordu. Lyandres, bu ve diğer sorunları büyük bir dikkatle uzun uzun incelemiştir. Aynı zamanda, anlaşmazlığın tarihine, telgrafların çıkış noktalarına ve bunların 1917’de düzenlenmelerine ilişkin harika kısa açıklamalar ve telgrafların içeriğine ve anlamına ilişkin sağlıklı bir sonuç yorumu sağlamaktadır…
Lyandres, sağduyulu bir şekilde, belgelerinin şundan fazlasını gösterdiğini iddia etmiyor: 1917’de varsayılan Helphand [Parvus] rotası üzerinden gelen hiçbir Alman parası yoktur. Bu yine de Rus Devrimi’ne ilişkin kavrayışımıza yapılan büyük bir katkıdır. Bu, tüm ciddi tarihçilerin yorumunu etkileyecektir ve “Alman Altını” ile 1917’deki Bolşevik başarısı arasında kanıtlanmış bir bağlantı varsaymaya hafif eğilimi olan daha geniş bir okur kitlesini etkilemelidir.[27]
Professor Wade’in incelemesindeki kritik ifade, “tüm ciddi tarihçiler”dir. Sean McMeekin, “ciddi” bir tarihçi değildir. Asla bir tarihçi de değildir. Onun gerçeklere hiçbir saygısı yoktur. McMeekin, bir komplo uyduran ilkesiz bir savcının yolunda, alıntıları yanlış sunmakta, temize çıkartan kanıtları görmezden gelmekte ve kayıtları tahrif etmektedir. O, Lyandres’ın çalışmasının Geçici Hükümet’in Lenin’i hedef alan davasını geçersiz ilan etmiş olduğunu bilmektedir. Ancak McMeekin, Lyandres’ın iyi bilinen ve etkili tek konulu incelemesini basitçe görmezden gelemediği için, uygun muğlak bir ifadeyle, 1995’teki çalışmanın sonuçlarının kendisinin Lenin’e ve Bolşeviklere yönelik komplosuyla çelişmediği izlenimini vermeye çalışmıştır.
Son bir nokta: Dünya Sosyalist Web Sitesi kendisiyle bağlantıya geçtiğinde Profesör Lyandres, kendisini 1995’te vardığı sonuçları değiştirmeye götürecek hiçbir yeni bilgi görmemiş olduğunu belirtmiştir.
Sean McMeekin, bir tarih tahrifatçısı olarak ifşa olmuştur.
Dipnotlar
[1] I. Bölüm 30 Haziran 2017’de; II. Bölüm 10 Temmuz 2017’de Dünya Sosyalist Web Sitesi’nde yayımlandı.
[2] Sean McMeekin, The Russian Revolution: A New History (New York: Basic Books, 2017), s. 351–52.
[3] Age., s. 22–23, [vurgular sonradan].
[4] Leopold H. Haimson, The Russian Marxists and the Origins of Bolshevism (Boston: Beacon Press, 1955), s. 64.
[5] Alexander Rabinowitch, Prelude to Revolution, (Bloomington ve Indianapolis: Indiana University Press, 1991), s. 286.
[6] N.N. Suhanov, The Russian Revolution 1917 [1917 Rus Devrimi], yayıma hazırlayan Joel Carmichael (New York: Harper Torchbooks, 1962), s. 453–54.
[7] Age., s. 459.
[8] China Miéville, October: The Story of the Russian Revolution [Ekim: Rus Devrimi’nin Öyküsü] (Londra: Verso, 2017), s. 185–86.
[9] Sean McMeekin, “Was Lenin a German Agent?”, New York Times, 19 Haziran 2017.
[10] Miéville, s. 186.
[11] Age, s. 192.
[12] McMeekin, The Russian Revolution, s. 179.
[13] McMeekin, New York Times, 19 Haziran 2017.
[14] Age.
[15] Age.
[16] McMeekin, The Russian Revolution, s. 198.
[17] McMeekin, New York Times, 19 Haziran 2017.
[18] McMeekin, The Russian Revolution: A New History, s. 133.
[19] Erişim: https://history.nd.edu/faculty/directory/semion-lyandres/
[20] Semion Lyandres, “The Bolsheviks’ ‘German Gold’ Revisited,” The Carl Beck Papers in Russian and East European Studies, Sayı 1106, Şubat 1995, s. 1.
[21] Age., s. 4.
[22] Age.
[23] Age.
[24] Age., s. 94–95, [vurgular özgün metinde].
[25] Age., s. 95.
[26] Christopher Read, Lenin (Londra ve New York: Routledge, 2005), s. 295.
[27] Rex A. Wade, Review of The Bolsheviks’ “German Gold” Revisited: An Inquiry into the 1917 Accusations, by Semion Lyandres [Semion Lyandres’ın Bolşeviklerin Yeniden Değerlendirilen “Alman Altını”: 1917 Suçlamalarına İlişkin Bir Araştırma’sı Üzerine İnceleme], Slavic Review içinde, Cilt 55, Sayı 2 (Yaz, 1996), s. 486–87.