SGP 2024 Kongre Kararı

Savaşa karşı mücadele ve Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (Almanya) görevleri

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Almanya şubesi olan Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) 12-15 Nisan tarihleri arasında parti kongresini düzenledi. Delegeler tarafından oybirliğiyle kabul edilen kararı burada yayımlıyoruz. Bu karar, SGP’nin Avrupa seçim kampanyasındaki ve bunun ötesinde bu yeni, yoğunlaşan savaş ve devrim dönemindeki siyasi çizgisini belirlemekte ve görevlerini tanımlamaktadır.

Christoph Vandreier SGP genel başkanı ve Dietmar Gaisenkersting de genel başkan yardımcısı seçildi. Johannes Stern, parti yönetimi tarafından Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin Almanca yayınının genel yayın yönetmeni yapıldı.

Parti kongresi, Birleşik Krallık, Fransa ve Türkiye’den katılan başlıca delegasyonlar ve Sri Lanka, Avustralya ve ABD’den katılan önde gelen Uluslararası Komite temsilcilerinin destek mesajlarıyla güçlü bir uluslararası etkinlik oldu. Rusya, Ukrayna ve eski Sovyetler Birliği’nin diğer ülkelerinde üyeleri bulunan Bolşevik-Leninistlerin Genç Muhafızları tarafından da önemli destek mesajları gönderildi.

* * *

1. Küresel kapitalizm en derin tarihsel krizini yaşamaktadır. Egemen sınıfın bu krize verebileceği tek bir yanıt var: savaş, sınıf savaşı ve diktatörlük. Sovyetler Birliği’ne karşı yürütülen imha savaşından seksen yıl sonra, Alman tankları bir kez daha Rusya’ya karşı ilerliyor. Alman emperyalizmi Gazze’de soykırım yöntemlerine geri dönüyor.

2. Ancak dünya savaşına yol açan aynı çelişkiler kapitalizmin üstesinden gelmenin de temelini yaratıyor. İşçi sınıfının devrimci mücadelesi birbiriyle bağlantılı bir dünya hareketi olarak gelişiyor. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve Sosyalist Eşitlik Partisi (Sozialistische Gleichheitspartei, SGP) bu nesnel sürecin bilinçli siyasi önderliği olarak inşa edilmektedir. Kapitalist emperyalist savaş politikasına, işçi sınıfının sosyal ve demokratik haklarının ortadan kaldırılmasına ve diktatörlüğe, sınıf temelli dünya sosyalist devrimi stratejisiyle karşı çıkıyoruz. SGP’nin tüm çalışması bu genel stratejik göreve tabidir. Tüm politik, taktik ve pratik girişimleri buradan türetilmiştir.

3. Sahte solun milliyetçiliğine, sosyal demokrasi dahil tüm burjuva partilerine, sendikalara ve faşistlere işçilerin uluslararası birliği ile karşı çıkıyoruz. SGP, Sosyalist Eşitlik Partisi’nin (SEP) ABD’deki seçim kampanyasını desteklemekte ve kendi girişimlerini Troçkizmin bu uluslararası taarruzunun bir parçası olarak görmektedir. SEP, Amerikan işçi sınıfının muazzam devrimci potansiyelini dünyanın en kuvvetli ve acımasız emperyalist gücüne karşı harekete geçiren ve hem faşist Donald Trump’a hem de savaş kışkırtıcısı, “Soykırımcı Joe” Biden’a karşı mücadele eden tek partidir. SEP başkanlık kampanyası küresel bir öneme sahiptir.

4. SGP, savaşa ve sosyal yıkıma karşı mücadeleyi Avrupa seçim kampanyasının merkezine yerleştirmekte ve kardeş örgütleriyle birlikte Avrupa işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi içerisinde birliği için mücadele etmektedir. Avrupa Birliği her zaman en güçlü şirketlerin ve bankaların işçi sınıfına karşı komplocu birliği olmuştur. Şimdi ise militarizmin, artan devlet yetkilerinin ve şovenizmin odak noktası haline gelmektedir. NATO’nun Rusya’ya karşı savaşı ve ABD ile artan çatışmalar, Avrupa’nın emperyalist güçlerini bir araya getirmiyor, aksine aralarındaki tarihsel düşmanlıkları derinleştiriyor.

5. Bizler Avrupa Birliği’nin uzlaşmaz muhalifleriyiz ve egemen sınıfın savaş yanlısı politikasına, Avrupa Birleşik Sosyalist Devletleri ile karşı çıkıyoruz. Ukraynalı, Rus, Alman ve diğer tüm Avrupalı işçiler, bütün etnik, dini ve ulusal sınırların ötesinde, emperyalist savaşa ve onun temel nedeni olan kapitalizme karşı ortak bir mücadelede birleşmelidir. Bu, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin Avrupa çapında şubelerini inşa etmeyi gerektirir.

6. Amacımız nesnel durumun ciddiyeti ile işçilerin bilinci arasındaki uçurumu kapatmaktır. Tüm tarihsel deneyimler, devrimci bir durumda önderlik sorununun belirleyici olduğunu kanıtlamaktadır. Devrim nesnel bir süreç olarak gelişir; geniş kitlelerin yaşamsal çıkarlarının kapitalist mülkiyet ilişkileri ve bunlara dayalı yönetim ilişkileri ile uyuşmazlığının bir sonucudur. Ancak sosyalist bilinç kendiliğinden gelişmez. Marksizmin teorik öğretilerine ve Sol Muhalefet, Dördüncü Enternasyonal ve Uluslararası Komite’nin dünya sosyalist devrimi perspektifi uğruna bir asırlık mücadele deneyimine dayanan bir partinin inşa edilmesi şarttır.

7. SGP’nin en önemli görevleri, kadronun sistematik olarak genişletilmesi ve eğitilmesi, işçi sınıfının siyasi bağımsızlığını ve siyasi bilincini güçlendirmek amacıyla sınıf mücadelesine müdahale edilmesi ve Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) Troçkist bir gençlik hareketi olarak inşa edilmesidir.

8. Dünya Sosyalist Web Sitesi bu çalışmanın merkezinde yer almaktadır. WSWS, her gün dünya olaylarını uluslararası işçi sınıfının bağımsız bakış açısından analiz eder ve mücadelelerinde rehberlik sağlar. Sahte sola karşı sürekli polemik ve Marksist perspektifin en üst düzeyde geliştirilmesi özel bir önem taşımaktadır. Bu, burjuva ideolojisinin tüm biçimlerine karşı sürekli bir mücadele gerektirir.

Savaşa ve Alman militarizminin geri dönüşüne karşı mücadele

9. Militarizm ve savaş, ekonomik ve siyasi yaşamın tüm alanlarına giderek daha fazla hâkim olmaktadır. Kapitalizm, egemen sınıfın çeşitli toplumsal kıyım biçimleri dışında bir çıkış yolu bulamadığı bir çıkmazdadır. WSWS Yeni Yıl Perspektifi, “Nükleer savaş ‘normalleştiriliyor’; soykırım ‘normalleştiriliyor’; pandemiler, güçsüzlerin ve yaşlıların kasıtlı olarak ortadan kaldırılması ‘normalleştiriliyor’; akıl almaz düzeylerde servet yoğunlaşması ve toplumsal eşitsizlik ‘normalleştiriliyor’; demokrasinin bastırılması, otoriterliğe ve faşizme yönelme ‘normalleştiriliyor,’” diye belirtmektedir.

10. Kapitalizmin iflası, en keskin ifadesini gezegenin nükleer yıkımı yönünde artan tehditte bulmaktadır. ABD, 30 yılı aşkın bir süredir ekonomik gerilemesini acımasız savaşlarla durdurmaya ve dünya hegemonyasını kurmaya çalışıyor. Irak, Afganistan ve Suriye’de uğranılan bozgunlar Washington’u daha da acımasızlaştırıyor. NATO, Rusya’nın Ukrayna’yı istilasını kışkırttı ve savaşı giderek tırmandırıyor. Bunu yaparken de nükleer bir çatışmayı göze almakta ve hatta NATO kara birliklerinin ve nükleer silahların konuşlandırılmasını düşünmektedir.

11. Ukrayna’daki savaş, emperyalist güçlerin dünyanın yeniden paylaşımı için verdikleri küresel mücadelenin bir parçasıdır. Onlar, rakip olarak ortadan kaldırmak ve boyun eğdirmek istedikleri Çin’i en önemli karşıtları olarak görmektedir. ABD ve Almanya tarafından desteklenen İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere yönelik soykırımı, başta İran’a karşı olmak üzere tüm bölgede topyekûn bir savaşa hazırlık olarak, onların ne kadar acımasız ve gaddar bir şekilde ilerlediklerini göstermektedir.

12. Bu durum, şu ya da bu politikacının yanlış politikalarından kaynaklanan geçici bir olay değildir. Savaşın gelişiminin kökleri kapitalist sistemin derin krizinde yatmaktadır. On yıllar boyunca borsalarda yaşanan zenginleşme çılgınlığının, geniş halk kesimlerinin yoksullaşmasının ve artan ekonomik çatışmaların ardından kapitalizm bir kez daha barbarlığa sürüklenmektedir.

13. Bu koşullar altında Alman militarizmi de tüm saldırganlığıyla dünya sahnesinde yeniden ortaya çıkmıştır. Troçki 1932’de Hitler’in yükselişine yol açan nesnel itici güçleri analiz ederken, Almanya’yı “Avrupa’nın umutsuzluk koşulları altındaki en gelişmiş kapitalizm” olarak tanımlamıştı. “Almanya’nın üretici güçlerinin iç dinamik gücü ne kadar büyükse,” diye yazıyordu, “pörsümüş bir taşra hayvanat bahçesinin kafesler sistemini andıran Avrupa devlet sistemi tarafından o kadar boğulmaktadır.”

14. Hitler’in bu kafesler sistemini askeri yollarla havaya uçurma ve tüm Avrupa’yı Almanya’ya boyun eğdirme girişimi kıtayı harabeye çevirmiş, Holokost ve Sovyetler Birliği’ne karşı imha savaşıyla birlikte insanlık tarihinin en büyük suçlarına yol açmıştır. Ancak Almanya’nın askeri olarak tamamen yenilmesi, Alman militarizminin patlamasına ve dünya savaşına yol açan sorunların hiçbirini çözmemiştir.

15. Soğuk Savaş sırasında Alman emperyalizmi Amerikan üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalmıştı. Ardından Avrupa’nın en kuvvetli ekonomik gücü haline geldi ve ABD güdümünde dünya çapında iş yapmaya odaklandı. Willy Brandt’ın Ostpolitik’i (Doğu Politikası) Alman sanayisi için doğuya giden yolu açtı ve ona ucuz hammadde sağladı.

16. 1991’de Almanya’nın –başlangıçta Britanya ve Fransa’nın karşı çıktığı– yeniden birleşmesi, Avrupa’daki ve ABD ile olan eski emperyalist düşmanlıkların yeniden alevlenmesine neden oldu. Bu durum başlangıçta Doğu Avrupa, Sovyetler Birliği ve Çin’de kapitalizmin restorasyonunun sunduğu yeni genişleme fırsatlarıyla gizlendi. Almanya doğuya doğru genişledi ve Çin ile ekonomik ilişkilerini geliştirdi. Eski Doğu Bloku ülkeleri, yeni pazarlar ve ucuz işgücü sağlayarak NATO ve AB’ye entegre edildiler.

17. Ancak George W. Bush’un 2000 yılında ABD başkanı seçilmesi ve ardından Ortadoğu’daki savaşlarla birlikte farklılıklar yeniden gündeme geldi. Almanya başlangıçta Rusya ile yakın ticari ilişkilerini sürdürmeye çalıştı ancak bu Washington tarafından sistematik olarak engellendi. En son Kuzey Akım boru hatlarının imha edilmesiyle ilişkiler neredeyse tamamen durma noktasına geldi. Henüz ABD’ye karşı koyacak durumda olmayan egemen sınıf, ABD’nin Rusya’ya karşı savaş rotasını tamamen desteklemeye koyuldu.

18. Egemen sınıf, Alman ekonomisinin zayıflamasına, uzun vadeli stratejik hedefleri için daha da saldırgan bir şekilde mücadele ederek tepki verdi. Geriye dönüp baktığında egemen sınıf, Hitler’in Sovyetler Birliği’ne karşı bir imha savaşı yürütürken aynı anda Aralık 1941’de ABD’ye savaş ilan etmekle hata yaptığı sonucuna varmıştır. Bu kez, devasa hammadde rezervlerinden pay almak için Rusya’ya karşı ABD ile ittifak halinde hareket etmenin –en azından şimdilik– daha etkili olacağını düşünmektedir.

19. 2013 yılının başlarında, devletin ve hükümetin önde gelen temsilcileri “askeri kısıtlamanın sona erdiğini” duyurdular. Alman sanayisi için hammadde tedarikini ve satış pazarlarını güvence altına almak için yeniden askeri güç kullanmaya karar vermişlerdi. O zamandan beri bu politika saldırgan bir şekilde uygulanıyor. Şubat 2014’te Berlin, Ukrayna’daki Batı yanlısı darbede merkezi bir rol oynadı. Bunu takip eden Minsk Anlaşması, Ukrayna ordusunu silahlandırmak ve Şubat 2022’de kışkırtılan savaşa hazırlanmak için zaman kazanmaya hizmet etti. Almanya şu anda Ukrayna’nın en büyük ikinci silah tedarikçisi konumundadır.

20. Alman egemen sınıfı böylece eski dünya savaşı politikasını sorunsuz bir şekilde sürdürmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda bile savaşın amaçlarından biri Berlin’in hâkimiyetinde bir Ukrayna vasal devleti yaratmaktı. Hitler bu politikayı İkinci Dünya Savaşı’nda da sürdürdü: Ukrayna’nın boyunduruk altına alınması, Sovyetler Birliği’ne karşı imha savaşının merkezi bir bileşeniydi. Bugün Alman tankları bir kez daha Rusya’ya doğru ilerliyor ve Bundeswehr (silahlı kuvvetler) Alman emperyalizminin yağmacı çıkarlarını dayatmak için Ukraynalı Nazi işbirlikçilerinin mirasçılarıyla yakın işbirliği içinde çalışıyor.

21. “Ukrayna’daki savaş aynı zamanda bir hammadde savaşıdır.” Federal dış ticaret kurumu Germany Trade and Invest (GTAI) tarafından yayımlanan bir strateji belgesine göre, ülkede “bazıları şu anda Rusya’nın kontrolünde olan büyük demir, titanyum ve lityum yatakları” bulunuyor. Alman ekonomisi “yeniden yapılanma” kisvesi altında Ukrayna üzerinde kontrol sağlamaya çalışıyor. Aynı planlar “Putin sonrası” bir Rusya için de mevcuttur.

22. Bu çılgın emperyalist hedeflerin gerçekleştirilmesi için eski barbarca yöntemler gerekmektedir. Alman egemen sınıfı Gazze’de açıkça soykırım ve imha savaşı yöntemlerine geri dönmektedir. Aşırı sağcı Netanyahu rejimi tarafından erkeklerin, kadınların ve çocukların bombalanmasını ve tüm sivil nüfusun açlığa mahkûm edilmesini kayıtsız şartsız desteklemektedir. Bu, bölgede topyekûn bir savaşla tehlikeye atılacak olan “Yahudilerin hayatlarını korumak” ile ilgili değil, Almanya’nın emperyalist çıkarlarıyla ilgilidir. Hammaddeleri, pazarları ve jeostratejik avantajları güvence altına almak için egemen sınıf bir kez daha her türlü suçu işlemeye hazırdır.

23. Almanya’nın nükleer silahlanmasına ilişkin tartışmalar ve nükleer bir güç olan Rusya ile savaşın sürekli tırmandırılması, bunun açık bir örneğidir. Alman emperyalizmi 80 yıl önce Avrupa’yı enkaza çevirirken, şimdiki hesapları tüm gezegenin nükleer yok oluşunu da içermektedir.

24. Egemen sınıfın öncelikli hedeflerinden biri, bir kez daha Avrupa’nın “jandarması” olmak ve kıtaya hükmetmektir. Her zaman en güçlü şirketlerin ve bankaların işçi sınıfına karşı komplocu birliği olan Avrupa Birliği, bunda önemli bir araç olarak hizmet etmektedir. AB, militarizmin, devlet yetkilerinin artırılmasının ve şovenizmin odak noktası haline gelmektedir. Ancak Almanya’nın egemenliğini barışçıl bir şekilde sağlamak bir yana, ABD ile artan çatışmalar Avrupa’daki düşmanlıkları da şiddetlendirmektedir.

25. Alman militarizminin geri dönüşü, kendi işçi sınıfına karşı sınıf savaşıyla el ele gitmektedir. Şansölye Scholz’un “yeni dönemi” ve Savunma Bakanı Pistorius’un Almanya’yı yeniden “savaşa hazır” hale getirme planı, tüm toplumun militarizasyonu anlamına gelmektedir. Bu plan, zorunlu askerlik hizmetinin geri getirilmesini, okullarda ve üniversitelerde savaş dersleri verilmesini ve Nazi kahramanlarını anmak için bir Gaziler Günü ilan edilmesini içermektedir.

26. Yeniden silahlanmayı finanse etmek için gerçek ücretler düşürülmekte ve sağlık, konut ve eğitim bütçeleri kesilmektedir. Ukrayna’daki savaş için sadece bu yıl 7,4 milyar avro tutarında ödeme yapılması planlanırken, savaş bütçesi 85,5 milyar avroya yükselecek. Savaş harcamalarının GSYİH’nin yüzde 4’üne çıkarılması hedefi uzun zamandır tasarlanmaktadır. Nazi Almanya’sı bile bu orana ancak iki yıllık ağır silahlanmanın ardından 1935’te ulaşabilmiştir.

27. Aynı zamanda toplumun en tepesindeki zenginleşme çılgınlığı da hız kesmeden devam etmektedir. Şirketlere ve zenginlere verilen milyarlarca avroluk hibeler, en zengin beş Almanın toplam servetini 2020’den bu yana yaklaşık dörtte üç oranında arttırarak, enflasyondan arındırılmış olarak 89 milyar dolardan 155 milyar dolara yükseltti. Buna karşılık, yardım kuruluşu Paritätischer Wohlfahrtsverband’ın yoksulluk raporuna göre, Almanya’da 14 milyondan fazla insan yoksulluk içinde yaşıyor.

28. Hisse fiyatları sürekli yükselirken –Almanya’nın önde gelen hisselerinden oluşan DAX endeksi Mart sonunda ilk kez 18.500 puanın üzerine çıkarak 20 yıl öncesinin beş katına ulaştı– bir yandan da istihdamda kıyım yaşanıyor. Savaş yanlısı politikaların şiddetlendirdiği ekonomik kriz nedeniyle bazıları yüksek vasıflı yüz binlerce işçi işten çıkarılıyor. Yıkım, 400.000 kadar işçinin işinin tehlikede olduğu otomotiv ve yan sanayi sektörlerinde yoğunlaşıyor. Bununla birlikte kimya, çelik, inşaat, ev aletleri ve yazılım endüstrileri, perakende, sağlık ve demiryolu taşımacılığı sektörleri de etkileniyor.

29. Avrupa Merkez Bankası, ekonomik durgunluğun ortasında uyguladığı yüksek faiz politikasıyla işsizliği kasıtlı olarak artırmaktadır. İşsizler ordusu, ücretleri düşürmek ve işçilerin kalan haklarını ortadan kaldırmak için bir araç olarak kullanılacak. Bu şekilde, borsalarda ve emlak piyasalarında spekülasyon yoluyla biriktirilen trilyonlardan oluşan hayali sermaye işçi sınıfından tahsil edilecek.

30. İşçilere karşı yürütülen bu savaşta önemli bir konu da otomasyon üzerindeki kontrol ve AI (Yapay Zekâ) gibi modern teknolojilerin kullanımıdır. Üretimin modernizasyonu ancak işçilerin kontrolü kapitalist oligarşiden alıp kendi ellerine geçirmeleri halinde toplumsal ilerlemeye hizmet edebilir.

31. Koronavirüs pandemisi, egemen sınıfın işçi sınıfına karşı acımasızlığını özellikle bariz bir şekilde göstermektedir. Kâr akışının sürdürülmesi için işçiler, Almanya’da binlerce kişinin ölümüne ve milyonlarca kişinin ciddi şekilde zarar görmesine neden olan ölümcül bir virüse maruz kaldılar ve halen kalıyorlar. Resmi rakamlara göre Almanya’da bugüne kadar yaklaşık 200.000 kişi bu politikanın kurbanı oldu. Pandeminin sona erdiği varsayılan geçen yıl neredeyse 20.000 kişi öldü. Pandemi, Almanya’da ortalama yaşam süresinin, 50 yılı aşkın bir süredir ilk kez düşmesine neden oldu. Bu durum özellikle işçi sınıfını olumsuz etkiledi. Yüksek gelir grubundaki erkekler arasında beklenen yaşam süresi 2019’da 80 yıla ulaşırken, düşük gelir grubunda bu süre sadece 71 yıldı. Bu eğilim o zamandan beri daha da kötüleşmiştir.

32. Etkileri dünyanın büyük bölümünü tehdit eden iklim değişikliği, insanlığın geleceği için varoluşsal bir tehdittir. Son yıllarda ve aylarda, yeni sıcaklık rekorları ve giderek artan aşırı hava olayları kaydedilmiştir. Araştırmalar ayrıca, iklim değişikliği ve çarpık kentleşme nedeniyle ekosistemlerin istikrarsızlaşmasının, hayvandan insana hastalık bulaşma olaylarının ve gelecekteki pandemilerin olasılığını artırdığını göstermektedir.

33. Savaş ve sosyal yıkım politikası parlamentoda temsil edilen tüm partiler tarafından sürdürülmektedir. Federal Meclis Gazze’deki soykırımı desteklediğinde, aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’ten (AfD) Sol Parti’ye ve Sarah Wagenknecht liderliğindeki BSW’ye kadar istisnasız bütün partilerden milletvekilleri lehte oy kullanmıştır. Tüm düzen partileri sağlık ve iklim politikalarını da bankaların ve büyük şirketlerin canice kâr hırsına tabi kılmaktadır.

34. Tüm partilerin birleşik cephesi, savaş çılgınlığının, toplumsal çöküşün ve gezegenin eli kulağındaki yıkımının, hükümete baskı yaparak ya da bir burjuva partisinin rotasını değiştireceği umuduyla durdurulamayacağını göstermektedir. Savaşa karşı mücadele gibi, pandemi ve iklim değişikliğine karşı mücadele de işçi sınıfının uluslararası sosyalist hareketinin inşasını gerektirmektedir.

35. ABD hegemonyasının yerini “çok kutuplu” bir dünya düzeninin alması bile bir dünya savaşını önleyemez. Aksine, böyle çok kutuplu bir dünya düzeni yaratma çabası, emperyalist güçler arasındaki gerilimlerin yoğunlaşmasının biçimlerinden biridir. Emperyalist savaşa karşı mücadele, ulus devlet sistemini yeniden yapılandırarak değil ancak onu yok ederek kazanılabilir.

36. Dolayısıyla savaşa karşı mücadele, Sovyetler Birliği’nin dağıtılması ve Stalinist bürokrasinin kapitalizmi restore etmesiyle ortaya çıkan Rus oligarşisinin bir kanadının çıkarlarını temsil eden Putin rejiminin gerici, milliyetçi ve kapitalist politikalarına karşı uzlaşmaz bir direnişi de gerektirmektedir. Putin rejimi, NATO’nun tırmanan savaş politikasına, yaltaklanma girişimleri ve nükleer tehditlerden oluşan gerici bir karışımla tepki vermektedir.

37. Rosa Luxemburg’un Birinci Dünya Savaşı arifesinde vurguladığı gibi, işçi sınıfı “emperyalizme, savaşa, ülkelerin talanına, ulusların yağmalanmasına, hak ihlallerine ve şiddet politikalarına karşı ancak kapitalizmle savaşarak, küresel siyasi soykırıma toplumsal devrimle karşı çıkarak mücadele edilebileceği sonucuna varmalıdır.”

38. Uluslararası Komite, 2014 gibi erken bir tarihte, Haziran plenumunda “savaşa karşı mücadeleyi siyasi faaliyetinin merkezine” yerleştirmeye ve DEUK’u “emperyalist şiddetin ve militarizmin yeniden canlanmasına karşı, devrimci mücadelenin uluslararası merkezi” yapmaya karar verdi. O zamandan beri, egemen sınıfın savaş çabaları daha da ilerledi ve SGP ile DEUK, militarizme ve savaşa karşı mücadeleyi siyasi, teorik ve pratik düzeyde geliştirdi.

39. Bunun temelini, Uluslararası Komite’nin emperyalist çağdaki kapsamlı devrimci mücadele deneyimine dayanan tarihsel perspektifleri oluşturmaktadır. Yeni Yıl Perspektifi, “DEUK, Troçkist hareket tarafından 1923’teki kuruluşundan bu yana Stalinizme, sosyal demokrasiye, Pablocu revizyonizme, burjuva milliyetçiliğine ve her türden gerici küçük burjuva radikalizmine karşı savunulduğu ve geliştirildiği şekliyle Marksizmin sürekliliğini tek başına temsil etmektedir,” diye belirtmektedir.

40. Marksizmin bu tarihsel sürekliliği, işçi sınıfının sınıf bilincini yükseltmenin ve işçileri, dünya kapitalizminin nesnel krizinden doğan gereklilikle uyumlu bir pratiğe yönlendirmenin temelini oluşturur. İşçi sınıfının devrimci gelişimi otomatik bir süreç değildir; bir kadronun geliştirilip yetiştirilmesini ve partinin işçi sınıfı ve gençliğin mücadelelerine müdahalesini gerektirir.

SPD’nin, Yeşiller’in, Sol Parti’nin ve sahte solun sağa dönüşü

41. Devrim, silaha sarılmış bir polemiktir, diye açıklamıştı Troçki. Marksizmin gelişimi ve işçi sınıfına yöneliş, burjuva ve küçük burjuva siyasetine ve ideolojisine karşı, özellikle de ismen sol burjuva partilerinin ve onların sahte sol uzantılarının tutumlarına karşı sürekli bir polemik içinde gerçekleşir. Bunlar, tarihsel nedenlerle kendilerini sosyal demokrat, Yeşil, sol ve hatta sosyalist olarak adlandırabilirler ancak özlerinde devletin ve zengin üst orta sınıf katmanların çıkarlarını temsil eden sağcı burjuva güçlerdir. Militarist saldırının ve egemen sınıfın faşizme ve diktatörlüğe yönelişinin ön saflarında yer almaktadırlar.

42. Bu, uzun bir sürecin sonucudur. 1980’lerde başlayan üretimin küreselleşmesi, sadece Stalinist bürokrasinin “tek ülkede sosyalizm” programının temelini ortadan kaldırmakla kalmadı (ki bürokrasi buna kapitalizmin restorasyonuyla yanıt verdi), aynı zamanda sosyal demokrasinin ve sendikaların ulusal reformist programını da geçersiz kıldı. Onlar bu süreçte, kapitalizm çerçevesinde sınırlı bir sosyal denge sağlayan burjuva işçi örgütlerinden, işçi sınıfının azılı düşmanlarına dönüştüler.

43. Sosyal Demokrat Parti (SPD), şansölyenin partisi olarak, Liberal Demokratlar (FDP) ve Yeşiller ile birlikte yönettiği koalisyon hükümetinin militarist ve işçi sınıfı karşıtı programının uygulanmasında merkezi bir rol oynamaktadır. Artık Marksist kökenleriyle ortak hiçbir yanı kalmayan SPD, bir burjuva işçi partisi değil, Alman sermayesinin, ordusunun ve devlet baskı aygıtının işçi sınıfına karşı çıkarlarını kayıtsız şartsız savunan sağcı bir devlet partisidir. Şansölye Olaf Scholz yönetimindeki son iki yıl, NATO’nun Rusya’ya karşı savaş saldırısı ve buna bağlı olarak sosyal ve demokratik haklara yönelik büyük saldırılarla karakterize oldu. Mülteci politikası açısından SPD ve diğer iktidar partileri, AfD’nin mülteci karşıtı programını uygulamaktadır. Şansölye Scholz mültecilerin ve göçmenlerin “büyük ölçekte” sınır dışı edilmesinden yanadır.

44. Hali vakti yerinde kentli üst orta sınıfın partisi olan Yeşiller, şu anda en saldırgan savaş kışkırtıcılarıdır. Bu durum, savaşa karşı mücadeleyi sosyalizm mücadelesinden ayıran ve barışçıl bir kapitalizm olabileceği yanılsamasını yayan pasifizmin iflasını ortaya koymaktadır. Yeşiller, bu politika Alman ekonomisinin çıkarlarına uygun olduğu sürece pasifistlerdi. Kapitalist krizle birlikte tamamen militarizm kampına geçtiler. 20 yıl önce, dönemin Yeşil Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in Kosova’da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki ilk Alman savaş misyonunu organize etmesinden bu yana, Yeşiller Bundeswehr’in (Alman ordusu) her yurt dışı konuşlanmasını coşkuyla desteklediler. Şimdi de Rusya’ya karşı savaş taarruzunun ön saflarında yer alıyorlar ve Ekonomi Bakanı Habeck’in ifadesiyle, Almanya’nın bir “kara savaşı”na, yani nükleer bir güce karşı topyekûn bir savaşa hazırlanmasını talep ediyorlar.

45. Sol Parti de savaş politikasının ve bununla bağlantılı olarak sosyal ve demokratik haklara yönelik saldırıların tamamen arkasındadır. NATO’nun Ukrayna’da Rusya’ya karşı yürüttüğü saldırı savaşını, İsrail’in Filistinlilere yönelik soykırımını desteklemekte ve yönetimde olduğu her yerde sosyal kemer sıkma, polis devleti yetkilerini artırma ve mültecilere ve göçmenlere saldırı politikalarını uygulamaktadır. Aynı durum koronavirüs pandemisinde virüsün yayılmasına izin veren resmi politika için de geçerlidir.

46. Sol Parti’den ayrılan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ise aşırı milliyetçi ve yabancı düşmanı politikaları savunmaktadır. Wagenknecht, Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) ile hükümet kurmaya ve AfD ile birlikte çalışmaya istekli olduğunu beyan etmiştir. BSW, bir “Amerikan savaşı” olarak gördüğü Rusya’ya karşı savaşı eleştirmekle birlikte, Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda Bundeswehr’in yeniden silahlandırılmasını desteklemektedir.

47. Sol Parti ve BSW’nin işçi sınıfı karşıtı karakteri, sosyal ve siyasi yönelimlerinin yanı sıra tarihlerinden de kaynaklanmaktadır. Sol Parti her zaman kapitalist devletin ve ona bağımlı orta sınıfın varlıklı kesimlerinin çıkarlarını dile getiren bir burjuva gücü olmuştur. Selefi SED, iddia ettiğinin aksine 40 yıl boyunca eski Doğu Almanya’da sosyalizmi değil, iktidardaki Stalinist bürokrasiyi temsil etmiştir. Bürokrasinin ayrıcalıklarını korumak için Doğu Alman işçi sınıfını ezmiştir. SED ve onun hemen ardından gelen PDS, Doğu Almanya’da kamulaştırılmış mülkiyet ilişkilerinin tasfiyesinde ve buna bağlı sosyal saldırılarda merkezi bir rol oynamıştır. Stalinizmin sosyalizme eşit olduğu iddiası, 20. yüzyılın en büyük yalanıdır. Bu, işçi sınıfının yönünü şaşırtmış, onu Marksizmden uzaklaştırmış ve kapitalistlerin saldırılarına karşı savunmasız bırakmış, böylece militarizmin ve faşizmin yeniden canlanmasının koşullarını yaratmıştır.

48. Sol Parti içinde ve çevresinde faaliyet gösteren Marx21 (Uluslararası Sosyalist Akım’ın eski Almanya şubesi), SAV (İşçi Enternasyonali Komitesi’nin eski Almanya şubesi), RIO ve bunların çeşitli türevleri olan sahte sol gruplar, özellikle gerici bir rol oynamaktadır. Esasen ana partilerinin [Sol Parti] politikalarını desteklemekte ve hatta uzun süre Marx21 üyesi olan Sol Parti Eş Başkanı Janine Wissler örneğinde olduğu gibi, partinin önde gelen kadrolarını oluşturmaktadırlar. Sahte Troçkist söylemleri her şeyden önce egemen sınıfın sağcı politikalarını örtbas etmeye ve işçi sınıfının kapitalizme, faşizme ve savaşa karşı bağımsız sosyalist hareketini bastırmaya hizmet etmektedir.

Faşizme karşı mücadele

49. Dünya savaşı ve Holokost deneyimlerinden dolayı, işçi sınıfının savaşa ve sosyal yıkıma karşı muhalefeti son derece büyüktür ve bilincine derinden kazınmış durumdadır. Mevcut koalisyon hükümeti, Federal Almanya Cumhuriyeti tarihindeki en çok nefret edilen hükümettir. Şansölyenin partisi SPD’nin oy oranı yüzde 15’in altında ve FDP de parlamentoya girebilmek için gerekli olan yüzde 5’lik barajı aşamama tehlikesiyle karşı karşıya bulunuyor.

50. Egemen sınıf buna kamuoyuna taviz vererek değil, kulakları sağır eden savaş propagandasını ve diktatörce önlemleri yoğunlaştırarak tepki veriyor. Avrupa ve dünya genelinde aşırı sağcı partiler büyüyor ve hükümetler her zamankinden daha acımasız siyasi baskı yöntemlerine başvuruyor. Bu açıdan İtalya’daki Meloni ya da Arjantin’deki Milei gibi aşırı sağcı hükümetler, Joe Biden ya da Olaf Scholz’un “demokratik” hükümetlerinden önemli bir farklılık göstermemektedir: hepsi mültecilere karşı acımasızca hareket etmekte, büyük savaşlar için silahlanmakta ve ifade özgürlüğünü bastırmaktadır.

51. Mültecilerin terörize edilmesi ve savaşın tırmanması birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Egemen sınıf savaş ve sosyal kesintiler konusunda ne kadar saldırgan davranırsa, büyüyen toplumsal ve siyasi muhalefeti bastırmak için diktatörlük ve faşizme o kadar fazla bel bağlamaktadır. Düzen siyasetçileri ve medya, göçmenlere karşı kışkırtmalarıyla onları toplumsal krizin günah keçisi haline getirmeye ve aşırı sağı güçlendirmeye çalışıyor. Mültecilere yönelik saldırılar, tüm işçilerin demokratik haklarına yönelik kapsamlı bir saldırının öncüsüdür.

52. Almanya’da bu durum özellikle saldırgan biçimler almaktadır. Tüm burjuva partileri Gazze’deki soykırımı destekledikleri gibi, gösterilerin yasaklanmasını, eleştirilerini dile getiren Yahudilerin gözaltına alınmasını ve milyonlarca göçmene yönelik sınır dışı edilme tehdidini de desteklemektedirler. Yeni vatandaşlık yasası ile sadece devletin soykırım yanlısı politikalarını destekleyenler Alman vatandaşlığına hak kazanıyor. Devlet aygıtı, en üst düzeylerde örtbas edilen ve teşvik edilen aşırı sağcı terör ağlarıyla doludur. Alman burjuvazisi, emperyalist hedeflerini gerçekleştirmek ve bunlara karşı direnişi bastırmak için bir kez daha faşizme ve savaşa başvuruyor.

53. Faşist AfD tam da bu amaç için bilinçli olarak güçlendirilmiştir. O, sağlıklı bir organizmada yabancı bir cisim değil, tamamen hasta bir sistemin en kötü semptomudur. Diğer tüm kapitalist partiler ona kur yaptılar; şimdi programını uyguluyor ve uzun süredir hükümete girmesi için hazırlık yapıyorlar. Hatta Brandenburg, Saksonya ve Thüringen’de AfD’nin sonbaharda yapılacak seçimlerden birinci parti olarak çıkacağı, yani üyelerinden birinin eyalet başbakanı olabileceği tahmin ediliyor. Burjuva partileri içinde faşistlere karşı ciddi bir muhalefet yok çünkü hepsi sadece faşist yöntemlerle sürdürülebilecek bir toplumsal sistemi savunuyor.

54. 1933’ün temel derslerinden biri budur: Ordu, büyük sermaye ve medya temsilcilerinin bir komplosu, Kasım 1932’deki seçim yenilgisine rağmen Hitler’i Reich Şansölyeliğine getirdi. İki ay sonra, tüm burjuva partileri ona diktatörlük yetkileri verdi. Seçkinler, artan eşitsizliğe ve savaş hazırlıklarına karşı direnişi yalnızca Hitler’in bastırabileceğine ikna olmuşlardı. SPD’nin, KPD’nin (Komünist Parti) ve sendikaların yok edilmesini, Birinci Dünya Savaşı’nın dehşetinden sonra işçileri cepheye geri göndermek için temel bir ön koşul olarak görüyorlardı. Bunu ancak Hitler’e karşı mücadeleyi sabote eden SPD ve KPD liderlerinin ihaneti sayesinde başarabildiler.

55. Bugün ne kitlesel işçi partileri ne de faşistlerin Birinci Dünya Savaşı gazilerinden ve lümpen küçük burjuvalardan oluşan kitlesel bir hareketi var. AfD, Trump’ın Cumhuriyetçileri ya da Le Pen’in Ulusal Birlik’i (RN) gibi aşırı sağcı partilerin büyük oy oranları kazanabilmesi ve düzen karşıtı güçler olarak ortaya çıkabilmesi, her şeyden çok sahte “sol”un tamamen iflas etmesinin bir sonucudur. Yunanistan’daki Syriza’dan ABD’deki Bernie Sanders’a ve Almanya’daki Sol Parti’ye kadar, sahte sol partilerin sosyal yıkımı ve savaş yanlısı politikaları açıkça destekleyen ve işçi sınıfı içindeki her türlü sol muhalefeti engelleyen ve bastıran sağcı örgütler olduğu ortaya çıkmıştır.

56. Bu nedenle, faşizme ve tüm kapitalist partileri bir kanser gibi sarmış olan resmi politikadaki sürekli sağa doğru kayışa karşı mücadele, bağımsız bir sosyalist alternatifin, yani SGP ve DEUK’un inşasıyla doğrudan bağlantılıdır. İşçi sınıfının bilinçli bir sosyalist önderliğe sahip bağımsız bir hareketi, faşizm tehlikesini ve tüm egemen sınıfın otoriterliğe ve diktatörlüğe yönelmesini durdurmanın tek yoludur. Bunun için güçlü bir nesnel temel vardır ancak savaşa karşı mücadele gibi faşizme karşı mücadele de partimizin aktif müdahalesini gerektirmektedir.

57. İşçi sınıfı sola yönelmektedir. Bu durum artan grevlerde, Gazze’deki soykırıma karşı kitlesel protestolarda ve ayrıca AfD’ye karşı haftalardır ülke çapında düzenlenen devasa gösterilerde kendini göstermektedir. Protestolar savaşa ve sosyal yıkıma karşı uluslararası seferberliğin bir parçasıdır ve bu nedenle hükümetin ve Federal Meclis’teki tüm partilerin sağcı politikalarıyla çelişmektedir.

58. Aynı zamanda, hükümetle yakın ilişkili olan organizatörler, bu görüşleri bastırmak ve gösterileri “tüm demokratların birliği” sloganı altında hükümetin arkasında toplamak için ellerinden geleni yapmaktadır. Muhalefet yoğunlaştıkça, sonraki gösterileri iptal ettiler ve o zamandan beri hareketi tasfiye etmeye çalışıyorlar.

59. SGP bu harekete müdahale etmekte ve onu hükümete ve kapitalizme karşı bilinçli bir işçi sınıfı hareketine dönüştürmek için mücadele etmektedir, çünkü faşizme ve diktatörlüğe karşı mücadele ancak işçi sınıfına dayanırsa ve kapitalist sistemi ve onun partilerini hedef alırsa başarılı olabilir. Yeni Yıl Perspektifi şöyle demektedir: “Demokratik yönetim biçimlerinin, egemen seçkinlerin servetine ve ekonomi üzerindeki tahakkümüne cepheden bir saldırı dışında savunulabileceğini iddia etmek, siyasi ve entelektüel şarlatanlığın zirvesidir.”

60. Almanya’daki egemen sınıfın faşizme ve savaşa dönüşünü Holokost’un sorumluluğunu öne sürerek meşrulaştırması ikiyüzlülüğün zirvesidir. Orwellyen bir dille, Alman militarizmine ve Gazze’deki soykırıma karşı çıkan herkesi “antisemit” olarak damgalarken, kendisi de 80 yıl önce Nazilerin imha savaşının hedefi olan Rusya’ya karşı yeniden savaş açmak için Ukrayna’daki antisemitler ve faşistlerle birlikte çalışmaktadır.

61. Siyonizm eleştirisini antisemitizmle eş tutmak ırkçılığa ve mitolojiye dayanmaktadır. Bu kampanya “Yahudilerin korunmasına” değil, yalnızca radikal sağcı Netanyahu rejiminin ve emperyalist güçlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Ancak bu kampanyanın amacı sadece Alman militarizminin muhaliflerini itibarsızlaştırmak değildir; aynı zamanda tarihi yeniden yazma ve Alman emperyalizmini tarihsel suçlarından aklama girişimlerinin bir parçasıdır.

62. SGP, Alman emperyalizminin çıkarları doğrultusunda tarihi tahrif etmeye yönelik önceki girişimlerin yanı sıra bu yalan kampanyasına da karşı çıkmaktadır. IYSSE’nin çalışmalarını birçok üniversiteye yayıyor ve her düzeyde ideolojik savaşa ve sağcı ideolojiye karşı çıkıyoruz. IYSSE irrasyonalizme, kimlik politikalarına ve burjuva ideolojisinin diğer biçimlerine karşı yoğun bir mücadele yürütmekte ve öğrencileri toplumdaki tek devrimci güç olan işçi sınıfına yönlendirmektedir. Radikalleşen ancak net bir perspektife ve liderliğe ihtiyaç duyan işçi sınıfı gençliğinin tüm katmanları arasındaki çalışmalarını yoğunlaştırmaktadır. IYSSE bu bağlamda kendi inisiyatiflerini üstlenirken, parti önderliğinin siyasi rehberliği altında Dördüncü Enternasyonal’in Troçkist gençlik hareketi olarak çalışmaktadır.

63. SGP’nin Anayasayı Koruma Dairesi’ne (Almanya’nın iç istihbarat servisi) karşı açtığı dava da büyük önem taşımaktadır. Bu dava ile hükümet ve devlet içindeki sağcı komploya savaş ilan etmiş bulunuyoruz. Devletin SGP’ye karşı adımının amacının “bu saldırgan sınıf politikasına karşı çıkan ya da sadece adını anan herkesi susturmak” olduğunu söylüyoruz. Savaş karşıtı gösterilerin yasaklanması, savaş karşıtlarının gözaltına alınması ve polis devletinin genişletilmesiyle bu durum fazlasıyla doğrulanmıştır. Yüksek Mahkeme, davamızla ilgili kararını iki yıldır erteliyor ancak biz SGP’yi ve demokratik hakları savunma kampanyamızı mahkemelere bağımlı hale getirmiyor, işçi sınıfını faşizme ve savaşa karşı harekete geçiriyoruz.

Uluslararası işçi ittifakı TK-Uİİ’nin önemi

64. Faşizm ve savaş ancak işçi sınıfının kapitalizme karşı ve toplumun sosyalist dönüşümü için bağımsız seferberliğiyle durdurulabilir. Böyle bir hareket boş bir hayal değildir; dünya genelinde sınıf mücadelesinin büyük ölçüde keskinleşmesinde nesnel temelini bulmaktadır.

65. Yeni Yıl Perspektifi sınıf mücadelesinin niceliksel ve niteliksel gelişimine dikkat çekmektedir:

Niceliksel gelişme, sömürüye, yaşam standartlarının düşmesine, demokratik haklara yönelik saldırılara ve militarizme karşı grevlere ve ilgili protesto biçimlerine katılan işçilerin sayısındaki kuşkusuz artıştır. Niteliksel gelişme ise sınıf mücadelesinin küresel ölçeği, işçi sınıfı hareketinin ulusal sınırları aşarak uluslararası bir nitelik kazanma eğilimidir.

66. Bu durum şu anda Avrupa’da doruğa ulaşmış durumda. Geçen yılın Ocak ve Şubat aylarında Almanya, Britanya ve özellikle Fransa’da kitlesel grevler patlak verdiğinde, DEUK’un Avrupa şubeleri bunun “şu ya da bu kapitalist hükümetle yapılacak yalıtılmış müzakerelerle çözülebilecek bir dizi ulusal sendikal mücadele” olmadığını ilan ettiler. “Aksine bu uluslararası bir siyasi mücadeledir. İşçiler her ülkede benzer talepleri dile getirirken itibarını yitirmiş ve yaygın olarak hor görülen hükümetlerin polis baskısı ve yasal tehditleriyle karşılaşıyorlar.”

67. O zamandan bu yana, özellikle Almanya’da güçlü bir grev hareketi gelişti. Posta işçileri, demiryolu işçileri, federal, eyalet ve yerel düzeydeki kamu çalışanları, uçuş görevlileri, Lufthansa yer personeli ve tren sürücüleri greve gitti. Bu grevlerin her birinde işçilerin mücadele isteği muazzamdı. Pek çok işçi gerçek ücretlerdeki kesintilere karşı verdikleri mücadeleyi savaş meselesine bağladı. Buna bir de Gazze’deki soykırıma karşı uluslararası kitlesel protestolar eklendi ki bu da baskı ve propagandaya rağmen Almanya’da on binleri sokaklara döktü. AfD’ye karşı düzenlenen kitlesel gösteriler de büyüyen muhalefet hareketinin bir parçasıdır.

68. Ancak Yeni Yıl Perspektifi’nin de belirttiği gibi, “Nesnel krizin ulaştığı ileri düzey ile bu krizin öznel kavranışı ve işçi sınıfının bilincindeki siyasi sonuçları arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır. Bu boşluk, her şeyden önce, işçi mücadelelerinin gerici, emperyalizm yanlısı sendika bürokrasileri ve onların sosyal demokrat, eski Stalinist ve çeşitli küçük burjuva sahte sol örgütlerdeki müttefikleri tarafından sürekli olarak tahakküm altına alınmasında ifadesini bulmaktadır.”

69. Sendikalar grevleri tecrit etmek ve bastırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmakta, giderek daha açık bir şekilde sahtekârlığa ve baskıya başvurmaktadır. Hepsinden önemlisi, hükümete ve onun savaş yanlısı politikasına karşı her türlü ciddi muhalefeti bastırmaktadırlar. Kapitalist kriz ve üretimin küreselleşmesi karşısında sendikalar, şirketlerin ortak yöneticileri ve polis güçlerine dönüştüler. Ve toplumun militarizasyonunda ve savaş ekonomisinin geliştirilmesinde merkezi bir rol oynamaktadırlar. Bu uluslararası bir olgudur ancak korporatizmin Almanya’daki kadar sofistike olduğu ve yasal güvence altına alındığı çok az ülke vardır.

70. Bunun toplumsal sonuçları fecidir. Almanya’nın birleşmesinden bu yana geçen 35 yıl içinde ortalama reel ücretler ve maaşlar artmadı. Büyük bir düşük ücret sektörü oluştu. Paritätische Armutsbericht yardım kuruluşları federasyonunun son verilerine göre, dünyanın en zengin ülkelerinden birinde nüfusun yüzde 16,8’i ve tüm çocukların yüzde 21,8’i yoksulluk içinde yaşamaktadır. Yetişkin yoksulların üçte ikisi ya çalışmaktadır ya da emeklidir.

71. Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş programında “Tarihin yasaları bürokratik aygıtlardan daha güçlüdür,” denilmişti. Bu durum bugün için de geçerlidir. Sendikalar hızla üye kaybetmektedir. Almanya’nın birleşmesinden sonra yaklaşık 12 milyon olan DGB sendikalarının toplam üye sayısı, tüm Almanya’da 5,7 milyona düşmüştür. Bu sayı, 1951’de Batı Almanya’da olandan bile azdır. Sendikal örgütlenme oranı yüzde 17’ye gerilemiş olup, 1980’deki oranın sadece yarısıdır. Yalnızca çelik ve otomotiv sektörlerinde, sendikanın onayı olmadan iş bulmanın imkânsız olduğu yerlerde, örgütlenme oranı hâlâ yüzde 90’ın üzerindedir. Ancak burada IG Metall, on bin kişilik iş konseyi temsilcisi ve sendika temsilcileri ordusuyla işletme polisi gibi hareket etmektedir.

72. Bu koşullar altında Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı’na (TK-Uİİ) büyük bir önem düşmektedir. TK-Uİİ, işçilere sendikal zorbalığı aşma, uluslararası düzeyde birleşme ve ciddi bir mücadeleye başlama imkânı sağlamaktadır. Bu, kendiliğinden gerçekleşen bir süreç değildir. SGP’nin bilinçli müdahalesini gerektirmektedir. DEUK, 1 Mayıs 2021’de Uluslararası İşçi İttifakı’nı kurarak işçilerin bu adımı atmasını kolaylaştırmayı amaçlamıştır. TK-Uİİ’nin kuruluş bildirisinde şöyle denilmektedir: “İşçi sınıfının karşı koyması için, farklı fabrikalarda, sektörlerde ve ülkelerde egemen sınıfa ve korporatist sendikalara karşı mücadelelerini koordine edecek bir yol yaratılmalıdır.”

73. O zamandan beri DEUK, çeşitli ülkelerde başarılı bir şekilde taban komiteleri kurdu. Almanya’da, posta ve demiryolu işçileri arasında önemli gelişmeler kaydettik ve ayrıca otomobil ve ulaşım işçileri arasında ilk taban komitelerini kurduk. Bu çalışma sürdürülmeli ve güçlendirilmelidir. Taban komiteleri gerçek bir işçi demokrasisi için gerekli koşulları yaratmalı, işçiler arasında özgürce tartışmayı kolaylaştırmalı, bilgi alışverişini koordine etmeli ve işçi sınıfının geniş kesimlerinin ortak eylemlerini örgütlemelidir. İşçi sınıfının ihtiyaçlarının şirketlerin kâr çıkarlarından daha önemli olduğu ilkesinden yola çıkılmalıdır.

74. TK-Uİİ devrimci partinin yerine geçmez ancak sendikalara karşı mücadelede bir araçtan daha fazlasıdır. Sendikaların boyunduruğunu kıran ve işçi sınıfının muazzam gücünü açığa çıkaran bir hareketin gelişimine katkıda bulunmalıdır. Böyle bir hareketi ilerletmek için gerekli örgütlenme biçimini sağlar. Taban komitelerinin inşası, SGP’nin işçilere ulaşabilmek için sendikalara müdahale etmeyeceği anlamına gelmez. Ancak bunu sendikaları reforme etme –ki bu imkânsızdır– ya da onların aygıtlarına yerleşme perspektifiyle değil, onlara karşı bir başkaldırı başlatma perspektifiyle yapar.

75. Taban komitelerinde, sınıf mücadelesini ileriye taşımak ve birlikte mücadele etmek isteyen farklı siyasi görüşlere sahip işçiler memnuniyetle karşılanır. Ancak taban komiteleri ne apolitiktir ne de siyasi olarak tarafsızdır. Sendika bürokrasisine karşı bir başkaldırı, kaçınılmaz olarak tartışılması ve açıklığa kavuşturulması gereken siyasi ve tarihsel soruları gündeme getirir. SGP, taban komitelerinde de tüm sınıfın siyasi ve kültürel seviyesini yükseltmek ve sosyalist bilinç geliştirmek için çaba gösterir.

76. Will Lehman’ın ABD’deki Birleşik Otomotiv İşçileri (UAW) sendikasının başkan adaylığı bu açıdan örnek teşkil etmiştir. Lehman “Tüm iktidar tabana” sloganıyla adaylığını koymuş ve bürokrasinin lağvedilmesi ve taban komitelerinin kurulması çağrısında bulunmuştur. Bunu yaparken açıkça bir sosyalist ve kapitalist sistem karşıtı olarak kampanya yürütmüş ve otomotiv sanayisinde özel mülkiyetin sona erdirilmesi çağrısında bulunmuştur. UAW bürokrasisinin seçime katılımı bastırma girişimlerine rağmen, 5 bin otomotiv işçisinin desteğini almıştır.

77. Onun kampanyası iki şeyi açıkça ortaya koydu: DEUK, işçi sınıfı içinde mücadele etmeye kararlı bir muhalefete önderlik etti. Ve Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı, bu önderlik altında, fabrikalarda ve işyerlerinde mücadele eden işçilerin gerçek bir hareketi biçiminde gelişiyor.

SGP’nin işçi sınıfı içinde yeni bir siyasi önderlik olarak kök salması

78. TK-Uİİ’nin inşası, enternasyonalist bir perspektif için mücadele ve partimizin işçi sınıfı içinde kök salması ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır. SGP, işçi sınıfının tüm kesimlerine müdahale etmeli ve işçilerle yakın temaslar ve siyasi ilişkiler kurmalı, en ileri ve ciddi işçileri sosyalist olarak eğitmeli ve onları partiye kazanmalıdır.

79. Bu da kadroların sistematik bir şekilde geliştirilmesini gerektirmektedir. David North, 2023 Yaz Okulu’nda sunduğu açılış raporunda, “işçi sınıfının kitlesel hareketinin büyümesi, parti üyelerine daha büyük sorumluluklar yüklemektedir,” diyor ve ekliyordu: “Bu zorlukların üstesinden gelmek, parti üyelerinin eğitimine daha fazla önem verilmesini gerektirir. Bu eğitimin en önemli unsuru, kadroların Troçkist hareketin tarihine ilişkin bilgi ve kavrayışlarını artırmaktır.”

80. Bu, Troçkist hareketin tüm aşamalarının merkezi tarihsel olaylarını, stratejik deneyimlerini ve kazanımlarını içerir. İlk aşama, Sol Muhalefet’in Ekim 1923’te kuruluşundan Dördüncü Enternasyonal’in Eylül 1938’de Paris’teki kuruluş kongresine kadar 15 yıllık bir dönemi kapsıyordu. Troçki, Stalinist bürokrasiye ve onun milliyetçi Tek Ülkede Sosyalizm perspektifine karşı mücadelede, Alman felaketinden sonra kurulması zorunlu hale gelen yeni Enternasyonal’in teorik ve siyasi temellerini attı.

81. İkinci aşama, Dördüncü Enternasyonal’in kuruluşundan Uluslararası Sekreterlik’in Pablocu önderliği ile bölünmeye ve Kasım 1953’te Uluslararası Komite’nin kuruluşuna kadar geçen 15 yıllık dönemi kapsıyordu. Bu aşamada, öğretiye bağlı Troçkistler, Troçkizmden kopan ve hızla sağa kayan bir dizi küçük burjuva eğilime karşı Marksist ilkeleri savundular. Bunlar arasında Burnham-Shachtman eğilimi, “Üç Tez Grubu” ve nihayetinde küçük burjuvazinin demoralize olmuş katmanlarının kötümserliğini ifade eden ve işçi sınıfına ve sosyalist devrim perspektifine sırt çeviren Pablocular da vardı.

82. Üçüncü aşama, Uluslararası Komite içinde James P. Cannon’ın dünya Troçkist hareketine Açık Mektup’unun yayımlanmasıyla başlayan 33 yıllık bir mücadeleyi içeriyordu. Bu aşama Aralık 1985’te WRP’nin üyeliğinin askıya alınması ve Şubat 1986’da ulusal-oportünist döneklerle nihai kopuş ile sona erdi. Bu, Uluslararası Komite içinde uzun süreli bir iç savaş olarak tanımladığımız, DEUK’un hem dışındaki hem de içindeki Pablocu eğilimlerle bir dizi yoğun siyasi çatışma ile karakterize edilen bir dönemdi.

83. DEUK’un WRP ile bölünmesinden 2019’a kadarki dördüncü aşaması, geriye dönüp bakıldığında giderek daha açık hale gelen, tüm Marksist hareketin en önemli dönemlerinden biridir. Uluslararası Komite, bölünmeden muazzam ölçüde güçlenmiş olarak çıktı. Pablocu oportünizme karşı kazanılan kesin zafer, DEUK’un büyük bir teorik, siyasi ve örgütsel atılımının temelini oluşturdu. Oportünistlerin kovulmasının ardından yaşanan teorik ve siyasi netleşme ve gelişmeyi, haklı olarak, “Troçkizmin rönesansı” olarak tanımladık.

84. David North, 2019 SEP Yaz Okulu’nda sunduğu raporda, dördüncü aşamanın en önemli kazanımlarını şöyle özetlemişti:

Pablocuları hareketten çıkarma yönündeki son derece önemli hazırlık çalışması, dünya partisinin enternasyonalist bir temelde yeniden inşa edilmesi, DEUK’un uluslararası stratejisinin büyük bir dikkatle geliştirilmesi, Uluslararası Komite’nin birliklerinin partilere dönüştürülmesi ve Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin kurulması.

85. DEUK, bu temelde, Uluslararası Komite’nin siyasi etkisini büyük ölçüde genişletebilmiş ve beşinci aşamaya girebilmiştir. David North bu aşamayı şu şekilde tarif etmiştir:

Bu, Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak DEUK’un muazzam bir büyümesine tanıklık edecek olan aşamadır. Uluslararası Komite’nin 30 yılı aşkın bir süre önce tespit etmiş olduğu nesnel ekonomik küreselleşme süreçleri, devasa bir gelişme kaydetmiştir. İletişimi devrimcileştiren yeni teknolojilerin ortaya çıkmasıyla birleşen bu süreçler, sınıf mücadelesini, 25 yıl önce bile güçlükle hayal edilebilecek derecede uluslararasılaştırmıştır. Devrimci işçi sınıfı mücadelesi, birbirine bağlanmış ve birleşmiş bir dünya hareketi olarak gelişecektir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi, bu nesnel sosyoekonomik sürecin bilinçli siyasi önderliği olarak inşa edilecektir. DEUK, emperyalist savaş biçimindeki kapitalist politikaya, sınıf temelli dünya sosyalist devrimi stratejisi ile karşı koyacaktır. Dördüncü Enternasyonal’in tarihindeki yeni aşamanın temel tarihsel görevi budur.

86. Bu tarihsel görevi yerine getirebilmek için eğitim çalışmalarının devam ettirilmesi ve yoğunlaştırılması, bunun temelinde de tüm partinin siyasi çalışmalara dahil edilmesi ve siyasi çizgi ile siyasi girişimlerin sürekli geliştirilmesi gerekmektedir. David North’un belirttiği gibi, “Marksist hareket için tarihsel bilgi her zaman devrimci pratiğin temeli olmuştur. Tarihsel deneyimin özümsenmesi, teorinin rehberlik ettiği bir pratiğin temelidir.”

87. Bu tespit, özellikle de şu anda hızla doruğa ulaşan bu yeni savaş ve devrim döneminde geçerlidir. Dünya kapitalizminin derinleşen krizi ve sınıf mücadelesi, sosyalist devrimin nesnel koşullarını yaratmaktadır. Troçki’nin sözlerini uyarlayacak olursak, “Fakat SGP ve DEUK proletaryanın başına geçene kadar, büyük tarihsel görev çözüm bulmayacaktır.”

Loading