İsrail 7 Ekim’deki “El Aksa Tufanı” baskınını Gazze’ye bir soykırım saldırısı başlatmak için kullandı. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun emperyalist destekçileri tarafından sadakatle tekrarlanan resmi söylemi, Hamas’ın beklenmedik ve eşi benzeri görülmemiş barbarca bir saldırı gerçekleştirdiği ve şimdi ne pahasına olursa olsun yok edilmesi gerektiğidir.
Bu, gerçeğin ters yüz edilmesidir. Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin defalarca uyardığı gibi, Netanyahu hükümeti 2022 sonunda göreve geldiğinden beri, 7 Ekim’de olduğu gibi misillemeyi kışkırtmak amacıyla Filistinlilere karşı provokasyon üstüne provokasyon yaptı. El Aksa Tufanı, Gazze’den başlayarak Batı Şeria’ya ve İsrail’in 2 milyon Arap vatandaşını da kapsayacak şekilde Filistinlilere yönelik önceden planlanmış bir kitlesel katliam ve etnik temizlik kampanyası için “savaş sebebi” oluşturdu.
İsrail’in soykırım harekâtı şimdiden çoğu çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere 14.000’den fazla can aldı. Hastaneleri, okulları ve apartmanları yerle bir eden İsrail’in Gazze’ye gıda, yakıt, elektrik ve hatta su girişine izin vermemesi, daha pek çok savunmasız Filistinlinin açlık, susuzluk ve hastalıktan korkunç bir şekilde öleceği anlamına geliyor.
Ancak İsrail’in 7 Ekim olaylarıyla ilgili tüm anlatısı, Netanyahu hükümeti ile İsrail ordusu ve güvenlik servislerinin askeri bir baskının gerçekleşmek üzere olduğunu bildiklerine ve baskın düzenlendikten sonra çok sayıda İsrailli’nin İsrail Savunma Kuvvetleri (IDF) tarafından yürütülen büyük bir askeri operasyon sonucunda hayatını kaybettiğine dair artan kanıtlarla birlikte çökmeye başladı.
Bu ifşaatlar, İsrail’in Hamas savaşçılarının 1.400 kişinin hayatına mal olan, vahşice insan kaçırma, bebeklerin başlarının kesilip yakılması ve kadınların tecavüze uğraması gibi korkunç vahşetlere imza attığı iddialarını bıkmadan tekrarlayan dünya medyası tarafından büyük ölçüde görmezden gelindi. Silahlı kişilerin Supernova müzik festivalini kasten hedef alarak yüzlerce genci öldürdüğünü ve Kibbutz sakinlerini de katlettiğini söylediler.
7 Ekim’de ölen, yaralanan ve rehin alınan kişilerin İsrailli ailelerinin birçoğu, Netanyahu’nun felaketten sorumlu olduğu ve bunu önlemek için hiçbir şey yapmadığı yönündeki yaygın görüşü yansıtacak şekilde, hükümetin reddettiği bağımsız ve uluslararası bir soruşturma çağrısında bulundu. Onlar iki temel soruya yanıt verilmesini talep ettiler:
İsrail’in askeri-istihbarat aygıtı Hamas’ın ne planladığını önceden biliyor muydu? Ve 7-8 Ekim hafta sonunda neler oldu?
İsrail planlanan saldırı hakkında ne biliyordu?
İsrail’in kötü şöhretli Mossad casus şebekesinin, Hamas, İslami Cihad ve bağlantısı olmayanlar da dahil olmak üzere çeşitli Filistinli gruplar arasında aylarca süren planlama, eğitim ve koordinasyon gerektiren böylesine büyük çaplı bir saldırının eli kulağında olduğu konusunda hiçbir fikri olmadığı 7 Ekim’de sürekli tekrarlanan resmi açıklamaydı.
İsrail’in Negev Çölü’nde, Gazze’ye sadece 35 kilometre uzaklıktaki gizli Amerikan askeri-istihbarat üssü “Site 512” de aynı şekilde gafil avlanmıştı.
Yetkililer, devasa elektronik sınır çitinin nasıl olup da sadece ilkel aletlerle ve herhangi bir siren çalmadan ya da ordu üsleri alarma geçirilmeden aşılabildiğini de açıklamadı; Ortadoğu’nun en gelişmiş ordusunun, ABD’nin New Jersey eyaletinden daha büyük olmayan bir ülkede olay yerine varmasının saatler sürdüğü iddia edildi.
Medya yorumları İsrail’in güvenlik konusundaki başarısızlığını büyük ölçüde Batı Şeria’ya odaklanmasına bağlıyor. Netanyahu hükümeti Filistinlilere karşı yerleşimci şiddetini ve Mescid-i Aksa’da IDF ve Mossad’ın dikkatini dağıttığı iddia edilen ultra-ortodoks provokasyonları teşvik etti.
Tarihsel olarak Netanyahu, Hamas’ı bir tehdit olarak görmek bir yana, El Fetih’in hâkim olduğu Filistin Yönetimi’ne (FY) karşı bir denge unsuru olarak onu teşvik etmiştir. İsrail, iki rakip Filistinli grup arasındaki bölünmeleri pekiştirmeye ve Batı Şeria ile Gazze’den oluşan bir mini Filistin devletinin kurulmasını engellemeye uğraşmıştır.
İsminin açıklanmasını istemeyen İsrailli bir istihbarat yetkilisinin geçen ay Washington Post’a söylediği gibi, “Tüm savunma hatlarının eninde sonunda aşılabileceğini ve geçmişte de aşıldığını unutursanız böyle olur. Düşmanınızı hafife alırsanız böyle olur.”
Netanyahu olası bir saldırıya ilişkin herhangi bir askeri istihbarat aldığını defalarca reddetti. 29 Ekim’de attığı tweet’te “Başbakan Netanyahu hiçbir koşulda ve hiçbir aşamada Hamas’ın savaşa girme niyetinde olduğu konusunda uyarılmadı,” dedi.
İki gün önce Ha’aretz’in, Askeri İstihbarat’ın araştırma bölümü başkanının Mart ve Temmuz aylarında yazdığı mektupları yayımlamasıyla birlikte Netenyahu’nun yalanları ortaya çıktı. Mektuplar bizzat Netanyahu’yu, ülkeyi sarsan sosyopolitik krizin İran, Hizbullah ve Hamas’ın –eşzamanlı bile olabilecek şekilde– İsrail’e karşı harekete geçme riskini arttırdığı konusunda uyarıyordu.
Mart ayında Tuğgeneral Amit Sa’ar, “Tel örgülerin üzerinde oturup İsrail’in kendisini zayıflatmaya devam etmesine izin mi vereceğiz, yoksa inisiyatif alarak durumu daha da kötüleştirecek miyiz diye tartışıldığını görüyoruz,” diye yazmış ve uyarılarının dayandığı istihbarat raporlarını eklemişti.
Sa’ar şöyle devam etmişti: “Anladığımız kadarıyla bu anlayış, Hamas’ın şu anda kuzeyden saldırılar gerçekleştirme konusundaki yüksek motivasyonunun temelini oluşturuyor ve İran’ı da İsrail’e karşı saldırıları ilerletmek için vekillerinin çabalarını arttırmaya teşvik ediyor.”
Savunma Bakanı Yoav Gallant bu duruma dikkat çekince Netanyahu onu derhal görevden aldı ve büyük protestoların ardından görevine iade etti.
Sa’ar Temmuz ayında, Knesset’in hükümete Yüksek Mahkeme’yi hükümsüz kılma yetkisi veren yasayı onaylamasından hemen önce Netanyahu’ya bir mektup daha göndermiş ve şöyle demişti: “Kötüleşen kriz İsrail’in imajındaki erozyonu derinleştiriyor, İsrail’in caydırıcılığına zarar veriyor ve gerilimin tırmanma olasılığını arttırıyor.” IDF Genelkurmay Başkanı Herzl Halevi Netanyahu’ya güvenlik durumu hakkında bilgi vermeye çalışmış ancak reddedilmişti.
Bunlar Netanyahu’nun Hamas’ın planladığı saldırıdan habersiz olduğu iddialarını çürüten son ifşaatlardır.
Saldırıdan sadece iki gün sonra, 9 Ekim Pazartesi günü Mısır, Netanyahu’nun önceden bilgisi olmadığı yönündeki iddialarını ifşa etti. Associated Press’e konuşan Mısırlı bir istihbarat yetkilisi Kahire’nin İsrailli yetkilileri Gazze’den “büyük bir şey” planlandığı konusunda defalarca uyardığını söyledi. Yetkili şöyle konuştu: “Onları durumun çok yakında patlayacağı ve bunun büyük bir şey olacağı konusunda uyardık. Ancak onlar bu uyarıları hafife aldılar.” İsrailli yetkililerin Gazze’den gelen tehdidi küçümsediklerini, bunun yerine Batı Şeria’ya odaklandıklarını da sözlerine ekledi. Netanyahu böyle bir uyarı aldığını reddederek bunu “yalan haber” olarak nitelendirdi.
Haberlere göre İsrail’in kendi askerleri uyarıda bulunmuştu. Ancak görmezden gelindiler ve tehdit edildiler. 18 Kasım’da Channel 12’de yayımlanan bir haber programında konuşan en az iki kadın asker, Gazze sınırındaki şüpheli faaliyetler konusunda haftalar öncesinden kaygılarını nasıl dile getirdiklerini anlattı. Komutanlarına sınır duvarı yakınlarında “eğitim, anormallikler ve hazırlıklar” hakkında bilgi vermişler ve Channel 12’ye “sınır çevresindeki çiftlikleri ziyaret eden yeni insanlar” gördüklerini söylemişler.
Raporları bir kenara itilmekle kalmayan askerler, endişelerini dile getirdikleri için askeri mahkemeye çıkarılmakla tehdit edildiklerini söylediler: “Bize, bu konuda rahatsızlık vermeye devam edersek yargılanacağımız söylendi.” Bir subay ise onlara “Hamas sadece bir avuç serseri, hiçbir şey yapmayacaklar,” demiş.
Bu tür tehditler, Hamas’ın planladığı baskının tam kapsamı belirsiz olsa da, İsrailli yetkililerin planlanmış bir saldırıdan haberdar olduğunu ve bunun gerçekleşmesine izin verdiğini göstermektedir. Daha açık bir ifadeyle, İsrailli yetklililer bir vahşet istediler ve bu yüzden savunma-kurtarma hizmetlerini durdurdular. Dahası, Biden yönetiminin ertesi gün bölgeye savaş gemileri göndermesi de dahil olmak üzere İsrail’e tam destek vermesi, 7 Ekim’in ABD askeri ve istihbarat yetkilileri tarafından çok önceden hazırlanmış savaş planlarını devreye sokmak için kullanıldığını göstermektedir.
7 Ekim’de ne oldu?
7 Ekim’de, dikkat dağıtmak için fırlatılan binlerce roketin koruması altında, en az 1.500 Filistinli, sadece kahramanca bir intihar görevi olarak tanımlanabilecek bir eylem gerçekleştirerek, güçlendirilmiş Erez Geçiş noktasını ve Gazze ile İsrail arasındaki elektronik çitlerin birkaç noktasını aştı. İlan edilen amaçları, İsrail’in Gazze sınırındaki askeri birliğini yok etmek ve İsrail hapishanelerinde tutulan yaklaşık 5.300 Filistinli mahkûmla takas edilebilecek rehineler almaktı. Söz konusu Filistinli mahkûmların yaklaşık 1.500’ü belirsiz bir süre boyunca herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın idari olarak gözaltında tutulmaktaydı.
Filistinliler, Erez Geçişi yakınlarındaki askeri üsse ve birkaç askeri karakola saldırarak teknik donanımlarını devre dışı bıraktılar ve iletişim sistemlerini keserek askerlerin saldırıları rapor etmesini engellediler. Ardından çıkan çatışmalarda Filistinli savaşçılar çok sayıda askeri öldürdü, bazılarını rehin aldı ve güneydeki kasabalara, köylere, kibbutzlara ve sadece beş gün önce bir gün uzatılarak 7 Ekim’e çekilen Supernova müzik festivaline doğru ilerlediler.
İsrail basınında yer alan haberlere göre, “hazırlıksız yakalanan” IDF, saldırılara maruz kalan insanların çaresiz yardım çığlıklarına yanıt vermekte yavaş davranarak Hamas savaşçılarının ve diğer Filistinli grupların yaklaşık 1.400 kişiyi öldürmesine ve aralarında askerlerin, sivillerin, yabancı uyrukluların ve bir İsrail vatandaşı Filistinlinin de bulunduğu 240 kişiyi rehin almasına olanak sağladı.
Bu hikâyenin çökmesi iki hafta sürdü.
20 Ekim’de Ha’aretz Filistin ayaklanması sırasında öldürülen 683 İsraillinin isimlerini ve yerlerini, yani bildirilen 1.400 ölü sayısının yaklaşık yarısını yayımladı. Bunlardan 331’i çoğu kadın olan asker ve polis memurlarıydı, 13’ü de kurtarma görevlisiydi (Bu sayı daha sonra 377 asker ve polis ile 845 sivil olmak üzere toplam 1.222’ye çekilmiştir. İlk toplam sayıya ölen Filistinlilerin bir kısmı da dahildi). Listede yer alanların hiçbiri üç yaşından küçük değildi; bu da bebeklerin katledildiği, kafalarının kesildiği ve hatta bir örnekte fırında pişirildiği yönündeki tüm korkunç ve asılsız iddialar yalanlanıyordu. Yedi kurbanın 4 ile 7 yaşları arasında, dokuzunun ise 10 ile 17 yaşları arasında olduğu bildirildi.
Eksik listenin büyük bir kısmının (yüzde 48) İsrailli savaşçılardan oluşması, İsrail güvenlik güçleri ile Filistinliler arasında şiddetli silahlı çatışmaların yaşandığı anlamına gelmektedir. Yaklaşık 1.500 Filistinlinin öldürüldüğü ve hiçbirinin canlı ele geçirilemediği bildirildi. Çatışmaların durması ve IDF’nin kontrolü yeniden ele geçirmesi üç gün sürdü.
Çok sayıda kaynak, önemli sayıda İsrailli sivilin çapraz ateşte kalarak ya da daha büyük olasılıkla İsrail’in 1986’da Güney Lübnan’ı işgali sırasında geliştirdiği meşhur Hannibal Direktifi nedeniyle hayatını kaybettiğine tanıklık etmektedir. Direktif, İsraillilerin hayatları pahasına da olsa düşman kuvvetleri tarafından ele geçirilmesini önlemeyi amaçlamakta ve IDF’nin İsraillilerin Hamas’ın eline geçmesine izin vermektense rehineleri öldürmesi gerektiğini ima etmektedir.
Ha’aretz’in askeri muhabiri Amos Harel, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı kuşatmanın merkezi olarak işlev gören Erez Sınır Kapısı’ndaki devasa askeri üssün ve [İşgal Altındaki] Topraklardaki Hükümet Faaliyetlerinin Koordinasyonu (COGAT) tesisinin Filistinli savaşçılar tarafından nasıl saldırıya uğradığını ayrıntılarıyla anlattı. Birliğin komutan yardımcısı kendisinin ve tank birliğinin “kibbutzun içinde, ev ev tanklarla nasıl savaştığını” anlattı ve “Başka seçeneğimiz yoktu,” diye sözlerini tamamladı. Söylemediği şey ise yakın zamana kadar, Batı Şeria’ya yeniden konuşlandırıldıklarında, IDF askerlerinin tüm kibbutzlara yerleştirilmiş olduğuydu.
Çok sayıda askeri ölen ya da yaralanan birliğin komutanı, “teröristleri püskürtmek için üssün kendisine karşı bir hava saldırısı düzenlenmesi çağrısında bulunmak zorunda kalmış.” IDF Apache helikopterleri sonraki günlerde defalarca kullanıldı ve sadece Filistinli savaşçıları değil İsrailli ordu personelini ve sivilleri de öldürdü. Helikopter saldırıları, binalardaki büyük hasarı açıklamaktadır; birçok bina, çok sayıda araba ve çok sayıda ceset yanmıştı. Hükümet bunlardan tüfek ve el bombalarıyla silahlanmış Filistinlileri sorumlu tutmaya çalışmıştı. Oysa Filistinlilerin silahlarının bu düzeyde ya da türde bir hasara yol açması mümkün değildi.
İsrail’de yayın yapan Yediot Aharonoth gazetesi Apache filolarıyla ilgili bir haberinde şu ifadelere yer verdi: “Pilotlar işgal altındaki karakol ve yerleşimlerde kimin terörist kimin asker ya da sivil olduğunu ayırt etmekte büyük güçlük çektiklerini fark ettiler... Binlerce teröriste karşı ateş sayısı ilk başta muazzam boyuttaydı ve ancak belli bir noktadan sonra pilotlar saldırıları yavaşlatmaya ve hedefleri dikkatle seçmeye başladılar.”
Eşi öldürülen 44 yaşındaki üç çocuk annesi Yasmin Porat, kamu yayın kuruluşu Kan ile yaptığı ve Electronic Intifada’da yayımlanan uzun röportajında Supernova festivalinden kaçtıktan sonra Filistinli militanlar tarafından Kibbutz Be’eri’de nasıl yakalandığını ve rehin tutulduğunu anlatıyor. Porat, İsrail’in Filistinli savaşçılar tarafından kasten ağır kötü muamele ve istismara uğradığı iddialarını çürüterek kendisine iyi muamele edildiğini söyledi ve kaçıranların kendisine ve diğer rehinelere “insanca” davrandıklarını, İsrailli tutsaklarla birlikte güvenli bir şekilde Gazze’ye dönebileceklerini düşündüklerini sözlerine ekledi.
Ancak olay sırasında IDF askerleri sadece Filistinlilere değil, rehinelere de ateş açmıştı: “Rehineler de dahil olmak üzere herkesi ortadan kaldırdılar. Çok ama çok yoğun bir çapraz ateş vardı… Çılgınca çapraz ateşten sonra eve iki tank mermisi atıldı. Küçük bir kibbutz evi, büyük bir şey değil.”
İsrail Ordusu’nun propaganda biriminin himayesinde Kibbutz Be’eri’ye yaptığı geziyi The Guardian’a anlatan Quique Kierszenbaum şöyle yazıyor: “Hamas’ın saldırısında ya da onu takip eden çatışmalarda bina üstüne bina yıkıldı; İsrail tanklarının Hamas militanlarını saklandıkları alanlarda havaya uçurduğu yerlerin yakınlardaki ağaçlar parçalandı ve duvarlar beton molozuna dönüştü. Katlar, katların üzerine çökmüştü. Çatı kirişleri birbirine dolanmış ve göğüs kafesi gibi açığa çıkmıştı.”
Tanıklar ayrıca New York Times ve The Economist’ten gazetecilere Kibbutz Be’eri ve Kibbutz Nir Am’da yaşananları anlattı. Esasen yıllar önce savunma karakolları olarak kurulan tüm kibbutzların kendi silahlı savunma muhafızları vardır. Tanıklar, Filistinlilerin yaptıklarına odaklanırken, silahlı Filistinliler ile silahlı İsrailliler arasında meydana gelen, sivillerin öldürüldüğü ve diğer sivillerin esir alındığı ilk çatışmaları da anlattılar.
Videolarda Filistinlilerin silahlı İsrail güvenlik güçleriyle çatışmaya girdiği ve silahsız İsraillilerin arada kendilerini korumaya çalıştıkları görülüyor. Diğer videolarda ise savaşçıların evlere doğru ateş ettiği ve müstahkem mevkilere el bombaları attığı görülüyor. Görgü tanıkları bomba sığınaklarına el bombaları atıldığını ifade ettiler ancak bunları kimin attığı bilinmiyor. Basında dost ateşiyle öldürülen İsraillilere ilişkin çok sayıda haber yer alırken, bazı İsrailliler de kendilerine İsrail askeri ve polisi tarafından ateş açıldığını iddia etti.
Ha’aretz muhabiri Nir Hasson 20 Ekim’de, saldırı sırasında kibbutzdan uzakta olan ancak ortağı öldürülen Tuval adlı bir Be’eri sakini ile yaptığı görüşmeyi aktardı. Tuval şunları söylüyor: “Ona göre ancak Pazartesi gecesi ve sahadaki komutanların zor kararlar almasının ardından –teröristleri rehinelerle birlikte ortadan kaldırmak için evlerin içindekilerle birlikte bombalanması da dahil olmak üzere– IDF kibbutzun ele geçirilmesini tamamladı. Bedeli korkunç oldu: en az 112 Be’eri’li öldürüldü. Diğerleri de kaçırıldı. Dün, katliamdan 11 gün sonra, yıkılan evlerden birinde bir anne ve oğlunun cesetleri bulundu. Hâlâ enkaz altında başka cesetlerin de yattığına inanılıyor.”
Geçtiğimiz günlerde İsrail polisinin, 17’si polis memuru olmak üzere 64 kişinin hayatını kaybettiği ve 40 kişinin rehin alındığı Supernova müzik festivaline yönelik saldırıyla ilgili hazırladığı rapor, İsrail hükümetinin iddialarının aksine festivalin Hamas’ın hedef listesinde olmadığını ortaya koydu. Hamas festivale saldırmayı planlamış olamazdı, zira festival organizatörleri İsrail’in güneyindeki asıl mekânın kullanılması planının suya düşmesinin ardından, sadece iki gün önce Batı Negev çölündeki alana geçiş yapmıştı. Filistinli savaşçılar bunu ancak festivalin kısa süre içinde bir gün uzatılmasının ardından tesadüfen öğrendi. 4.400 katılımcının çoğu saldırı gerçekleşmeden önce kaçmayı başardı.
Ha’aretz, polis müfettişlerinin bir IDF helikopterinin saldırganlara ateş açtığını ve festivale katılan bazı kişileri vurduğunu tespit ettiğini bildirdi. ABC News daha önce bir İsrail tankının festival alanına yöneldiğini bildirirken, IDF güçlerinin silahsız sivillerden oluşan bir kalabalığın arasından Filistinli savaşçılara ateş açtığını gösteren videolar ortaya çıkmıştı.
Bu görgü tanıklarının ifadeleri, İsrail’in resmi anlatısının açık noktalarını gözler önüne sermektedir:
- IDF, hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin acımasız ve tetiği çekmeye hazır toplu katliamcıları olarak hareket etmiştir.
- Birçok İsrailli esir 7 Ekim olaylarından iki gün sonra Pazartesi günü hâlâ hayattaydı.
- Rehineler sadece Cumartesi günü IDF ve Filistinli milisler arasında meydana gelen çapraz ateşte öldürülmedi. Birçoğu, IDF’nin rehinelerin ve onları kaçıranların orada olduğunu bile bile kibirli bir şekilde kibbutza tank mermileri ve diğer ağır silahlarla yakın mesafeden saldırması sonucunda öldürüldü.
- İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım savaşını ve ABD savaş gemilerinin Ortadoğu’ya konuşlandırılmasını meşrulaştırmak için kullanılan İsrailli sivil ölümlerinin çoğuna Filistinliler değil IDF neden olmuştur. Bu sayının ne kadar olduğu ancak kullanılan mermilerin türünü gösterecek otopsi sonuçlarının açıklanmasıyla teyit edilebilir.
- Son olarak, bunlar, ordu sözcüsü Daniel Hagari’nin neden Hamas tarafından kaçırılan rehinelerin “önemli” bir kısmının ordu mensubu olduğunu tespit ettiğini açıklıyor.
Netanyahu hükümeti ve IDF, İsrailli sivilleri korumak bir yana, onları İsrail yayılmacılığı ve Yahudi Üstünlükçüsü politikası doğrultusunda piyon olarak kullanmıştır.
Netanyahu, Hamas’ın 50 rehineyi serbest bırakması karşılığında Gazze’ye yönelik soykırım saldırısında geçici bir “operasyonel duraklama”yı kısmen kabul ederek, 7 Ekim’deki sorumluluğu nedeniyle İsrail’de artan öfkeyi kontrol altına almaya çalışıyor. Ancak bunun işe yarayacağına inanmak için hiçbir neden yok.
Netanyahu ve faşist müttefikleriyle siyasi bir yüzleşme yaklaşıyor. Ancak bu, onların 7 Ekim’de yaptıklarına gösterilen tepkiden ve rehinelerin kaderi için duyulan endişeden daha fazlasını gerektiriyor. Mesele, İsrail’in Netanyahu’ya karşı Siyonist muhalefetinin öne sürdüğü gibi, dizginleri toplu katliam ve etnik temizlik yapmak için Savunma Bakanı Gallant benzeri askeri ve siyasi olarak daha “yetkin” birine devretmek değildir.
Filistinlilere yönelik soykırımın derhal sona erdirilmesi, Siyonizmin reddedilmesi ve Ortadoğu Birleşik Sosyalist Devletleri’nin bir parçası olarak Filistinli ve Yahudi vatandaşları için tam eşitlik sağlayacak çok uluslu bir devletin kurulması savunulmalıdır.
Filistinlilerin kitlesel olarak katledilmesini ve etnik temizliğe tabi tutulmasını onaylamak için kullanılan yalanlar, Washington, Londra, Paris ve Berlin tarafından, İran, Rusya ve nihayetinde Çin’e karşı küresel bir savaşın parçası olarak kaynak zengini Ortadoğu’yu kontrol etme planlarını ilerletmek için yayılmaktadır. Siyonist kasaplarla işbirliği yaptıkları için kendi çürümüş hükümetlerine karşı mücadeleye giren milyonlarca işçi ve genç, emperyalizmin savaş yönelimine karşı sosyalizm için siyasi mücadeleye atılmalıdır.
23 Kasım 2023