Bu konuşma Dünya Sosyalist Web Sitesi Uluslararası Yayın Kurulu Başkanı David North tarafından 5 Kasım 2023 Pazar günü İstanbul Kitap Fuarı’nda yapıldı. Kitabı şuradan alabilirsiniz.
Bugün Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi adlı kitabımı sunma fırsatı bulduğum için minnettarım. İzninizle, İstanbul Kitap Fuarı organizatörlerinin bu sunum için sağladıkları mükemmel olanaklar adına ve kitabımı Türkçeye çeviren Sosyalist Eşitlik Grubu’ndaki yoldaşlarıma şükranlarımı sunmak istiyorum; onlar olmasaydı bu sunum elbette mümkün olmazdı.
Kitabım kırk yıllık bir süre içinde yazılmış makale ve konferanslardan oluşuyor. Kitabın açılış bölümü 1982 sonbaharında yazılmış dört makaleden oluşuyor. Kitap, sadece yedi ay önce, Nisan 2023’te yazdığım bir açıklama ile sona eriyor. İlk makaleler yazıldığında, devrimci sosyalist harekette sadece on yıllık bir deneyime sahip, nispeten genç bir adamdım. Son belge ise, biraz da beni şaşırtacak şekilde, yetmişini aşmış ve Dördüncü Enternasyonal’de yarım yüzyıldan fazla bir süredir aktif olan bir kişinin eseridir.
Bununla birlikte, kitabın açılış ve sonuç bölümlerinin yazımını birbirinden ayıran uzun yıllara rağmen bu bölümler aynı temel önermeyle birbirine bağlanmıştır; bu da, önsözde yazdığım gibi, “Lev Troçki yirminci yüzyılın ilk kırk yılında sosyalizm tarihinin en önemli figürüdür ve onun mirası, dünya sosyalizminin zaferi için günümüzde devam eden mücadelenin kritik ve vazgeçilmez teorik ve siyasi temeli olmayı sürdürmektedir. Son kırk yılda yaşananlar, Troçki’nin tarihteki yerine ve kalıcı siyasi önemine ilişkin bu değerlendirmeyi güçlü bir şekilde doğrulamıştır.”
Bu yılın başlarında yazılmış olan bu satırları tekrar okuduğumda, bu değerlendirmenin geçerliliğinin şu anda Gazze’de dünyanın gözleri önünde yaşanmakta olan dehşet verici olaylarla pekiştiğini görüyorum. Sadece 40 kilometre uzunluğunda ve 10-15 kilometre genişliğinde bir alanda yaşayan hapsedilmiş bir halk, İsrail devletinin cani rejiminin silahlı kuvvetleri tarafından mahvediliyor. Bin kiloluk bombalar ve beyaz fosforlu mühimmatlar 2,3 milyonluk savunmasız bir nüfusun üzerine yağdırılıyor. Ne yaşlılar ne çocuklar ne de bebekler kurtuluyor. Hastaneler ve okullar kasıtlı olarak hedef alınıyor ve bu, dünyadaki tüm emperyalist rejimlerin kesintisiz desteğiyle yapılıyor. Washington, Londra, Paris ve Berlin’deki ikiyüzlü sözde insan hakları savunucuları “ateşkes” kelimesini siyasi sözcük dağarcıklarından çıkarmış durumdalar. Filistinlilerin öldürülmesini engellemek için hiçbir şey yapılmayacak.
Dünyanın dört bir yanında milyonlarca emekçi ve genç, İsrail devleti ve onun emperyalist efendileri tarafından Gazze halkına karşı yürütülen soykırım savaşını protesto etmek için yürüyor. Hükümetlerinin bu tarihi suça ortaklığı karşısında hayrete düşüyorlar. Bırakın haklı göstermeyi, işlenen bu suçlar nasıl açıklanabilir?
Ancak tanık oldukları şey, Lev Troçki’nin seksen beş yıl önce “kapitalizmin can çekişmesi” olarak tanımladığı bir çağın siyasi tezahürleridir. Troçki’ye göre bu, “sarsıntılar, krizler, felaketler, salgın hastalıklar ve zalimlik” dönemidir. Egemen seçkinler ile işçi sınıfı arasındaki sınıf karşıtlıkları giderek daha da yoğunlaşırken, tüm “temel ahlaki ilkeler” devlet politikalarının formülasyonundan kaybolmaktadır: “Riyakârlık, iftira, rüşvet, yolsuzluk, baskı, cinayet görülmemiş boyutlara” ulaşır.
Troçki bu satırları bir ahlakçı olarak değil, bir devrimci olarak yazmıştır. Troçki, II. Dünya Savaşı’nın hemen arifesinde, 1938’de yazdığı Dördüncü Enternasyonal’in kuruluş belgesinde şu uyarıda bulunmuştu: “Sosyalist bir devrim olmaksızın, bir sonraki tarihsel dönemde, insanlığın tüm kültürünü bir felaket tehdit etmektedir.”
Sonraki altı yılda yaşananlar Troçki’nin uyarılarını haklı çıkaracaktı. Savaşın uygarlığın tamamen yok edilmesiyle sonuçlanmamış olması, Troçki’nin perspektifini çürütmüyordu. İlk nükleer bombalar 1945 yılına kadar kullanıma hazır hale gelmemişti. Teknolojinin son 75 yıldaki gelişimi göz önüne alındığında, Troçki’nin öngördüğü felaket artık yakın bir tehlike haline gelmiştir.
Bu da bizi kitabımda ileri sürdüğüm temel argümana getiriyor. Günümüz dünyası, Troçki’nin yaşadığı dönemde analiz ettiği aynı ekonomik, sosyal ve siyasi çelişkiler ile parçalanmış durumdadır. Troçki’nin çok iyi tanıyacağı bir dünyada yaşıyoruz. Teknolojideki olağanüstü ilerlemeler karşısında hayrete düşeceğini tahmin edebiliriz; ancak küresel ekonomik krizlerde, emperyalist militarizmin yeni patlamasında ve küresel sınıf mücadelesinin yoğunlaşmasında iş başında olan güçleri çok iyi anlayacaktır.
Geçtiğimiz yüzyılın tüm önemli siyasi figürleri arasında Troçki, eserlerinin olağanüstü güncel geçerliliğini koruması bakımından benzersizdir. Gerçekten de, Troçki’nin, Lenin hariç, diğer tüm siyasi çağdaşlarının üzerinde yükselmesiyle ilgili olarak, kendi zamanının ötesinde olduğu söylenebilir. Nesnel koşullar –özellikle de 1923’te Alman devriminin yenilgiye uğraması ve 1924’te Lenin’in ölümünün ardından– onu ve temsil ettiği siyasi eğilimi ve programı dezavantajlı bir konuma getirdi.
Troçki’nin yaşamının seyri; 1917 Ekim Devrimi’nin iki liderinden biri olarak dikkat çekici bir şekilde iktidara yükselişi, 1923-1928 yılları arasında Sovyetler Birliği’ndeki siyasi iktidardan düşüşü ve ardından sürgüne gönderilmesi ve 1940’ta suikasta kurban gitmesi, dünya sosyalist devriminin gelişimindeki farklı aşamalar eliyle belirlenmiş ve bu aşamaları yansıtmıştır. Modern tarihte başka hiçbir figür, uluslararası işçi sınıfının çıkarları açısından çağın devrimci dinamiğini bu kadar iyi anlamamış ve onu bu kadar bilinçli bir şekilde ifade etmemiştir.
Troçki’nin ele aldığı temel sosyoekonomik süreçler ve siyasi perspektif meseleleri günümüzün meseleleri olmaya devam etmektedir. Isaac Deutscher, üç ciltlik Troçki biyografisinin başlığında bir peygamber imgesini akılda kalıcı bir şekilde çağrıştırmıştı. Dini bir metaforun kullanılmasına itiraz etmek için haklı gerekçeler var. Yine de, edebi bir anlamda, Troçki hakkındaki bu tanım haklı çıkmıştır. Çünkü Troçki hem kendi zamanının, hem zamanının ötesinin, hem de şimdi bizim zamanımızın insanıdır.
Bu noktada, tarihin Troçki’nin Sovyet bürokrasisine ve Stalin’in adıyla özdeşleşen totaliter rejime karşı yürüttüğü mücadeleyi tamamen haklı çıkardığını neredeyse tartışmaya bile gerek yoktur. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağıtılması, Troçki’nin Stalin’i Ekim Devrimi’nin mezar kazıcısı olarak suçlamasını ve bürokratik rejimin siyasi bir devrimle devrilmediği takdirde SSCB’yi yok edeceği ve kapitalizmi geri getireceği yönündeki uyarısını doğrulamıştır.
Troçki’nin Stalinist rejime karşı verdiği mücadele onun tarihteki yerini güvence altına almaya yeterlidir. Troçki, acımasız zulüm karşısında, kanlı bir rejime karşı devrimci ilkeleri savunmuştur. Ancak Troçki’nin Stalinizme karşı mücadelesinin temelinde yatan dünya-tarihsel önemdeki meseleyi anlamak çok önemlidir. Bu mücadele, “tek ülkede sosyalizm” şeklindeki anti-Marksist ve gerici teoriye yönelik muhalefeti üzerinde yoğunlaşıyordu.
Troçki’nin tarihteki yeri, dünya sosyalist devriminin en büyük teorisyeni ve stratejistinin yeridir. İlk kez 1906’da formüle ettiği sürekli devrim teorisi, Rusya’daki demokratik devrimin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğü haline gelecek bir sosyalist devrim biçimini alacağını öngörmekle kalmadı. Troçki, kapitalizme ve emperyalizme karşı proleter mücadelenin küresel bir süreç olarak geliştiğini de anlamıştı ki, bu onun siyasi dehasının en parlak ifadesini bulduğu yerdir. İşçi sınıfının hem ileri hem de az gelişmiş ülkelerdeki (yani kapitalist-burjuva gelişmenin geciktiği ülkelerdeki) mücadelesi, ulusal değil uluslararası bir stratejiye dayanmak zorundaydı.
1928 yılında, Sovyetler Birliği’nden sınır dışı edilmeden önce Alma-Ata’daki sürgün yerinden yazan Troçki, Stalinistlerin kontrolündeki Üçüncü Enternasyonal’in taslak programını eleştirirken şunları yazmıştı:
4 Ağustos 1914’te, ulusal programlar için sonsuza dek ölüm çanları çalmıştı. Proletaryanın devrimci partisi, kendisini yalnızca, mevcut çağın, kapitalizmin en yüksek gelişme ve çöküş çağının karakterine denk düşen uluslararası bir programa dayandırabilir. Bir uluslararası komünist program, hiçbir şekilde, ulusal programların toplamı ya da onların ortak özelliklerinin bir karışımı değildir. Uluslararası program, doğrudan doğruya, tüm bağlantıları ve çelişkileriyle, yani ayrı parçalarının karşılıklı uzlaşmaz bağımlılığı içinde, bir bütün olarak ele alınan dünya ekonomisinin ve dünya siyasi sisteminin koşullarına ve eğilimine ilişkin bir çözümlemeden yola çıkmalıdır. İçinde bulunduğumuz çağda, proletaryanın ulusal yönelimi, geçmişte olduğundan çok daha büyük bir ölçüde, yalnızca bir dünya yöneliminden çıkmalıdır ve çıkabilir; tersinden değil. Komünist enternasyonalizm ile ulusal sosyalizmin bütün çeşitleri arasındaki temel ve başlıca ayrım, burada yatmaktadır.
İki yıl sonra, Sürekli Devrim Teorisi’nin en eksiksiz formülasyonunda Troçki, modern çağdaki devrimci sürecin yörüngesini şöyle açıklamıştı:
Sosyalist devrim ulusal alanda başlar, uluslararası arenada gelişir ve dünya sahnesinde tamamlanır. Böylece sosyalist devrim, sözcüğün yeni ve daha geniş anlamında bir sürekli devrim haline gelir; o ancak, yeni toplumun gezegenimizin tamamında nihai zafere ulaşmasıyla tamamlanacaktır.
Bu perspektif, yirminci yüzyıl tarihinin sonraki seyri tarafından doğrulanmıştır. Aslında, mevcut olaylar Troçki’nin küresel perspektifinin kritik çıkarımlarına tanıklık etmektedir. İsrail hükümetinin işlediği suçlar, ideolojik ve programatik olarak, Yahudi halkına yönelik tarihi zulmün çözümünün milliyetçi Siyonizm vizyonunda bulunacağı iddiasına dayanmaktadır. Dönemin sosyalist hareketi, Siyonist ideolojiye karşı on yıllarca amansız bir mücadele vermişti. Troçki, Siyonist projeden kaynaklanacak trajik sonuçlar konusunda defalarca uyarıda bulunmuştu. Ve şimdi, İsrail devletinin kuruluşundan 75 yıl sonra, Siyonist ütopya, 80 yıl önce Naziler tarafından Avrupa Yahudilerine karşı uygulanan soykırım politikalarına başvuran cehennem gibi bir rejime dönüşmüştür. Ancak Siyonizmin gerici karakteri diğer tüm milliyetçilik biçimlerinde yeniden üretilmektedir. Milliyetçilik, üretici güçlerin küresel gelişimi ve sınıf mücadelesinin uluslararasılaşması ile hükümsüz kılınmış bir perspektiftir. Ulus devlet artık insanlığın ilerici gelişimi için bir araç değildir. Uygarlığın hayatta kalması artık tamamen kapitalizmin ve ulus devlet sisteminin yıkılmasına ve dünya sosyalist federasyonuna geçişe bağlıdır.
Troçki hem yirminci hem de yirmi birinci yüzyılın yükselen figürüdür. Lev Troçki ve Yirmi Birinci Yüzyılda Sosyalizm Mücadelesi kitabının, Troçki’nin yaşamının ve çalışmalarının incelenmesine ve en önemlisi Dördüncü Enternasyonal’in Sosyalist Devrimin Dünya Partisi olarak inşasına katkıda bulunacağını umuyorum.