NATO ile bağlarını sıkılaştıran Ankara, içeride sosyal saldırıları derinleştiriyor

Vilnius’taki NATO zirvesi öncesinde İsveç’in ittifaka üyeliğini onaylayan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılımını desteklediğini ilan eden Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hükümeti, içeride de işçi sınıfına yönelik sosyal saldırılarını yoğunlaştırıyor.

Önceki Cuma günü hükümet vergi ve harçlarda önemli artışlar açıkladı. Bu vergiler esas olarak dolaylı vergiler yoluyla nüfusun çalışan çoğunluğunu hedef alırken, zenginleri ve şirketleri çok az etkiliyor.

Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin seçim sonrası uyguladığı ekonomi politikaları, mali sermayenin talep ettiği programın hızla hayata geçirildiğini gösteriyor.

Seçimlerden sonra Erdoğan uluslararası mali seçkinlerin tercih ettiği isimlerden oluşan bir ekonomi yönetimi ekibi kurmuştu. AKP’li eski bakan Mehmet Şimşek Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanırken, ABD’li üst düzey bir finans yöneticisi olan Hafize Gaye Erkan da Merkez Bankası’nın başına getirildi.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Temmuz 2023 Çarşamba günü Litvanya’nın Vilnius kentinde düzenlenen NATO zirvesi sırasında bir basın toplantısında konuşurken. [AP Photo/Pavel Golovkin]

Ekonomi yönetiminin ilk büyük icraatı, Merkez Bankası’nın politika faizini yüzde 8,5’ten yüzde 15’e yükseltmesi ve Türk lirasını (TL) yaklaşık yüzde 30 oranında devalüe etmesi oldu. WSWS’nin açıkladığı gibi, Merkez Bankası’nın bu kararları, işçilerin sosyal koşullarına yönelik yoğunlaşan bir saldırının habercisiydi.

Mali sıkılaştırmaya dönüş, artan hayat pahalılığı karşısında işçilerin ücret taleplerini bastırmayı amaçlamaktadır. İkinci önemli hamle olan vergilerdeki artış ise bütçe açığını finanse etmeye ve serveti emekçilerden zenginlere aktarmaya yöneliktir.

Hükümetin ek bütçe gereksinimi nedeniyle getirdiği ek vergiler toplam 1 trilyon 150,5 milyar TL’dir. 733 milyar TL’nin, binlerce üründen alınan KDV, ÖTV gibi dolaylı nitelikteki tüketim vergilerinden, yani nüfusun genelinden elde edilmesi hedefleniyor. Ancak işletmelerin harcamalarını bilançolarında gider gösterebilmeleri ve vergi artışlarını mal ve hizmet fiyatlarına yansıtmaları dolaylı vergilerin büyük kısmının işçilerin sırtından elde edilmesi anlamına geliyor.

Gelir, kurumlar ve mülkiyet vergilerinden oluşan doğrudan vergilerde ek 402,9 milyar TL’lik bir artış bekleniyor.  Doğrudan vergiler içinde en büyük pay çalışan nüfustan alınacak. 189,1 milyar liralık kamu ve özel sektör işçilerinin ücretlerinden ek gelir vergisi kesilirken sermaye kârları üzerinden ödenen Kurumlar Vergisi ek bütçede 166,3 milyar lira artırılıyor.

Sonuç olarak bütçe açığı dolaylı ve doğrudan vergilerle işçilerin sırtına yüklenmiş durumda ve bu gelir dağılımı adaletsizliğini daha da derinleştirmeye hizmet edecek. Bankacılık sektörünün toplam net kârı yüzde 366 oranında artırarak devasa kazançlar elde ettiği 2022 yılında, emeğin milli gelirden aldığı pay yüzde 23,7’ye geriledi. Bu oran 2016’da yüzde 32 idi.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek attığı tweette şunları belirtiyordu: “Programımızın üç temel bileşeni var: Mali disiplinin yeniden tesis edilmesi … bütçe açığının Maastricht kriterleri ile uyumlu bir seviyeye çekilmesi,  enflasyonun orta vadede tek haneye düşürülmesi için kademeli parasal sıkılaştırma ve enflasyon hedefi ile uyumlu gelirler politikası, makro finansal istikrarı ve diğer tüm kazanımları kalıcı hale getirecek yapısal reformlar.”

Bu açıklamaların yalın anlamı mali sermayenin acımasız kemer sıkma politikalarının derhal uygulamaya konulacağıdır. Avrupa mali sermayesinin sözcüsü Financial Times da daha önce “Şimşek’in üstlenmesi gereken müdahalelerin kısa vadede acı verici olması bekleniyor” diyerek bu programın nasıl işleyeceğini açık bir dille aktarmıştı.

Bu, sadece hükümet tarafından benimsenen değil, aynı zamanda seçimlerden önce Kemal Kılıçdaroğlu liderliğindeki burjuva muhalefet tarafından da savunulan ekonomik programdır.

İşçi sınıfı halihazırda yaşam standartlarında ciddi bir gerileme yaşamış durumda. Geçen yıl yıllık enflasyon resmi olarak yüzde 80 civarına yükselirken, gerçek enflasyon yüzde 150’nin üzerindeydi. Haziran ayı itibarıyla bu oran resmi olarak yüzde 38, ancak bağımsız ENAG’ın hesaplamasına göre yüzde 109’dur.

Bu dayanılmaz yaşam koşullarının sosyal bir patlamaya yol açabileceği korkusu, hükümeti Temmuz ayı itibarıyla asgari ücreti yüzde 34 oranında artırmaya zorladı. Memur maaşları da yüzde 17,7’lik orana ek olarak 8.077 TL artırıldı. Bu artışlar işçilerin karşı karşıya kaldığı gerçek enflasyonun oldukça altında kaldı.

Hükümet ve şirketler, işçiler arasında artan toplumsal öfkeyi kontrol altına almak ve bastırmak için sendikalara güveniyor. Muhalefet yanlısı DİSK bu konuda özellikle kirli bir rol oynamaktadır.

DİSK Çukurova temsilcileri geçtiğimiz ay düzenlenen “Refah ve Bölüşüm: Refahı artırmayı ve adil bölüşümü nasıl sağlayabiliriz?” başlıklı bir “çalıştay”a katılımlarından övgüyle söz ettiler. Çalıştay, Türkiye’deki başlıca sermaye örgütü olan TÜSİAD tarafından düzenlenen bir dizi etkinliğin parçasıydı.

Sendika bürokrasileri, işçilere karşı üst düzey iş dünyası liderleriyle açıkça işbirliği yapıyor. Etkinlik sonrasında yapılan açıklamada, “başta refah, bölüşüm, gelir ve servet eşitsizliği, yoksulluk, yoksunluk, piyasa başarısızlıkları, sürdürülebilir kalkınma ve bu hususlarda devletin & STK’ların rolü tartışmalarının yanı sıra bu hususlarda faydalı ve uygulanabilir politika önerileri sunulmuştur,” denildi.

Dünyanın geri kalanında olduğu gibi Türkiye’de de hükümetin toplumsal saldırılarını yoğunlaştırması işçileri giderek daha fazla mücadeleye itecektir. Sendikaların bu mücadeleleri sabote etmesini önlemek için işçiler kendi bağımsız taban komitelerini kurmalı ve işyerleri, sektörler ve ülkeler arasında birleşmelidir. Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı (TK-Uİİ), tüm dünyada gelişmekte olan işçi sınıfı hareketinin ihtiyaç duyduğu örgütlenme aracını sağlamaktadır.

Loading