Pazartesi günü Türkiye’nin Suriye sınırı yakınlarında bulunan Kahramanmaraş’ta meydana gelen 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki depremlerin her iki ülkede de binlerce binayı yıktığı felaketin sonuçları ağırlaşıyor.
AFAD’ın bu sabah yaptığı açıklamaya göre Türkiye’nin on şehrinde etkili olan depremlerde ölü sayısı 6.957’ye ulaşırken yaralı sayısı 38.000’i geçti. Depremden sert şekilde etkilenen Suriye’de ölü sayısı 2.500’ü geçerken en az 4.600 kişinin yaralandığı bildirildi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan dün hükümetinin depremden etkilenen 10 şehirde afet bölgesi ve 3 ay süreyle olağanüstü hal (OHAL) ilan etme kararı aldığını duyurdu. Tasarı bugün mecliste oylanacak.
Erdoğan, yaptığı açıklamada, hükümetinin deprem felaketi karşısındaki acizliğine gösterilen yaygın tepkilere gözdağıyla yanıt vermeye çalışarak bir “ulusal birlik” durumunun olduğunu iddia etti: “Devlet ve millet el ele vermiş, bu tarihi felaketin üstesinden gelmeye çalışırken yalan haberler ve çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri yakından takip ediyoruz.”
Erdoğan “Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız. Savcılarımız bu tür insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip, gereken işlemleri süratle yapıyor,”diye ekliyordu.
Gerçekte ise hükümetin öngörülen deprem felaketine göz yumması ve ortaya çıkan felakete gösterdiği kayıtsızlık sonucu bölgede bir sosyal kaos hakimdir. Dün Adana’da Tarım ve Orman Bakanı protesto edilirken, Adıyaman’da çok sayıda depremzede valilik binası içinde “Adıyaman sahipsiz” sloganı atarak protesto eylemi yaptı.
Hükümet, gazetecilerin ya da sosyal medya kullanıcılarının devletin deprem bölgesinde neredeyse hiç olmadığını ve enkaz altında kalanlar da dahil olmak üzere milyonlarca insanın kaderine terk edildiğini gözler önüne seren paylaşımlarını suç ilan etmeye çalışıyor.
Dün, Tele1 TV’den gazeteciler Enver Aysever ve Merdan Yanardağ hakkında deprem felaketiyle ilgili açıklamaları nedeniyle “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla anti-demokratik bir soruşturma başlatıldı.
Gazeteciler Sendikası dün akşam yaptığı açıklamada şunları belirtti: “OHÂL ilânıyla birlikte bazı bölgelerde gazeteciler enkazlardan uzaklaştırılıyor. TV yorumcuları ve sosyal medya kullanıcıları hakkında soruşturmalar açılıyor. İhmallerden, yardım gelmeyen yerlerden bahsedenler sansürlenmek isteniyor. Halkın haber alma hakkını engelleyemezsiniz!”
Ülke genelinde ve uluslararası ölçekte milyonlarca insan depremzedelere yardım toplamak ve ulaştırmak için seferber olmuş durumda. Çok sayıda sağlık emekçisi ve arama kurtarma konusunda eğitimli madenci de bölgeye gitmek için ilk andan itibaren harekete geçti. Ancak Zonguldak’taki taş kömürü madencileri, yetkililerin uçak ayarlamaması nedeniyle deprem bölgesine ancak 36 saat sonra ulaşabildiler.
Bölgeye gidebilen diğer yardım personeli de gerekli yerlere ulaşmakta büyük güçlük çekti. Sosyal medyada çok sayıda gönüllü, devletin herhangi bir koordinasyon ve organizasyon yapmadığından şikâyet etti. Kaybedilen her an enkaz altındakilerin aleyhine işledi.
Türkiye ve Suriye’de yaklaşık 23 milyon insanın depremden doğrudan etkilendiği düşünülüyor. Her iki ülkede de kar ve yağmurla beraber sert kış koşullarının hâkim olması, enkaz altında kalan on binlerce insanın hızla kurtarılmasını gerektiriyordu. Ancak ne Türkiye’de ne de Suriye’de bu gereklilik yerine getirildi.
Türkiye de dahil NATO güçlerinin 12 yıllık rejim değişikliği savaşı eliyle bölünmüş olan ve birçok binanın depremden önce hasar görmüş olduğu Suriye’de, Şam yönetiminin depremzedelere yardım kapasitesi, yıkıcı uluslararası yaptırımlar eliyle baltalanmaya devam ediyor. Suriye’nin kuzeyinde depremden etkilenen kentlerde ne bir uluslararası yardım söz konusu ne de kapsamlı bir arama kurtarma çalışması var.
Türkiye’de ise fay hatları üzerine inşa edilen karayollarının ve havalimanlarının hasar görmesi acil bir müdahaleyi baltalamış olmakla birlikte, Erdoğan hükümetinin deprem felaketine verdiği aciz yanıt onun siyasi iflasını gözler önüne sermektedir. Bu, şu ya da bu yetkilinin başarısızlığı değil, mali oligarşinin geniş kitlelerin acılarına ve yaşamsal ihtiyaçlarına karşı kayıtsızlığının bir yansımasıdır.
Depremin üzerinden 36 saat geçtikten sonra halen arama kurtarma ekiplerinin ulaşmadığı yerlerin olması, durumu özetlemektedir. Birçok yerde barınma, elektrik, ısınma, su ve gıda gibi acil ihtiyaçlar karşılanamıyor. Depremden kurtulanlar enkaz altında ve üstünde çok sayıda ceset olduğunu söylerken, bu korkunç koşullar salgın tehlikesine işaret ediyor.
Sağlık Bakanı Koca, dün akşam yaptığı açıklamada “Bu geceden itibaren Hatay'a ulaşan arama kurtarma ekiplerinin de ilave olmasıyla yarın için ekip sayımızı yaklaşık iki katına yükseltmiş olacağız,” diyordu. Oysa bu ekiplerin daha ilk saatlerde deprem bölgesine ulaştırılması gerekiyordu.
AFAD yetkilisi Orhan Tatar’ın dün yaptığı açıklamaya göre deprem bölgesinde birçok farklı kurumdan yaklaşık 24 bin personel görev yapıyor. Türkiye’de yaklaşık 6.000 binanın tamamen çöktüğü dikkate alındığında, bu her çöken binaya dört görevli düştüğü anlamına gelmektedir. Bu apaçık yetersizlik, birçok bölgede arama kurtarma çalışmalarının ya hiç olmaması ya da çok geç başlaması nedeniyle enkaz altındakilerin hayatını kaybetmesine yol açmıştır.
Dün sabah BBC Türkçe’ye konuşan Hatay’ın İskenderun ilçesi sakini Arzu Dedeoğlu şunları söylüyordu: “Akşama kadar bekledik ama kimse gelmedi. Kendi imkânlarımızla vinç getirdik, istemediler, müdahale ettiler. İki tane çocuk var, benim bacımın çocukları, biri Ayşegül biri İlayda. Gitti çocuklar, gitti.”
Geç gelen yardımlara isyan eden Dedeoğlu şunları ekliyordu: “Şu şimdi gelenler, öğleden önce gelseydi? Biz kendi imkânlarımızla jeneratör getirdik, uğraştık ama artçılarla daire sallanınca kaçtık. O esnaya kadar çocuklardan vardı bir ışık. Madem bu imkânınız vardı, neden daha erken gelmediniz?”
Aynı habere göre, depremzedeler bütün gün yardım beklediler ancak enkazda sıkışan kişilerin içeriden yükselen yardım çığlıkları dün sabah itibarıyla kesildi. Başka bir kadın, “Dün gelseydiniz kurtaracaktık onları” diyordu.
Aynı yerde Ali Önder adlı yurttaş devlete ve siyasi partilere öfke kusarak şunları söyledi: “İçeride sekiz canım var. Kimse gelmedi, AFAD hâlâ yok. Bizi böyle yalnız bırakanlar sakın bizden oy istemeye gelmesin, sakın! Devlet namına kimse yok, herkes kendi imkânlarıyla yakınlarını çıkardı. Ellerimizle kazdık.”
Ne var ki hükümet, bölgeye deprem konusunda uzman arama kurtarma görevlilerinden çok polis ve jandarma yığıyor. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun dün yaptığı açıklamaya göre bölgeye 18 bin jandarma ve yaklaşık 10 bin polis bölgeye sevk edildi; 10 bin güvenlik görevlisi daha gönderilecek.
Dün Kahramanmaraş’ın Elbistan ilçesinde Cumhuriyet TV’ye konuşan bir depremzede, “Hiç kimse ulaşmadı. Herkes üşüyor, çadırlar kurulmadı. Uçan enkazların altında bütün canlılar canlıyken öldü. Bir Allah’ın kulu gelmedi. Elbistan ölüme terk edildi,” diyordu.
Bu büyük depremler uzun zamandır bekleniyordu ve bilim insanları böylesi yıkıcı sonuçları önlemek için neler yapılması gerektiğini açıklamışlardı.
Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Hüseyin Alan depremden sonra buna dikkat çekerek hükümetin ve siyaset kurumunun suçluluğunu şöyle gözler önüne serdi: “Bu fayların deprem üreteceğine ve her an kırılabileceğine ilişkin çok sayıda rapor ve akademik makale bulunuyor. Bunları dikkate alarak sıklıkla bu bölgeye dikkat çekmeye çalıştık. Hatta Oda’mızın bu fay üzerinde oturan 24 kent ve 500’ü aşkın mahalle ve yerleşim yeri için çalışmaları oldu. Bu yerleşim yerlerinin depreme hazır edilmesi gerektiğini defalarca söyledik ve yazdık.”
Alan şunları ekliyordu: “Bu konuya ilişkin raporlar hazırlayıp sunduk. Cumhurbaşkanı, ilgili bakanlıklara bu raporu sunduk. Tedbir alınması gerektiğine defalarca kez dikkat çektik. Tek bir geri dönüş dahi alamadık. Ne Cumhurbaşkanı ne bir milletvekili… Kimse bize dönmedi… … Tek bir iyileştirme dahi yapılmadı. Bütün uyarılarımız yanıtsız kaldı… Bu yüzden olacak olan oldu. … Göz göre göre geldi. Bunun yaşanılacağını biliyorduk.”
Dün Habertürk TV’de bir programa katılan saygın jeolog Prof. Dr. Naci Görür de yaptıkları uyarıların dikkate alınmadığını vurgulayarak bundan sonra ne yapılması gerektiğiyle ilgili şunları söyledi: “Ne yapacağımız belli. Deprem dirençli kentler yapmak zorundayız. Bundan sonra gelen hükümetlerin birinci önceliği yol, havalimanı olmamalı. Elbette onlar da yapılmalı. Ama birinci özelliği halkın can güvenliğini sağlayacak deprem dirençli kentler yapmak.”
Halk sağlığı ve güvenliğine yönelik bu bilimsel gereklilik ancak uluslararası ölçekte ve özel kârı değil toplumun ihtiyaçlarını temel alan sosyalizm altında yerine getirilebilir.