Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı ve İstanbul Milletvekili Erkan Baş, Pazartesi günü Twitter’dan bir “Barış Mutabakatı” çağrısı yaptı. Bu çağrı, gerçekte, hayat pahalılığına ve savaşa karşı büyüyen toplumsal muhalefeti emperyalizm yanlısı düzen partilerinin arkasına yönlendirmek üzere tasarlanmıştır.
Ankara’nın Suriye ve Irak’taki savaş politikalarına karşı bir “barış” çağrısı ancak sosyalist bir program temelinde uluslararası işçi sınıfına seslendiği ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetine olduğu kadar burjuva muhalefete ve bir bütün olarak emperyalist savaşa da karşı olduğu ölçüde gerçek bir anlam taşır. Oysa hem TİP’in Erdoğan’a karşı desteklediği Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) önderliğindeki Millet İttifakı hem de TİP’in bir parçası olduğu, Kürt milliyetçisi Halkların Demokratik Partisi (HDP) önderliğindeki Emek ve Özgürlük İttifakı, özünde emperyalizm ve savaş yanlısıdır.
Baş’ın emperyalizm çağında savaşın nesnel sınıfsal temellerini yok sayan ve kapitalizm altında kalıcı bir “barış” yanılsaması yayan açıklaması, işçi ve gençlik kitlelerini yanlış yönlendiren bir orta sınıf aldatmacasıdır. Baş’ın bu çağrısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısı sonrası şovenist ve militarist bir konuşmayla Suriye’ye yakında askeri harekât düzenleme kararını yinelemesinin ardından geldi.
13 Kasım’da İstanbul’da düzenlenen ve altı sivilin katledildiği bombalı saldırıdan PKK ile YPG’yi sorumlu tutan Erdoğan hükümeti, bunu 20 Kasım’da Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde PKK ve YPG güçlerini hedef alan hava saldırılarının gerekçesi yapmıştı. Kürt milliyetçisi güçler ise Ankara’nın iddiasını reddederek İstanbul saldırısının kendilerine yönelik bir askeri harekâta bahane yaratmayı amaçlayan bir provokasyon olduğunu öne sürdüler.
Erdoğan, Pazartesi günkü açıklamasında “Biz, bu tür saldırılarla verilen mesajları gayet iyi anlıyor ve cevabını da sahada gösteriyoruz,” dedi. Erdoğan bu sözlerle YPG’yi destekleyen ABD ve diğer NATO müttefiklerini ima ediyordu. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da İstanbul’daki terör saldırısının asıl sorumlusunun ABD olduğunu öne sürmüştü.
Erdoğan aynı konuşmada “Hiç kimse Türkiye’nin güvenlik ve huzur çemberini genişletme amaçlı askeri harekâtlarından rahatsız olmasın,” diye ilan etti. “Güvenlik ve huzur çemberi” ile kastedilen, Suriye ve Irak hükümetlerinin “işgal” olarak kınadığı ve geri çekme çağrısı yaptığı yasa dışı askeri varlıklardır. Ankara, cihatçı vekilleriyle birlikte, Suriye’nin kuzeyinde YPG önderliğinde bir Kürt oluşumunun ortaya çıkmasını engellemek için birçok bölgeyi askeri olarak ele geçirmiş ve kendi idari yapısını oluşturmuş durumda.
Erdoğan’ın içi boş ve demagojik “anti-emperyalist” retoriği ne olursa olsun, ABD önderliğindeki NATO’nun Ortadoğu’daki kritik bir müttefiki olan ve Rusya destekli Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad rejimini devirmeyi amaçlayan emperyalist destekli vekil savaşının suç ortaklığını yapmış olan Ankara’nın Suriye ve Irak’taki askeri harekâtları ne “terörle mücadele”yle ne de sözde bir “güvenlik ve huzur çemberi” oluşturmakla ilgilidir.
Daha geniş çaplı bir savaşı çıkarma ve yüz binlerce sivili yerinden yurdundan etme tehlikesi yaratan bu askeri harekâtlar, Ortadoğu’daki otuz yıllık emperyalist yağma savaşının bir yan ürünüdür ve özünde, Türk burjuvazisinin çıkarlarına hizmet etmektedir. Sosyalistler, uluslararası işçi sınıfının bakış açısından emperyalist savaşa karşı çıktıkları gibi, Türkiye’nin ya da diğer bölgesel güçlerin gerici savaş politikalarına da karşı çıkmalıdırlar.
Ne var ki, Erkan Baş’ın “barış” çağrısı, Türkiye, Ortadoğu ve uluslararası işçi sınıfı içindeki güçlü savaş karşıtlığına değil, asıl olarak sağcı burjuva muhalefet partilerine seslenmektedir.
Baş, “‘Erdoğan iktidarı kaybetmemek için gerekirse savaş çıkarabilir’ diyenler, Erdoğan’ın ve onun savaş politikasının arkasına diziliveriyor. Biz bu tuzağa düşmeyeceğiz. Bu tuzağa düşmemeliyiz,” diyor. Burada Baş’ın kastettiği CHP önderliğindeki Millet İttifakı’dır. TİP ve çeşitli sahte sol güçler, 2023’teki cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan’ın İslamcı Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) Cumhur İttifakı’nın “alternatifi” olarak Millet İttifakı’nın adayını destekleme çağrısı yapmış durumda.
“Kötünün iyisi” olarak pazarlanan bu ittifakın ana partilerinden CHP ile aşırı sağcı İYİ Parti, Erdoğan’ın 20 Kasım’da Suriye ve Irak’ta başlayan askeri harekâtına desteklerini ilan ettiler. Gerçekte, CHP ve müttefikleri açısından bir “tuzağa düşme” durumu değil, geleneksel siyasi tavırlarını sürdürme durumu söz konusudur.
Cumhuriyetin kurucu partisi olan CHP, Kürt halkının ezilmesini ve temel demokratik haklarının yok sayılmasını onlarca yıl boyunca kurumsallaştırıp savunmuşken, MHP’den kopan İYİ Parti, şoven Türk milliyetçiliğinin ve Kürtlere yönelik kirli savaş biçimlerinin en kötü geleneklerine dayanmaktadır. Her iki parti de “terörle mücadele” adına Suriye ve Irak’a düzenlenen harekâtları istikrarlı bir şekilde desteklemektedir ve iktidara gelmeleri halinde, temsil ettikleri Türk burjuvazisinin çıkarları doğrultusunda bu savaş politikalarını sürdürme niyetinde olduklarını açıkça ortaya koymaktadır.
Baş, devamında “Bu ülkenin zenginliklerinin neden savaş için, AKP’nin başka ülkelerdeki maceraları için harcandığını düşüneceğiz. İktidarların neden çözümü değil de savaşı tercih ettiğini öğrenmek isteyeceğiz,” diye yazıyor ve şu çağrıyı yapıyor: “Türkiye’nin dış politikası, NATO veya Rusya gibi yayılmacı anlayış sahibi güçler örnek alınmadan yeniden yapılandırılmalı ve barışçıl dış politika yaklaşımına dönülmelidir.”
Gerçekte, savaşı bir hükümetin ya da siyasi liderin, bu örnekte AKP hükümetinin ve Erdoğan’ın keyfi tercihi olarak sunan bu ifadeler, egemen sınıfı ve Millet İttifakı da dahil bütün bir burjuva siyaset kurumunu aklamayı ve savaşın kapitalist sistemdeki nesnel kaynağını gizlemeyi amaçlamaktadır. Dahası, bir sosyalist enternasyonalist değil ama yalnızca bir küçük burjuva milliyetçisi, dünya tüm insanlığı tehdit eden bir nükleer savaşın eşiğindeyken “kendi” burjuva hükümetine “barışçıl dış politika” çağrısı yapmanın bir “çözüm” getireceğini düşünebilir.
Ankara’nın Suriye ve Irak’ta Kürt milliyetçisi güçlere karşı yürüttüğü savaş, Stalinist bürokrasinin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasının ardından ABD önderliğindeki NATO güçlerinin milyonlarca insanın ölümüne ve milyonlarcasının da sığınmacı haline gelmesine yol açan onlarca yıllık emperyalist savaşlarının bir parçası olarak gelişmiştir.
AKP hükümetlerinden öncesini de kapsayan bu otuz yılda, hem Türk hem de Kürt burjuvazisi ve onların siyasi temsilcileri, Ortadoğu’da emperyalist güçlerin suç ortaklığını yapmıştır ve halen de yapmaktadır. Dolayısıyla, Ankara’nın savaş politikalarına karşı çıkmak, emperyalizmin vekil gücü haline gelen Kürt milliyetçi hareketinin gerici karakterini teşhir etmenin yanı sıra NATO’nun hem Ortadoğu’daki hem de Ukrayna’daki emperyalist savaşlarına devrimci sosyalist bir programla karşı çıkmak demektir.
Erkan Baş ise, “Emperyalistlerin yüz yılı aşkın süredir kışkırttığı bölgedeki paylaşım mücadeleleri ve yayılmacı bölgesel aktörler nedeniyle kan gölüne dönen Ortadoğu’nun ve ülkemizin kaderini ancak hep birlikte ve daha güçlü bir sesle BARIŞ diyerek değiştirebiliriz,” iddiasında bulunuyor. Doğrusu bu iddia, bilinçli bir orta sınıf aldatmacasıdır.
Büyük Rus devrimci Vladimir Lenin, 1916’da, I. Dünya Savaşı katliamının ortasında bu tür aldatmacalara karşı şunları yazmıştı:
… bizim “barış programımız” emperyalist güçlerin ve emperyalist burjuvazinin demokratik bir barış sağlayamayacağını açıklamalıdır. Böyle bir barış ne geçmişte, ne emperyalist olmayan bir kapitalizm şeklindeki gerici ütopyada, ne de kapitalizm altında eşit ulusların birliğinde değil; gelecekte, proletaryanın sosyalist devriminde aranmalı ve bunun için mücadele edilmelidir. [“Barış Programı”]
Aynı yerde Lenin, emperyalist savaşa karşı mücadelenin sosyalist devrim uğruna mücadeleden ayrılamayacağını açıkça ortaya koymuştu: “Her kim uluslara aynı zamanda sosyalist devrim vaaz etmeksizin bir 'demokratik' barış vaat ediyorsa, ya da sosyalist devrim için mücadeleyi –şimdi, savaş sırasında sürdürülmesi gereken mücadeleyi– reddediyorsa, proletaryayı aldatıyor demektir.”
I. Dünya Savaşı’nı sona erdiren ve dünya çapında emperyalist sistemi yıkma mücadelesi yoluyla kalıcı bir barışı gündeme getiren, Lenin ve Lev Troçki önderliğindeki Bolşeviklerin bu devrimci programıyla donanmış, bu programın yol gösterdiği Rus işçi sınıfının 1917 devrimiydi.
Rus Devrimi ve ona yol gösteren devrimci enternasyonalist program, dün olduğu gibi bugün de ileriye giden yolu göstermektedir. Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) gençlik örgütü olan Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) Ukrayna’daki ABD-NATO vekil savaşına ve nükleer bir III. Dünya Savaşı tehdidine karşı kitlesel bir küresel gençlik hareketi inşa etme çağrısı yaptığı açıklamada belirttiği gibi,
Nasıl ki işçi sınıfının dünya tarihindeki en büyük müdahalesi olan Rus Devrimi ilk küresel katliam olan I. Dünya Savaşı’na son verdiyse, bugün III. Dünya Savaşı’na doğru tırmanışı durduracak olan da uluslararası işçi sınıfının müdahalesi olacaktır.
Savaşa karşı gerçekten devrimci bir mücadele vermek isteyen tüm işçileri ve gençleri, IYSSE’nin 10 Aralık’ta düzenleyeceği çevrimiçi toplantıyı izlemeye ve sosyalist bir gelecek uğruna mücadelede bize katılmaya çağırıyoruz.