Karadeniz kıyısındaki Bartın’da bulunan devlete ait Türkiye Taşkömürü Kurumu Amasra Müessese Müdürlüğü madeninde dün meydana gelen grizu patlamasında en az 40 madenci ölürken, onlarcası da yaralandı.
Bartın Valiliği dün yaptığı açıklamada “Amasra Taşkömürü İşletme Müessesi’nde saat 18.15 sıralarında -300 kotunda henüz nedeni olmayan bir patlama meydana gelmiştir,” dedi ve olay yerine çok sayıda kurtarma ekibinin gönderildiği açıklandı. Bartın Valisi Nurtaç Arslan, “Eksi 300 kotta 44 kişi, eksi 350 kotta 5 işçi var,” diye konuştu.
İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), patlamanın “trafo kaynaklı” olduğunu iddia ettiği Twitter paylaşımını daha sonra sildi. Bununla birlikte, Amasra’daki madencilerin üyesi olduğu hükümet yanlısı Türk-İş konfederasyonuna bağlı Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) Genel Başkanı Hakan Yeşil de patlamanın “trafo kaynaklı bir grizu patlaması” olduğunu söyledi.
Patlamadan sonra maden ocağından çıkan bir işçi, “Hiçbir şey bilmiyoruz. Toz-duman oldu, ne olduğunu bilmiyoruz, gözükmedi. Kendi imkânlarımla çıktım. Patlama büyük ihtimalle de tam olarak, yani biz biraz geride olduğumuzdan dolayı sadece basınç oldu. Basınçtan dolayı toz kütlesi oldu, göz gözü görmedi,” diye konuştu.
İlerleyen saatlerde olay yerine gelen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez orada yaptığı açıklamada “Arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre grizu patlaması olduğu şeklinde” dedi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, vardiyada 110 işçinin olduğunu, 61 işçinin zarar görmediğini ve 49 madencinin riskli bölgede olduğunu açıkladı.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, “Patlamayla ilgili Amasra Cumhuriyet Savcılığı soruşturma başlatmıştır. Hadise bütün boyutlarıyla soruşturulacaktır,” dedi. Bu açıklama, madencilerin hiçbir zarar görmeden dışarıya çıkarılmasını bekleyen milyonlarca emekçinin öfkesini yatıştırmak üzere yapılmıştır. Bu öfke, madencilerin alınmayan önlemlerle kâr dürtüsüne kurban edildiği, 2014’teki Soma madeni faciası başta olmak üzere daha önceki deneyimlere dayanıyordu.
Dünya Sosyalist Web Sitesi’nin o zaman açıkladığı gibi, Soma’daki facia, “beklenmedik bir ‘kaza’ değil ama özelleştirmelerin, hükümetlerin savsaklamalarının ve kapitalist kâr sisteminin, tüm dünyada her yıl milyonlarca işçinin yaşamına ve uzuvlarına mal olan kaçınılmaz sonucu” idi. Erdoğan hükümetine yakın Soma Holding’in almadığı önlemler ve devlet görevlileri ile sendikanın buna göz yumması 301 madencinin canına mal oldu. Bu katliamın ardından ülke genelinde kitlesel protestolar patlak verirken hükümet madenlere yönelik yeni bir yasal düzenleme yapmak zorunda kaldı. Bununla birlikte, şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan 2019’da tahliye edilirken şu anda Soma davasından tutuklu kimse bulunmuyor.
Amasra’da da benzer bir durumun olduğu çok geçmeden ortaya çıktı. Ana muhalefet Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) Zonguldak milletvekili Deniz Yavuzyılmaz, Twitter’da 2019 Sayıştay raporunu paylaşarak şöyle yazdı: “Sayıştay uyarmıştı! Sayıştay, Bartın Amasra'daki üretim derinliğinin -300 metreye ulaştığını; Çalışılan damarlarda gaz içeriklerinin yüksek olduğunu, ani gaz degajı ve grizu patlama riski artıyor diyor!”
Raporda şunlar belirtiliyordu: “2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra ‘Kurum Degaj Yönergesi’ hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir.”
Evrensel gazetesi bir haberinde şunları bildirdi: “Sayıştay’ın Amasra Taşkömürü İşletme Müessesesi raporuna göre 2019’da 190 iş kazası meydana gelirken, 2020 yılında 157’si yer altında, 7’si yer üstünde olmak üzere toplam 164 iş kazasında 164 işçi yaralandı.”
Gazete, Sayıştay’ın 2021’de TTK Genel Müdürlüğü ile beş müessese için tuttuğu raporda 2019 ve 2020’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişlerinin müesseselere gitmediklerinin, denetim ve teftiş yapmadıklarının ortaya çıktığını aktardı.
Patlamadan sonraki ilk saatlerde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Acı haberleri azaltmak, tüm Türkiye’ye iyi haberler vermek için elimizden geleni yapacağız,” diyordu. Bir bakanın, devlet yetkililerinin uyarıda bulunduğu bir madendeki patlamadan sonra “acı haberleri azaltmaya” çalıştıklarını açıklaması saçmalıktan ibarettir.
Oysa bu trajediden kısa bir süre önce, 20 Eylül’de, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez Amasra TTK madenini geniş bir heyetle beraber ziyaret etmişti. Heyette, TTK Genel Müdürü Kazım Eroğlu, Türk-İş Genel Başkanı Ergün Atalay, GMİS Genel Başkanı Hakan Yeşil, GMİS yöneticileri, Bartın valisi ve belediye başkanı da vardı.
Böylesi bir maden felaketine yönelik resmi uyarıların mevcut olduğu koşullarda yapılan bu ziyaret sırasında yapılan açıklamalar ve derhal önlem almak yerine gerçeklerin işçilerden gizlenmesi, devlet ve sendika bürokratlarını töhmet altında bırakmaktadır.
GMİS Genel Başkanı Yeşil, yaptığı konuşmada, yaltaklanır bir şekilde, “Sayın Bakanımız, yoğun programı arasında sizleri, çalıştığınız yerde ziyaret etmek için vaktini ayırdı. Bugün burada bizlerle. Ben hepiniz adına teşekkür ediyorum,” diyordu.
Türk-İş Genel Başkanı Atalay da hükümete teşekkür ederek, “Madencilerimizin bir problemi olduğunda kapısını çaldığım iki bakanlık Çalışma Bakanlığı ile Enerji Bakanlığı. Sayın Bakanımıza huzurlarınızda teşekkür ediyorum. Kısa bir süre önce Soma’da bir sahayla ilgili bir sıkıntı vardı. Sayın Bakanım o meseleyi hemen çözdü,” diyor ve ekliyordu: “Burayla [Amasra’yla] ilgili de anlatma imkânı bulduk.”
Devlet ve şirketlerin bir uzantısı işlevi gören sendika bürokratlarının bakanlara anlattıklarının, elbette, madencilerin can güvenliği de dahil olmak üzere yaşamsal çıkarlarını savunmakla hiçbir ilgisi yoktu. Sendika bürokrasisinin tek talebi, bu ziyarette de belirttikleri gibi üretimi artırmak üzere işçi alınmasından ibaretti.
Ziyaret sırasında Bakan Dönmez de “Üretim artışı hedefimiz var,” diyerek sendika bürokrasisiyle aynı hedefe sahip olduklarını teyit etti. Dönmez’in birkaç hafta sonra ölüme gönderilecek olan madencilere yönelik şu sözleri, ikiyüzlülük düzeyi bakımından özellikle sarsıcıdır: “Öncelikle şunu söyleyeyim; önce güvenlik. Sizin canınızın güvenliğini şu tesisin tamamına değişmeyiz. Yöneticileri atadığımızda ilk talimat; üretim bir miktar aksayabilir, telafi ederiz, ama bir işçimizin kılına, tırnağına bir zarar gelmesin.”
Dönmez ayrıca 2014’teki “Soma kazasının ardandan maden iş kolunda çalışanlara yönelik özellikle yeraltında özel tedbirler alındı. Çalışma şartları iyileştirildi, çalışma saatleri kısaltıldı. Hafta sonu tatili kazandırıldı. Yeraltında görevli madencilerimize en az iki asgari ücret şartı getirildi,” diyor ve ekliyordu: “O tedbirlerden sonra iş kazaları bıçak gibi azalır hale geldi. Evet, sıfırlayamadık. Gönül ister ki hedefimiz o, sıfır ölümlü iş kazası olsun. Ama dünyanın en riskli iş kollarından biri de maalesef maden sektörü.”
Bakanın son cümlesiyle madencileri ölümlü iş kazalarını kaçınılmaz olarak kabullenmeye ikna etmeye çalışması, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Soma’daki madenci katliamının ardından “Bunlar olağan şeyler. Bu işin fıtratında var” açıklamasını akla getirmektedir.
Bununla birlikte, Bakan Dönmez’in 2014’ten sonra “iş kazalarının bıçak gibi azaldığı” iddiası da doğru değildir. İşçi Sağlı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre, 301 madencinin Soma’daki faciada hayatını kaybettiği 2014 yılında Türkiye’de toplam 386 madenci iş cinayetlerine kurban gitti. 2013’te bu sayı 93’tü. 2015’te 67; 2016’da 74; 2017’de 93; 2018’de 66; 2019’da 63; 2020’de 61 ve 2021’de 70 madenci öldü. Bu yıl Ekim ayı itibarıyla iş cinayetine kurban giden madenci sayısı 53’tür. Dahası, Türkiye’de son beş yılda, her yıl ortalama 2.052 işçi iş cinayetine kurban gitmiştir.
Amasra’daki maden faciası, işçilerin can güvenlikleri dahil temel haklarını savunmak için devletin ve şirketlerin hizmetindeki sendika bürokrasisinden bağımsız örgütlenerek kapitalizme karşı mücadele etmeleri gerektiğinin altını çizmektedir. Dünyanın dört bir yanındaki işçilerin bu ortak ihtiyacına, Taban Komitelerinin Uluslararası İşçi İttifakı yanıt vermektedir.