Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, Amerikalı ve Avrupalı müttefiklerini takip ederek pandemiyi kontrol altına almaya çalışıyormuş gibi yapmaya son verirken, Hekim ve Diğer Sağlık Çalışanları Kamu Sağlık ve Sosyal Hizmetler Sendikası (Hekimsen) bugün bir günlük iş bırakma eylemi yapıyor.
ABD, Fransa, İtalya, Yunanistan ve Avusturya’da öğretmenler ve öğrenciler güvenli olmayan koşullarda okulların geri açılmasına karşı harekete geçmeye başlarken, Türkiye’de de ölümcül pandemi politikalarına karşı grevler ve toplumsal muhalefet büyüyor. Aralık ayı ortasında düzenlenen daha büyük bir iş bırakma eyleminin ardından gelen bu grev, Çimsataş metal işçilerinin, Divriği demir madeni işçilerinin ve son olarak Gebze’deki Farplas otomotiv parçası işçilerinin ücret anlaşmazlıkları üzerine fiili grevler düzenlediği bir ortamda yapılıyor.
COVID-19’la mücadelenin en ön safında yer alan hekimler ve diğer sağlık emekçileri, hükümetin “sürü bağışıklığı” politikasından sert bir şekilde etkilenirken, aynı zamanda pandemi döneminde yaşam standartlarında ciddi bir gerilemeye uğradılar.
Hekimsen’in bir açıklamasına göre, çoğu diş hekiminin aldığı toplam ücret sadece 6.500 TL, pratisyen hekimin 7.000 TL, uzman hekimlerin ise 9.500 TL civarında. Aralık 2021’de yoksulluk sınırı 13.000 lirayı geçerken hekimler düzgün bir maaş ve sosyal haklar talep ediyorlar. 36 saat nöbet uygulamasının kaldırılması, nöbet sonrası izin verilmesi ve sağlıkta şiddete karşı ciddi önlemler alınması diğer talepler arasında.
Hekimsen üyesi doktorlar, “Acil Servis ve Poliklinikleri, Covit, Doğum Salonu, Onkoloji, Hematoloji Poliklinikleri ve tüm yatan hasta servis çalışmaları hariç tüm sağlık kurumlarında” iş bırakıyor. Hekimsen, taleplerinin karşılanmaması halinde Şubat ayında tekrar iş bırakma eylemleri yapabileceği uyarısında bulundu.
Bugünkü iş bırakma eylemine katılmayan başlıca hekim örgütü Türk Tabipleri Birliği (TTB) ise, çeşitli sağlık emekçileri örgütleriyle beraber, 16 Aralık’taki taleplerin hiçbirinin yerine getirilmemesi nedeniyle dün bir eylem programı açıkladı. Sağlıkçılar, ücret ve sosyal haklarında iyileştirme yapılması dahil bir dizi taleple 8 Şubat’ta iş bırakacak. Daha sonraki haftalarda Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır’da “Büyük Sağlık Buluşmaları” düzenleyecek.
Sağlık emekçileri ile işçi sınıfının diğer kesimleri arasında muhalefetin ve mücadele kararlılığının artışı, Omicron varyantının serbestçe yayılması nedeniyle pandeminin Türkiye’de ve dünya çapında zirve yaptığı bir dönemde meydana geliyor.
Sadece 400.000 civarı COVID-19 testi yapılan Türkiye’de günlük vaka sayısı 70.000’in üzerinde. 1-7 Ocak tarihleri için açıklanan son insidans verilerine göre, İstanbul’da 100.000 kişide görülen vaka sayısı bir haftada 663,69’dan 1222,37’ye yükseldi.
77.000 vaka ile rekor kırılan 12 Ocak’tan sonra Sağlık Bakanlığı aşısız kişilere PCR testi yapılması uygulamasını büyük ölçüde kaldırdı. Türkiye’de hızlı antijen testi taramaları da yapılmıyor. Yeni düzenlemeye göre sadece “huzurevi, bakımevi, sevgi evleri ile ceza ve tevkif evlerinin aşısız veya son 180 gün içinde hastalığı geçirmemiş çalışanları, belirlenen durumlarda ceza ve tevkif evlerindeki tutuklu ve hükümlüler, yurt dışına seyahat edecek kişiler” için PCR testi yapılmaya devam edecek.
Ayrıca “uçakla şehirlerarası seyahat edecek olan aşısız veya aşı sürecini tamamlamayan ve son 180 gün içinde hastalığı geçirmemiş kişiler” için de PCR testi uygulamasının devam edeceği açıklandı. TTB, alınan bu kararlara tepki göstererek şunları belirtti: “SARS-CoV-2 virüsünün uçakta bulaşıp tren ve otobüste bulaşmama gibi bir özelliği yoktur. Toplumu hastalığa mahkûm edenleri bir kez daha istifaya çağırıyoruz.”
Son üç ay içinde hatırlatma dozunu yaptırmış veya COVID-19 geçirmiş kişilerin temaslı olmaları halinde karantinaya alınmalarına da son verildi. Erdoğan hükümeti, Ocak ayı başında, ABD’li ve Avrupalı müttefiklerinin ardından enfekte kişilerin izolasyon süresini 7 güne indirmişti. 5. günde testleri negatif çıkanlar izolasyonu sonlandırabiliyor.
Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, bu kararın ardından yatan kapitalist dürtüyü şu sözlerle özetledi: “İzolasyon süresinin 7 güne indirilmesinin (bazı ülkelerde test kontrollü 5 gün, bazı ülkelerde test kontrolsüz 5 gün, bazı ülkelerde 7, bazı ülkelerde 10 gün) nedeni bu süre sonunda bulaş riskinin ortadan kalkması değil, biraz bulaş riskini göze alıp işlerin yürümesini sağlamaktır.”
Ceyhan ayrıca şunları ifade ediyordu: “Omicron’da vaka sayıları bütün ülkelerde hızla artarken, Türkiye’de 60-70 binlerde idare ediyor... Bu [test yapmama] bilimsel olarak tartışılacak bir karar değil. Bu resmen ‘Omicron yayılsın, her gün şu kadar insan ölsün’ demek anlamına geliyor… Test yapsak sayı kesinlikle 200 binlerin üstüne çıkar.”
Çarşamba akşamı bakanlar kurulu toplantısı sonrası açıklama yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Omicron varyantının hızla yayılmasına karşı önlemleri tamamen kaldırma politikasına devam edeceklerini vurgulayarak şunları söyledi: “Salgının yayılması, istihdam ve üretim tarafında şu ana kadar kayda değer bir soruna, kesintiye yol açmamıştır. Eğitim-öğretim başta olmak üzere hiçbir alanda insanlarımızın mağduriyetine neden olacak bir açığa, aksaklığa, gereksiz kısıtlamaya meydan vermedik, vermeyeceğiz.”
Erdoğan’ın “gereksiz” dediği halk sağlığı kısıtlamaları, pandeminin başından beri milyonlarca insanın hayatını kurtarmıştır. Bilimsel temelli Sıfır COVID politikasını uygulamayı sürdüren 1,4 milyar nüfuslu Çin’de, bu sayede toplam ölümler 5.000’in altında tutulmuş ve toplam vaka sayısı milyonlarca insanı kapsayan yaygın taramalara rağmen şimdiye kadar ancak 105.000’e ulaşmıştır.
Erdoğan ayrıca “Bu son dalganın koronavirüsü tehdit olmaktan çıkartarak rutin salgınlar seviyesine geriletmesini umuyoruz” diyerek uluslararası ölçekte egemen seçkinlerin ve medyanın Omicron varyantı hakkındaki yanlış ve temelsiz iddiasını tekrarladı.
TTB, 15 Ocak’ta düzenlediği bir çevrimiçi toplantıda, “İktidarın tüm salgın boyunca halk sağlığını önemsemediği, bilimsel verilere uygun davranmadığı, son alınan kararlarla sürü bağışıklığının benimsendiğini” vurgularken ayrıca şu uyarıda bulunulmuştu: “Önümüzdeki haftalarda sağlık hizmetlerinde daha ciddi aksamalar yaşanacak ve Omicron varyantının daha hafif geçtiği yanılgısından toplumu çıkarmak gerekiyor.”
Pazartesi günü Sözcü gazetesine konuşan İstanbul Tabip Odası Başkanı Pınar Saip, durumun ne kadar vahim olduğunu şöyle ifade ediyordu: “Türkiye’de artık bir salgın idaresi yok. Maalesef vakalar giderek artıyor. Bu artış hastanelere de, yoğun bakımlara da yansıyor. Yoğun bakımlarda yüzde 80’lerde doluluk oranı var.
Saip, sözlerini şöyle sürdürdü: “Sürekli yeni yoğun bakım yatakları açılıyor ama yoğun bakım yatağı açmanızın, orada çalışacak hemşire yoksa doktor yoksa anlamı yok. Artık pratisyen hekimlerle yoğun bakımlar döndürülüyor, bu konuda uzmanlaşmış kişilerle değil.”
Hükümet, egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda, işçileri ne olursa olsun işe götürmeye, kârları ve borsadaki hisse senedi değerlerini artırmak için üretimin ve tedarik zincirlerinin aksamamasını sağlamaya kararlı. Suç oluşturan bu politika, Türkiye’de resmi olarak 85.000 ölüme, 10 milyondan fazla kişinin enfekte olmasına yol açtı. TTB Pandemi Çalışma Grubu üyesi Güçlü Yaman’ın son hesaplamalarına göre ise, 11 Ocak itibarıyla pandemiden kaynaklı fazladan ölümler 242.000’e ulaştı.
Okullarda ilk dönem bu hafta sona ererken, hükümet Şubat ayında okulları yüz yüze eğitime geri açma kararını ilan etmiş durumda. Milli Eğitim Bakanı Mahmut Özer, dün bunu “İkinci dönemde de birinci dönemdeki gibi yüz yüze eğitime kararlı bir şekilde devam edeceğiz,” diyerek ortaya koydu.
Bu kitlesel enfeksiyon ve ölüm politikası, tüm düzen partilerinin ve sendikaların desteğiyle uygulanıyor. İşçi ve gençlik kitlelerinin, bilimsel bir Sıfır COVID stratejisi temelinde, pandemiyi sona erdirmek ve hayatları kurtarmak için gerekli halk sağlığı önlemlerinin alınması talebiyle harekete geçmesi ve gelişmekte olan uluslararası harekete katılması gerekiyor.