Mısır sahte solunun karşıdevrimci rolü

Mısırlı işçilerin Silahlı Kuvvetler Yüksek Konseyi (SKYK) askeri cuntasına karşı bu sonbaharda yeniden canlanan grevleri, Mısır devriminin siyasi bir bilançosunu çıkarmanın aciliyetini vurguluyor. Mısır, Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden dokuz ay sonra, işçilerin sefalet ücretleriyle ve siyasi baskılarla karşılaştığı bir diktatörlük olmayı sürdürmektedir.

Tahrir Meydanı’ndaki kalabalıklar

Bunun nedeni, işçi sınıfının mücadele etmeyi başaramamış olması değildir. Eylül ayı başlarında, Ramazan Bayramı’ndan sonra patlayan grev dalgası, Şubat ayında Mübarek’i deviren devrimci kitle mücadelesinin ardından gerçekleşen bir dizi işçi mücadelesinin yalnızca sonuncusudur. Mısır ordusu, yalnızca, solcu olduğunu iddia eden partilerin kanlı cuntayı sistematik olarak savunması ve işçi sınıfı tarafından devrilmesinin önünü kesmesi sayesinde iktidarı elinde tutabilmiştir.

Bu güçler; Mısır’ın eski askeri yöneticisi Albay Cemal Abdül Nasır’ın politikalarına geri dönmek isteyen Tagammu ve Karama partileri; büyük ölçüde Tagammu’ya eklemlenmiş olan Mısır Komünist Partisi’nin de aralarında yer aldığı çeşitli Stalinist gruplar ile 6 Nisan Hareketi gibi gençlik gruplarının önderlikleri, Devrimci Sosyalistler (RS) ve Tagdid (Sosyalist Yenilenme) gibi “aşırı sol” denilen gruplardır.

Devrimci Sosyalistler, uluslararası düzeyde, Britanya’daki Sosyalist İşçi Partisi’ni (SWP) ve gayrı resmi olarak ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt’ü içeren Uluslararası Sosyalist Akım’ın partileriyle bağlantılıdır.

Bu partiler, işçi sınıfının cuntaya karşı bağımsız seferberliğine karşı çıkmaktadır. Onlar, Mısır işçi sınıfı Mübarek’e, ardından da SKYK’ye başkaldırdıktan sonra bile, siyasi olarak Mısır’daki askeri yönetimin mirasını ve Stalinistlerin ona verdiği ulusalcı desteği savunuyorlar. Bu partiler, üyelerini, sosyolojik olarak orta sınıfın hali vakti yerinde kesimlerinden; işçi sınıfını devletin ve sendika bürokrasilerinin denetimi altında tutmanın yolunu arayan Batı emperyalizmine mali ve siyasi olarak bağlı bir toplumsal tabakadan edinmektedir.

Onlar, Washington’la gayri resmi olarak görüşmeler yaparken, sağcı Müslüman Kardeşlerle ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun önceki genel müdürü olan Muhammed El Baradey’in Ulusal Değişim İttifakı ile işbirliği yapmaktadırlar.

Bu tür partiler, solcu politikaların tarihsel zemini olan eşitlik için mücadele eden güçler değiller. Ama onlar, tipik burjuva “sol” partiler gibi, solcu düşüncelerin emperyalizmle ve kapitalizmle uzlaşabilir olduğu savını da öne sürmüyorlar. Partilerinin adları onları komünist, sosyalist ya da devrimci gibi gösteriyor ama onlar işçi sınıfının iktidarı almasını ve sosyalizm için mücadele etmesini önlemeye kararlılar. Laf ebeliği ile siyasi art niyetin bir karışımı üzerine kurulu bu tür politikalar, onları sol değil ama sahte sol güçler yapmaktadır.

Mısır işçi sınıfı, Mısır’daki mali aristokrasiyi ve onun Batılı emperyalist destekleyicilerini ancak Ortadoğu çapında ve uluslararası düzeyde sosyalizm mücadelesinin parçası olarak iktidarı alarak yenilgiye uğratabilir, demokrasiyi kurabilir ve halkın yaşam standartlarını yükseltebilir. Ülkenin, bölgenin ve dünyanın kaynaklarından emekçi kitleler yararına demokratik şekilde yararlanmanın tek zemini budur.

Böylesi bir mücadelede ilk adım, sahte solun karşıdevrimci rolünü teşhir etmek için siyasi bir mücadeleye girişmek ve işçi sınıfının devrimci partisini inşa etmektir. İşçileri, aydınları ve gençliği bu partilerin Troçkist eleştirisiyle donatmak, işçi sınıfının yeni siyasi önderliğinin temellerini atmaya yardımcı olacaktır.

Mısır devriminde sahte sol

Mısır’daki bütün resmi muhalefetin Mısır devrimi karşısındaki tavrı, El Baradey’in, Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin geçtiğimiz Ocak ayında kitlesel protestolar sonucunda devrilmesinin hemen ardından yaptığı bir açıklamada özetlenmişti. Değişimin, “Tunus tarzında değil de düzen içinde gerçekleşeceğini” uman Baradey, “Her şeyin örgütlü ve iyice planlı olması gerekiyor. Ben değişimi gerçekleştirmek için sistem içi araçları kullanmak istiyorum,” demişti.

Yalnızca bir hafta sonra, işçi sınıfı ile Mısır’daki “sistem” (yani Mübarek’in katil polisleri ve ordu) arasında devrimci bir hesaplaşma yaşandı.

“Önce Tunus, şimdi Mısır”

25 Ocak günü için yapılan, siyasi kurumları ve polisi serseme çeviren kitlesel protesto çağrısı, sokak çatışmalarına ve polisin 28 Ocak’ta Kahire’de bozguna uğratılmasına yol açtı. Bir sonraki gün, Mübarek orduya Kahire’nin merkezindeki protestocuları kuşatma emri verdi. Mübarek, 1 Şubat’ta görevden çekilmeyi reddettikten sonra, atlara ve develere binmiş katillerini ordu birliklerinin arasından geçerek Tahrir Meydanı’na saldırmaya yolladı. Protestocular katilleri geri püskürttü.

Mübarek yönetimi (ve onun gösterileri ezmeye çalıştığı sırada görüşmeler yaptığı, aralarında Savunma Bakanı Robert Gates ile eski büyükelçi ve şirket lobicisi Frank Wisner’in de olduğu ABD’li görevliler), orduyu protestocuların üstüne sürmeye cesaret edemedi. Bu o kadar riskliydi ki, askerler ateş açmayı reddedebilir ve isyana katılabilirdi. Mübarek rejimi, bunun yerine, bir siyasi anlaşmanın durumu istikrara kavuşturmaya ve protestocuların etkisini sınırlandırmaya yardımcı olabileceği umuduyla, 6 Şubat’ta, Müslüman Kardeşler, El Baradey’in destekleyicileri ve Tagammu ile bir toplantı düzenledi.

“Aşırı sol” bileşenleri de dahil sahte solun tamamı, bu toplantıyı destekleyen kampanyaya katıldı. Toplantıdan bir gün önce, Devrimci Sosyalistler (RS), Müslüman Kardeşlerin rejimle “diyalog turları” çağrısında bulunan ve siyasi partileri “bütün siyasi ve ulusal güçleri bu diyaloğa dahil olmaya” çağıran bir açıklamasını yayımladı. RS, “çeşitli ulusal güçler tarafından temsil edilen bir önderliğin oluşturulması” çağrısı yapan bir başka açıklama daha yayımladı.

Müslüman Kardeşler gibi “ulusal güçler” konumuna terfi edilen RS, işçilerin Mübarek’in katillerine karşı mahallelerini korumak için kendiliğinden oluşturmuş oldukları halk komitelerini siyasi olarak iğdiş etmek için bir girişim başlattı. Onlar, bu komitelerin, “demokratik biçimde seçilmiş yüksek konseyler” biçiminde “bir alternatif”i olduğunu iddia ettiler.

28 Ocak, Cuma Öfkesi

Bu kelime oyunu, halk komitelerinin denetiminin Müslüman Kardeşlerin ve sahte solun “ulusal güçler”i tarafından ele geçirilmesi yönündeki bir girişimi maskeliyordu. RS’nin açıkladığı gibi, bir “yüksek konsey, siyasi yelpazedeki konumundan bağımsız olarak, güvenilir ve şuralarının çıkarlarını savunabilir durumdaki insanları içermektedir.” Onlar, “protestoculara bir kadroyla” yani Müslüman Kardeşlerin ve sahte solun deneyimli ajanları aracılığıyla “seslenme”nin daha iyi olduğu konusunda ısrar ettiler.

İşçi sınıfı, “muhalefet”in planlarını bir kez daha baltaladı. Mübarek’in istifasından önceki günlerde, Mısır’da hayatı durduran yoğun bir grev dalgası yükseldi. Mahalla ve Kafr Ed-Davvar’daki tekstil işçilerinin, Süveyş Kanalı işçilerinin, Süveyş ve Port Said’deki çelik işçilerinin ve Kesna’daki ilaç işçilerinin kitlesel grevlerine ilişkin haberler uluslararası medyaya ulaştı.

11 Şubat’ta, Mısır Devlet Başkanı Yardımcısı, istihbarat şefi ve üst düzey CIA irtibat subayı olan Ömer Suleyman, Mübarek’in görevinden “feragat ettiğini” ve çekildiğini açıkladı.

Mısır ordusu bu karara, Genelkurmay Başkanı Sami Annan ile ABD Genelkurmay Başkanlığı Sözcüsü Amiral Mike Mullen ve Feldmareşal Muhammed Hüseyin Tantavi ile Savunma Bakanı Robert Gates arasında yapılan görüşmelerde varmıştı.

Mübarek’in yerini, 13 Şubat’ta parlamentoyu dağıtan, anayasayı askıya alıp cuntaya diktatörlük gücü sağlayan Tantavi’nin başkanlığındaki SKYK cuntası aldı. Çaresizce durumu denetim altına almaya ve grevlere son vermeye çalışan cunta, ertesi gün, olağanüstü hal ilan edeceği tehdidinde bulunarak, grevlerin ve protestoların sona ermesini istedi.

Cuntanın egemenliğini üzerine kurduğu başlıca siyasi yalan, onun Washington’ın ve Mısır’daki resmi “muhalefet”in baskısıyla, demokratik, sivil bir yönetime geçişe nezaret edeceğiydi. Cunta, taslağı hazırlanmakta olan yeni anayasa için 19 Mart’ta bir referandum planladı.

Cuntanın, demokratik bir yönetim kuracağına ilişkin yanılsamalar yaratmadaki başlıca müttefiki sahte soldu. Sahte sol, Mısır devriminin, Mısır’ın ulusal sınırları ve ordusu çerçevesi içinde sınırlı demokratik reformları başarmayı amaçlayan bir mücadele olduğu biçimindeki ulusalcı bakış açısını teşvik ederken, sağcı partilerle sürekli bir diyalog halindeydi. Bu küçük burjuva milliyetçi bakış açısı, Ortadoğu’nun bir ucundan diğerine ortaya çıkan ve özünde uluslararası işçi sınıfının emperyalizme karşı mücadeleleri olan devrimci mücadelelerin nesnel karakteri üzerine kurulu bütün stratejilere düşmandı.

12 Nisan’da ordu Tahrir’e saldırıyor

RS, işçi sınıfı Mısır’da Mübarek yönetimi altında egemen olan yüksek rütbeli subaylara karşı açık bir ayaklanma içindeyken bile, Mısır ordusunun geçmişini sözde bir “halkın ordusu” olarak göklere çıkardı.

RS, 1 Şubat tarihli açıklamasında şunları yazdı: “Herkes şunu soruyor: ‘Ordu halk ile birlikte mi; yoksa ona karşı mı?’ Ordu, yekpare bir bütün değildir. Askerlerin ve alt düzey subayların çıkarları ile kitlelerin çıkarları aynıdır. Ancak üst düzey subaylar Mübarek’in adamlarıdır; yolsuzluk, servet ve zorbalık rejimini korumak üzere özenle seçilmişlerdir. Onlar, sistemin ayrılmaz bir parçasıdır. Ordu, artık halkın ordusu değildir. Bu ordu, Ekim 1973’te Siyonist düşmanı yenilgiye uğratan ordu değildir.”

Açıklama, Mısır ordusunun nasıl sözüm ona “halkın ordusu” olmaktan çıkıp, işçi sınıfının ona karşı devrimci bir mücadele yükselttiği Mübarek diktatörlüğünün arkasındaki başlıca güç haline geldiğini açıklamıyordu. Bu, Mısır milliyetçiliğinden medet ummak, orduya bir şekilde Albay Cemal Abdül Nasır’ın ve onun halefi –1973’te İsrail’e karşı açılan Yom Kippur Savaşı sırasında devlet başkanı olan– Enver Sedat’ın dönemine geri dönme çağrısı yapmak anlamına geliyordu. Telkin edilen şey, bunun, en tepedeki “Mübarek’in adamları”ndan bazılarının –yani, RS’nin açıkça savunmaya cesaret edemediği subayların– görevden alınmasıyla tamamlanmasıydı.

Ordu, Mısır Borsası’nı koruyor

RS’nin açıklamasında ana hatları çizilen yaklaşım (“Askerlerin ve alt düzey subayların çıkarları ile kitlelerin çıkarları aynı” olduğu) bütünüyle yanlıştır. Askerler ve alt düzey subaylar, toplumun orta sınıf ve kırsal nüfus gibi, işçi sınıfının devrime kazanabileceği kesimlerinden alınmaktadır. Bununla birlikte, RS, askerlerin karşı karşıya oldukları apaçık durumu göz ardı etmektedir: Onlar, Mısır kapitalizminin ve Mısır’ın ABD emperyalizmiyle bağlantılarının temel taşı olan üst düzey subayların askeri disiplini altındadırlar.

Devrimci proletaryanın karşı karşıya olduğu temel görev, ordunun disiplinini ve bu yolla generallerin askerler üzerindeki egemenliğini paramparça etmektir. RS’nin açıklaması tam tersi bir çizgiyi benimsemektedir. Eğer en yakın temel görev orduyu Nasır ya da Sedat döneminde oynamış olduğu role geri döndürmekse, onun disiplinini bozmaktan ya da Mısırlı askerleri bir işçi sınıfı devrimine kazanmaktan söz edilemez.

RS ve İslamcı olmayan diğer muhalefet güçleri, resmi olarak, ordunun önerdiği anayasada değişiklikler yapılmasını ya da muhalefet tarafından hazırlanan yeni bir anayasanın oylanmasını önererek, oy vermeme çağrısı yaptı. Ama RS aynı zamanda cuntanın anayasasını destekleyen İslamcı gruplarla bağlarını güçlendirdiği için, onun askerlerin anayasasına yönelik muhalefetinin içi boştu.

RS, 25 Şubat’ta, “25 Ocak Devrimi’nin İşçi Koalisyonunun Kuruluşuna Doğru” başlıklı bir açıklama yayımladı. Bu açıklama RS, Mısır Komünist Partisi, Tagdid ve Müslüman Kardeşler üyeleri tarafından imzalanmıştı. Açıklama, Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti (NPA) gibi grupları içeren Pablocu Birleşik Sekreterlik’in uluslararası yayın organı olan internet dergisi International Viewpoint tarafından yayımlandı.

Tarihi şiddet kullanarak grev kırıcılığıyla ve İslamcı terörle bağlantılı sağcı bir grup olan Müslüman Kardeşleri, sözde işçi sınıfıyla ilişkili bir koalisyona davet etme önerisi son derece gericidir.

Sahte sol, cunta ve eski rejim hakkındaki yanılsamaları teşvik etme konusunda elinden geleni yaptı. Protestolar Başbakan Ahmed Şefik’i istifaya zorladığı ve onun yerini 3 Mart’ta İsam Şeref (Mübarek döneminin, kısa bir süreliğine Tahrir Meydanı’ndaki gösterilere katılmış olan ulaştırma bakanı) aldığı zaman, RS, Şeref’i coşkuyla övdü. Onun “kurtuluş gösterilerine katıldığını” belirten RS, şunları yazdı: “Yeni başbakan, protestocuları yatıştırmak için, eski hükümetin tutulmayan bakanlarının çoğunu hemen değiştirdi.”

19 Mart’ta, düşük bir katılımla yapılan anayasa referandumu oyların yüzde 77’siyle kabul edildi. Mısır’daki cuntanın sahte sol tarafından desteklenen istikrarı, karşıdevrime, Ortadoğu çapında toparlanmak ve atağa geçmek için ihtiyaç duyduğu soluklanmayı sağladı.

Aynı gün, ABD, Britanya ve Fransız güçleri Libya’yı bombalamaya başladı.

Bundan birkaç gün önce, Suudi yardımıyla ve ABD’nin örtülü desteğiyle, Bahreyn’deki protestoculara karşı kanlı bir baskı başlatılmıştı. 23 Mart’ta, SKYK cuntası, grevleri ve gösterileri yasakladı. Bu yasak protestoları durdurmadıysa da, o günden beri binlerce Mısırlı işçi ve genç tutuklanmış, işkence görmüş ya da cuntaya muhalefetten askeri mahkemelerde mahkûm olmuş durumda.

Mısır ordusu Kahire’ye giriyor

Referandum, SKYK cuntasına karşı protestoları durdurmadı; protestolar 1 ve 8 Nisan günlerinde devam etti. Bununla birlikte, söylentilere göre 20 genç subayın protestoculara katılıp SKYK’nin devrilmesini talep etmesinin ardından Tahrir Meydanı’ndaki oturma eylemini ezen cuntanın tepkisi daha şiddetli oldu.

Sonraki aylar boyunca, Mısır halkının, devrim sırasında protestocuları öldürmekten sorumlu subayların etkili bir şekilde kovuşturulmaması, askeri mahkemelerdeki yargılamaların sürmesi ve kötü yaşam koşulları karşısındaki hoşnutsuzluğu arttı. Bu talepler, 27 Mayıs’taki gösteride yükselen “İkinci Devrim” çağrısı etrafında birleşti.

RS, kendisinin cuntayı “demokrasi yanlısı” bir güç gibi gösteren tanımlamasını aşan bu talebe karşı çıktı. RS üyesi Mustafa Ömer, 31 Mayıs’ta, ABD’deki Uluslararası Sosyalist Örgüt’ün yayını Socialist Worker’da, “Mısır’daki Mücadelenin Yeni Biçimi” başlıklı bir makale yayımladı. Orada şunları yazıyordu: “Baskıcı önlemlerine rağmen, Yüksek Konsey, 25 Ocak ayaklanmasının Mısır’ı bir şekilde kesin olarak değiştirmiş olduğunu anlamaktadır… Konsey, siyasi ve ekonomik sistemin daha demokratik ve daha az baskıcı olmasına olanak sağlayan iyileştirmeleri amaçlamaktadır.”

El Hamalavi, son gösterilerden ve katliamdan hiçbir şey öğrenmediğini kanıtlarcasına, 22 Temmuz’da Reuters’taki röportajında, cuntaya ilişkin Şubat ayındaki yorumlarını yineledi: “Onların [SKYK’deki generallerin] iktidarı sivillere devretme konusunda samimi olduklarını hissediyorum. Ama bu onların … Mısır’ın siyasi yaşamındaki rollerinden vazgeçecekleri anlamına gelmiyor.”

Bu yorum sinik ve saçmadır. Yüksek rütbeli subaylar, Mübarek rejiminin en önemli siyasi ve ekonomik omurgasıydı. Yasal açıdan bakıldığında, ordu, şimdi, SKYK yönetimi altında mutlak diktatörlük yetkisi kullanmaktadır. Sivil bir yönetimin kurulması ama ordunun “Mısır’ın siyasi yaşamındaki rolü”nden vazgeçmemesi durumunda, bu bir sivil rejim değil, askeri diktatörlüğün devamı için bir maske olur.

Sınıf mücadelesi, El Hamalavi’nin cuntanın demokratik eğilimlerine ilişkin hayallerini, El Baraday’ın göstermelik “düzen içinde değişim” umutlarından daha fazla dikkate almadı. 27 Haziran’daki bir kitlesel protesto cuntanın saldırısına uğradı ve onlarca kişinin öldüğü ve binden fazla protestocunun yaralandığı kapsamlı çatışmalara yol açtı. Grevler ve protestolar, 8 Temmuz’da, Mısır’ın dört bir yanındaki milyonlarca işçinin gösterileriyle ve başta devrim şehitlerinin ailelerinin Kahire’nin Tahrir Meydanı’ndaki eylemi olmak üzere çok sayıda meydanda düzenlenen oturma eylemleriyle birlikte arttı.

Sınıf mücadelesinin bu şekilde patlaması, sahte sol grupları çok daha açık şekilde karşıdevrimin kollarına attı. Onlar, 27 Temmuz’da, Mısır’daki siyasi güçlerin neredeyse tamamını (“sol”u, liberalleri ve İslamcıları) kapsayan bir “Birleşik Halk Cephesi”ne katıldılar. Bu cephe RS’nin, Devrimci Gençlik Koalisyonu’nun, Mısır Sosyalist Partisi’nin yanı sıra İslamcı Selefi Gençlik’i ve –devlet gazetesi Al Ahram’ın sözleriyle, “son derece”– faşist İslamcı parti Cemaati İslami’yi de içeriyordu. “Birleşik Halk Cephesi” partileri, “anlaşmazlık içeren konular”ı tartışmama konusunda anlaştılar.

Birleşik Halk Cephesi, 29 Temmuz’da, Tahrir Meydanı’nda bir gösteri çağrısı yaptı. Mısır’ın dört bir yanından yandaşlarını kamyonlarla Kahire’ye taşıyan Cemaati İslami, açıkça cuntayı destekleyen sloganlar haykıran yürüyüş koluna hakim oldu: “Tantavi, bizi işitiyor musun? Biz senin çocuklarının Tahrir’deki sesiyiz!”

Faşistlerin cuntayı desteklemesine şaşırmış ve kızmış numarası yapan sahte sol partiler, 31 Temmuz’da, onların oturma eylemlerine katılımını yasakladıklarını ilan ettiler. Onlar, neden Cemaati İslami’nin sözünü tutmasını ve “anlaşmazlık içeren konuları” gündeme getirmemesini beklemiş olduklarını ya da neden onun farklı şekilde davranmasını ummuş olduklarını açıklamadılar. Faşist bir partiyle ittifak kurmuş olduklarını da inkâr etmediler.

1 Ağustos’ta, ordu, Tahrir Meydanı’nda kalan son güçler olan şehit ailelerine saldırdı ve onları dayaktan geçirip oturma eylemine son verdi. Bu yenilgi, Ramazan Bayramı’nın başlamasıyla birlikte, siyasi mücadeleyi, okulların açılmasıyla başlayan son mücadelelerin patlamasına kadar durdurdu.

Sahte solun ihaneti ve orta sınıf perspektifi

Sahte solun Mısır’daki sicili bir ihanetler dizisidir. Sol, hatta sosyalist rolü takınırken, sağcı ve faşist güçlerle ittifak içinde, ABD destekli bir cunta diktatörlüğüne demokratik kimlik sağlama peşinde koşmuştur. SKYK’nin itibarını sarsmak ve işçi sınıfını devrimci, enternasyonalist bir programla donatmak için siyasi mücadele vermeye karşı çıkmış; bunun yerine, işçi sınıfının cuntayı devirmesi tehlikesine karşı, açıkça ordu yanlısı güçlerle birleşmiştir.

Bu sağcı politikalar, işçilerin ayaklanmasına çok da gizlemedikleri bir korkuyla yaklaşan orta sınıfın hali vakti yerinde tabakalarının bakış açısını yansıtmaktadır. Bu, RS’nin bağlı olduğu Britanya’daki SWP için Ortadoğu üzerine yazılar yazan Anne Alexander’in makalelerinde son derece açık biçimde görülmektedir. O, “Mısır’ın Demokratik Devriminin Gelişen Toplumsal Ruhu” başlıklı yazısında, “ayaklanma sırasında elde edilmiş olan siyasi demokratik kazanımların korunup geliştirilmesinin” nasıl olacağını sormaktadır. Alexander, açıkça, aslında sahte solun Mısır’da uyguladığı yöntemi –sağcı partilerle ve sendika bürokrasisiyle ittifakı– önermektedir.

Alexander, işçi sınıfının görevini, demokratik bir dış görünümü korumak için cunta üzerinde siyasi baskının sürdürülmesi olarak görmektedir. O şunları yazıyor: “Askeri önderliğin ve onun sivil müttefiklerinin burjuva demokrasisinin dış görünümünü sağlamlaştırmaya ne ölçüde çalışacağı ve bunun devrim öncesi duruma göre ne ölçüde genişletilmiş bir demokratik alan olacağı sorununu incelemenin yeri burası değil. Elbette, eğer bu yeni siyasi düzenin başlıca mimarları generallerse … bu istikrarlı ‘demokratik’ sistemin sınırları, muhtemelen, öncelikle kitlelerin onu açık tutma mücadelesine ne ölçüde hazırlıklı ve örgütlü olduğuyla belirlenecektir.”

Bu tespit, yanıttan daha çok soru yaratmaktadır. İşçilerin neden “burjuva demokrasisinin dış görünümü” ile tatmin olması gerekiyor? Eğer işçiler gerçekten “mücadeleye hazırlıklı ve örgütlü” ise –ki bu Alexander’in perspektifi değil– neden SWP onların cuntayı devirmesini ve sosyalist politikalar uygulamak üzere bir işçi devleti kurmasını istemiyor?

Bu tür öneriler Alexander’in ve onun gibi düşünenlerin aklına gelmez. Onlar bütün dikkatlerini “genişletilmiş demokratik alan” beklentisi ve cuntaya övgüler üzerinde yoğunlaştırmış durumdalar. Bu belirsiz formülün taşıdığı anlam her neyse, işçilerin uğruna devrime giriştiği taleplerin yerine getirilmesi değildir. İşçiler, kahramanca bir mücadele örneği sergilemiş olmalarına karşın, hâlâ çok düşük ücretlerle çalışıyor ve sömürülüyor; hâlâ cuntanın gerici politikalarını protesto ettiklerinde dövülme ve askeri mahkemelerde yargılanma tehdidi altında bulunuyorlar.

SKYK ya da bir başka baskıcı burjuva rejim altındaki bir “genişletilmiş demokratik alan”, işçi sınıfı için Mısır’da ya da uluslararası düzeyde herhangi bir kazanım değildir. Bununla birlikte, o, sahte sol partilerin adına konuştukları hali vakti yerinde kesimler için belirli kazanımları ifade etmektedir. RS önderliği sağcı partilerle birlikte toplantılara davet ediliyor, Mısır basınına ve uluslararası basına açıklamalar yapıyor ve eşi görülmedik reklam ve gelir kaynaklarına ulaşıyor.

Tahrir Meydanı’na doğru bir kitlesel gösteri

Bay El Hamalavi, makalelerini düzenli olarak Guardian’da yayımlatıyor ve BBC’ye çıkıyor. Amerikan TV kanalı Comedy Central’daki bir röportaj –yeterince uygun şekilde– RS’nin incir çekirdeğini doldurmayan Gigi İbrahim’ini “devrimin siması”na dönüştürdü ve kendisi şimdi Mısır’ı tartışan haber programlarında Hamalavi’ye katılıyor. Bu rolleri, BBC’nin Britanya hükümeti içindeki patronlarını ya da ABD’deki Comedy Central’ın sahibi Viacom şirketini kızdıracak bir şey yapmadıkları sürece, onlara belirli ödüller sağlamaktadır.

“Genişletilmiş demokratik alan”, gerçekte, egemen sınıfın siyasi kriz dönemlerinde, proletaryanın mücadelesini boğmakta hizmetine gereksinim duyulduğunda, orta sınıf sahte soluna sunduğu bir açılımdır. Alexander’in korumaya çalıştığı şey işte budur.

Alexander, işçilerin, devlet bürokrasisi ve sağcı güçler ile ittifak yoluyla kontrol altında tutulması ve bu tür ittifakların Marksist eleştirisine karşı aşılanması gerektiğinde ısrar ediyor.

Mübarek rejimine hizmet etmiş ve bürokratları o rejimin içinde önemli mevkileri işgal etmiş olan sendikaları göklere çıkarmaktadır. Alexander, sendikaların mücadele becerisi “önderliklerinin yapısına ya da iç örgütsel düzenlemelerine değil ama işçilerin mücadeleleriyle olan ilişkilerine ve devrimdeki genel güç dengesine bağlıdır. Demokratik olmayan, bürokratik sendikalar bile, hızla bölgeciliğin sınırlarını paramparça edebilecek olan en sınırlı talepler uğruna mücadeleler için bir fırlatma rampası olabilirler,” diye yazıyor.

Bu açıklama, Mısır devriminde yaşananları çarpıtmaktadır. Ocak ayında, Mısır’daki sanayi sendikalarının ezici çoğunluğu, sarı sendika Mısır Sendikalar Federasyonu (ETUF) tarafından denetleniyordu. Proletarya, ETUF aracılığıyla değil ama ona karşı mücadele etti. Gerçekten de, ilk protestolar sırasında, ETUF Başkanı Hüseyin Mogaver, sendika görevlilerinden, “bu aralar, işçilerin gösterilere katılımını engellemelerini” ve kendisini işçilerin protestolara katılma girişimleri konusunda 24 saat bilgilendirmelerini talep etmişti.

Alexander’in gerici savının en önemli noktası, “demokratik olmayan, bürokratik” örgütlerin bile işçi sınıfı için yeterince iyi olduğudur. Bu, onun açıkladığı üzere, RS’nin ve benzeri partilerin kendilerini “bir ölçüde solun girişimleri olan örgütlerle” sınırlamamaları gerektiği anlamına gelir: “Tersine, [bu] öncelikle, kitlelerin olduğu yerde olmak demektir.”

Kaçınılmaz sonuç, RS’nin Müslüman Kardeşler ya da Cemaati İslami gibi sağcı gruplarla birlikte (hatta onların içinde) çalışabileceği ve çalışması gerektiğidir. Dahası, Alexander bu tür ittifakların, sağcı karakterlerinden dolayı maruz kalacakları her türlü Marksist eleştiriden korunması gerektiğinde ısrar ediyor. O, RS’nin “sekterlik virüsünün işçi hareketine bulaşmasını ve örneğin, patronların yenilgiye uğratılması için gereksinim duyulan birliği baltalamasını durdurmasını” talep ediyor.

Bu, örtülü bir sansür ve yasaklama çağrısından başka bir şey değildir. Siyasi eleştiri işçi sınıfının grevlerdeki ve gösterilerdeki birliğinin parçalanmasını içermez. Marksist eleştiri, Tantavi’yi yenilgiye uğratmak, cuntayı devirmek ve Mısır’da ve uluslararası düzeyde sosyalizm uğruna mücadele etmek için bir perspektif sunar. Bu, sahte sol partilerin sağcı müttefiklerinin itibarını sarsmak için siyasi bir saldırıyı gerektirir ki Alexander’in sözde “sekterliğe” yönelik önleyici saldırısının engellemeye çalıştığı şey budur.

Mısır’daki sahte sol, işçi sınıfı içinde sosyalizm ve Marksizm uğruna mücadele eden bir parti inşası perspektifini oybirliğiyle reddetmektedir. RS, kapitalizm yanlısı bir temelde üye toplamayı umduğu İşçilerin Demokratik Partisi’ni (WDP) kurmuş durumda. RS’nin önderi Kemal Halil, WDP’nin sosyalist bir parti olmadığını, çünkü işçilerin “sosyalizmi desteklemeye hazır” olmadığını vurguluyor.

Tagdid’e gelince, o da benzer şekilde “radikalleşmiş işçiler ve sol eğilimli eylemciler küçük bir Leninist, devrimci sosyalist gruba üye olmak istemeyeceklerdir,” diye ısrar ediyor.

Tagdid’in önderleri gibi sahte sol eylemciler, Marksist bir partiye katılmak istemediklerini ileri sürdüklerinde doğruyu söylüyorlar. Onların, işçilerin kitle partisi değil ama küçük bir örgüt olacağı için sosyalist bir harekete katılmak istemedikleri biçimindeki açıklamaları ise bir aldatmaca ve siyasi moral bozukluğu tohumları ekme çabasıdır.

İşçi sınıfı, Mübarek’i devirirken, devrimci önlemlere hazır olduğunu göstermiş ve onun siyasi mücadeleye girme istekliliğini küçümseyen “aşırı sol”, kronik kötümserliğinin varmış olduğu düzeyi gözler önüne sermiştir. Her ne olursa olsun, gelişmelerin nesnel mantığı işçi sınıfını sosyalizme doğru itmektedir. Sosyalizm, işçi sınıfının yoksulluğa ve diktatörlüğe karşı muhalefetini, kapitalizmin toplumsal kemer sıkma ve savaş dürtüsünü bozguna uğratmak için bilinçli bir mücadeleye dönüştürmenin biricik zeminini sağlamaktadır.

Devrimci bir partinin başta küçük olacağı için yaşayamayacağı biçimindeki iddialara gelince, bu bir eylemsizlik savunusu ya da sınırsız bir oportünizmdir. Şu anda sahte sol da dahil, Mısır’daki hiçbir parti, özellikle işçi sınıfı içinde geniş bir yandaş kitlesine sahip değildir. Bir kitle partisi hâlâ kurulmuş değildir ve Tagdid ile RS’nin açıklamaları, yalnızca, onların sosyalist temelde bir kitlesel işçi partisinin inşasına olan düşmanlıklarını göstermektedir.

Alexander’in yorumları, sahte solun demokrasi uğruna mücadele ettiği iddialarını paramparça etmektedir. RS’ye ve SWP’ye göre, “demokratik olmayan, bürokratik” örgütler, işçiler için yeterince iyidir. Onlar ayrıca, açıkça, bir askeri diktatörlüğün Mısır için yeterince iyi olabileceğine inanıyorlar. Onların savunduğu tek hedef, cunta yönetiminin üst orta sınıfa sunduğu kazançlı “genişletilmiş demokratik alan”dır.

Batı emperyalizmi ve Mısır’ın orta sınıf “muhalefeti”

RS gazetecilerinin yeni keşfedilmiş ünlüleri, “genişletilmiş demokratik alan”ın Mısır’ın hali vakti yerindeki orta sınıfına sunduğu fırsatlar bakımından, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Sahte sol işçi sınıfının siyasi olarak boğazlanmasında daha fazla rol aldıkça, Ortadoğu devrimini durdurma konusunda kaygılı Batılı devletler bu toplumsal tabakaya para kaynakları akıtmaktadır. Söz konusu güçler de kendi adlarına, Batı’nın, özellikle de ABD’nin fonlar yaratan avanta trenine binmek için koşturuyorlar.

Bu ittifak, Batı emperyalizmi ile Mısırlı orta sınıf “muhalefeti” arasındaki ortak sınıf çıkarları üzerine kuruludur. Her ikisi de, cuntanın demokrasiyi kuracağı yanılsamasını pazarlayarak, işçi sınıfını zapt etmenin ve siyasi olarak devre dışı bırakmanın yolunu arıyor. Emperyalizm bu orta sınıf tabakalarını fazlasıyla ödüllendirmiş –ya da açıkça söylersek, satın almış– durumda.

Bu yüzden, Nisan ayında, Kahire’ye yeni atanan ABD Büyükelçisi Anne Patterson, Washington’ın “çeşitli sivil toplum kuruluşlarının [STÖ] ülkenin siyasi yaşamına katılmasına yardımcı olmak amacıyla” onlara 105 milyon dolar ayırmış olduğunu ilan etti. Jerusalem Post, ABD makamlarının şimdiden Mısırlı örgütlerden 1.000 tane finansman başvurusu almış olduğunu belirten raporlardan alıntı yaptı.

ABD yanlısı STÖ’lere bu tür kaynaklar sağlanması bir süredir gerçekleşmektedir. Al-Ahram gazetesi, Süveyş Kanalı Üniversitesi profesörlerinden Cemal Zahran’ın Bush yönetiminin ikinci dönemi sırasında (2005-2009) Washington’ın Mısır’a giden fonlarını altyapı yatırımlarından uzaklaştırarak “seçimleri gözlemleme ve insan haklarına ilişkin durumu araştırma alanlarında çalışan sivil toplum örgütlerini güçlendirmeye” yönlendirdiğini belirten sözlerini aktardı.

ABD’den yılda 1,3 milyar dolar mali destek alan Mısır ordusunun, sinik biçimde, Mısır devriminin yabancıların gerçekleştirdiği bir komplo olduğunu iddia etmek için ABD’nin STÖ’lere aktardığı fonlara gönderme yaparak baskıları haklı göstermeye çalıştığı herkes tarafından yeterince biliniyor.

Bu, elbette saçma. Devrimdeki asıl güç, sahte sol partilerin birkaç bin üyesi değil ama milyonlarca işçinin ve gencin mücadelesiydi. Yine de Batı emperyalizmi ile Mısırlı orta sınıf gruplar arasındaki bağlar inkâr edilemeyecek kadar açıktı ve ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı’nın (USAID) Mısır şefi Jim Bever 12 Ağustos’ta istifa etmek zorunda kaldı.

Batılı devletler ile Mısır sahte solu arasında –hem mali hem de fiili– önemli bağlantılar olduğu açık. Nitekim New York Times’a göre, 6 Nisan gençlik hareketinin kimi üyeleri Sırp örgütü Otpor tarafından eğitilmiş. Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’e karşı 2000 yılında gerçekleşen NATO destekli darbeye yardımcı olan Otpor, Doğu Avrupa’daki “renkli devrimler”in –başta Gürcistan (2003) ve Ukrayna (2004) olmak üzere batı yanlısı hükümetleri iktidara getiren siyasi darbelerin– örgütleyicilerini eğitmişti.

WikiLeaks tarafından yayımlanan Aralık 2008 tarihli bir ABD gizli yazışması, 6 Nisan hareketinin önderleri ile ABD görevlileri arasında doğrudan bağlar olduğunu doğruluyor. Yazışma, Kahire’deki ABD diplomatlarının, 6 Nisan hareketinin, anlaşıldığı kadarıyla çevresi geniş olan ve Mısır “muhalefeti” üzerine ayrıntılı raporlar veren bir üyesinden brifingler aldığını açığa çıkartıyor. Yazışmada adı kapatılan bu kişi, Washington’daki bir “Gençlik Hareketleri İttifakı” zirvesinden dönüyordu ve bu zirve boyunca çeşitli Kongre çalışanlarıyla görüşmeler yapmıştı.

Yazışmaya göre, “[adı kapatılmış] –Vefd, Nasırcılar, Karama ve Tagammu partileri ile Müslüman Kardeşleri, Kifaya’yı ve Devrimci Sosyalistleri içeren– çeşitli muhalefet güçlerinin, 2011’de yapılması planlanan devlet başkanlığı seçimleri öncesinde güçsüzleştirilmiş bir başkanlığı ve güçlendirilmiş bir başbakanlık ile parlamentoyu kapsayan bir parlamenter demokrasiye geçiş planını destekleme konusunda yazılı olmayan bir anlaşmaya vardıklarını iddia etti. [adı kapatılmış], bu planın yazılı hale getirilemeyecek denli hassas olduğunu ileri sürdü.”

Eğer bu doğruysa, öyle görünüyor ki sahte sol, Mısır ordusunun, Mübarek’in kendisinin yerine oğlu Cemal’i devlet başkanlığına getirme planını –o zamanki çoğu ABD diplomatı gibi– kabul etmeyen bir kesimiyle ittifak kurmayı planlıyordu. RS, Tagammu ve WikiLeaks yazışmalarında adı geçen diğer partiler bu ifşaat üzerine hiçbir yorum yapmadı.

ETUF’a bağlı olmayan sözde “bağımsız sendikalar” oluşturmayı planlayan bir diğer sahte sol girişim de Batı emperyalizmi tarafından destekleniyor. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 23 Şubat’taki bir basın toplantısında, bunu açıkça doğruladı: “Çok sayıda insanın bildiği gibi, ABD, Mısır’da sivil toplumu desteklemiştir. Hükümet, sendika örgütlemeyi desteklemekten hoşlanmadığı için, örgütlemeyi desteklemek üzere rejim karşıtı siyasi muhalefet adına bağışlarda bulunduk. Bu yıllar öncesine gidiyor.”

Mayıs ayında, Fransa’daki Yeni Anti-Kapitalist Parti’ye (NPA) bağlı SUD (Dayanışma, Birlik, Demokrasi) sendikasının görevlileri Mısır’a gittiler. “Bağımsız” sendikaları desteklediler ve onları örgütlemeye çalışan gruplarla buluştular.

SUD, Mısır’da “bağımsız” sendikalar kurmaya çalışan başlıca STÖ olan Sendika ve İşçi Hizmetleri Merkezi’nin (CTUWS), Oxfam’dan, Avrupa-Mağrip sendika ittifakından (SUD’u, İspanyol CGT’yi ve Cezayir’deki SNAPAP sendikalarını kapsıyor), Avrupa Sendikalar Konfederasyonu’ndan ve Amerikan AFL-CIO’dan parasal destek aldığını açıkladı.

Onlar, Mısırlı işçilerin yeni sendikalar kurma planlarına aldırmadıklarını keşfettiler. SUD’un raporu, bir iş müfettişi ve Tagdid’in üyesi olan, aynı zamanda yeni sendikalar kurmaya çalışan Fatma Ramadan’dan şu alıntıyı yapıyordu: “Bizim, üzerinde yükselebileceğimiz bir mirasımız yok; daha kötüsü, işçileri sendikalı olmanın yararı konusunda kuşkulu yapan kötü bir mirasa sahibiz. Onlar, yeni sendikaların eskilerinden nasıl farklı olabileceğini kavramakta zorlanıyorlar.”

Mısırlı işçiler, toplumsal gerçekliği, kapı kapı dolaşarak Washington’ın planlarını işçilere satmaya çalışan sahte solcu SUD bürokratlarından çok daha doğru şekilde kavramaktadırlar.

İşçi sınıfı cunta tarafından yönetildiği –ve işyerlerinde cuntanın sarı sendikaları ya da cuntanın Washington’daki destekleyicileri tarafından finanse edilen “bağımsız” sendikalar tarafından denetim altında tutuldukları– sürece, işçiler için “yeni” koşullar, eskisinden farklı olmayacaktır.

İşçilerin karşı karşıya olduğu kritik görev, cuntayla pazarlık yapmak için yeni sendikalar kurmak değil; cuntayı devirmek ve iktidarı almaktır. Mübarek ve Washington tarafından yönetilen toplumsal yoksunluğa son vermek için gerekli kaynakları sağlayabilecek tek şey, Mısır’ın ve dünya ekonomisinin kaynaklarını emekçilerin denetimi altına almaktır.

Sahte sol, devrime karşı çıkmak için Marksizme nasıl saldırıyor

Sahte solun sol bir eğilim kılığına girebilmesindeki başlıca etmen, sosyalistlere ait söylemi kullanmasıdır. Ancak o bunu, Marksizmin tarihsel ilkelerini ve devrimci içeriğini daha iyi reddetmek için yapmaktadır. Sahte solun her defasında Marksizmi çarpıtmaya, ona karşı çıkmaya ve saldırmaya zorlanmasının asıl nedeni, Marksizmin proletaryanın devrimci mücadeledeki pratiğine yol gösteren tarihsel olarak geliştirilmiş rehberi olmasıdır.

Sahte solun cuntaya olan desteğini Marksizmin sözlüğünden alınmış deyimlerle gizleme çabası, yalnızca, onun cehaletini ve kötü niyetini göstermektedir. Bu yüzden, Tagdid’den Fatma Ramadan, SUD bürokratlarına konuşurken, Mısır Sosyalist Partisi’nden Fethullah Mahrus’a gönderme yapıyor: “O, bizim, bir yanda sokağın diğer yanda ise ordunun olduğu bir ikili iktidar durumunda olduğumuzu söylemekten hoşlanıyor.”

Gerçekte, Mısır’da –Marksistlerin kullandığı anlamda– bir ikili iktidar bulunmamaktadır. Bunun sorumluluğu, büyük ölçüde, Tagdid, RS ve benzeri gruplara aittir. Onlar halk komitelerini dağıtmak için müdahale ettiler ve Mısır’daki cuntayı devirmek için savaşan, yeni bir devlet iktidarının zeminini oluşturabilecek olan işçi iktidarı organlarının gelişmesini engellediler.

Tagdid’in sokak protestolarına “ikili iktidar” adı vererek bu gerçeği gözlerden uzak tutma çabası sinik bir geçiştirmedir. Lev Troçki, Rus Devriminin Tarihi’nde, ezilen kitlelerin arzuları ile kapitalist devletin politikası arasındaki çatışmanın ikili iktidarı yaratmadığını belirtir: “Uzlaşmaz sınıflar toplumda her yerde vardır ve iktidardan mahrum bırakılmış bir sınıf kaçınılmaz olarak, hükümetin izlediği yolu kendi yararına yönlendirmeye çalışır. Bununla birlikte, bu, henüz toplumda iki ya da daha fazla iktidarın hüküm sürdüğü anlamına gelmez.”

Troçki, ikili iktidarı şöyle açıklar: “Bir devrimin tarihsel hazırlığı, ön devrimci dönemde, yeni toplumsal sistemi gerçekleştirmesi talep edilen sınıfın henüz ülkenin egemeni olmamakla birlikte, gerçekte devlet gücünün önemli bir bölümünü elinde topladığı, resmi yönetim aygıtının ise hâlâ eski efendilerin elinde olduğu bir duruma yol açar.”

Şunu sormak gerekiyor: Mısır’daki işçiler “devlet gücünün önemli bir bölümünü” ya da herhangi bir gücü, ellerinde toplamış durumda mı? Onlar, devrimci Rusya proletaryasının, burjuva Geçici Hükümet’e rakip bir iktidar odağı oluşturan ve sonunda Bolşevik Parti’nin önderliğinde onu deviren 1917’deki sovyetlerine benzer kurumlar oluşturdu mu? Yanıt, ne yazık ki, hayır.

Mübarek’e ve onun katillerine karşı mücadele sırasında kendiliğinden oluşan yaygın mahalle komiteleri, bu tür organlara dönüşme potansiyeline sahipti. Ancak, görmüş olduğumuz gibi, sahte sol gruplar, mahalle komitelerinin yerlerini Müslüman Kardeşler üyelerinden ve kendi önderlerinden oluşan konseylerin alacağını iddia ederek bu komiteleri dağıtma mücadelesi verdiler.

Mısır’da ikili iktidarın olmamasının nedeni, işçilerin ona hazır olmaması değil, Mısır’daki siyasi örgütlerin (öncelikle de sahte sol partilerin) ona karşı mücadele etmiş olmasıdır. Onlar, işçilerin, askeri diktatörlük tarafından sağlanacağı varsayılan “genişletilmiş demokratik alan” ile yetinmelerinde ısrar ettiler.

Mısır devrimi, aynı diğer devrimler gibi, ordu sorununu olağanüstü keskinliğiyle ortaya koydu. Generaller devleti yönetiyor, ekonominin büyük bölümüne sahipler, Washington ile birlikte dolap çeviriyor ve son tahlilde Mısır’daki halk ayaklanmasını kanla bastırmaya yetecek büyüklükteki tek güç olan ordudaki askerleri yönetiyorlar. Mısır’da herhangi bir ciddi demokrasi mücadelesinin görevi, askerleri sosyalist devrime kazanmak ve subayların otoritesini kırmak olacaktır.

Sahte solun bu tür bir perspektife karşı çıkmasının temel nedeni, El Hamalavi’nin ve diğer RS üyelerinin değerlendirmelerinden anlaşılıyor. Onlar, cuntayı ve subayları demokrasiye geçişin temel taşı olarak görüyorlar. Bu bakış açısından hareket edildiğinde, subayların askerler üzerindeki otoritesini ortadan kaldırma mücadelesi tehlikelidir. Sahte solun sözde demokrasiye geçişe önderlik edeceklerine bel bağladığı askeri despotları uzaklaştırma riskini barındırmaktadır.

Büyük Marksistlerin devrimci proletaryanın orduya ve devlete ilişkin tutumu konusunda yazdıkları son derece açıktır. Lenin, Devlet ve Devrim’de, “Marx’ın, işçi sınıfının ‘hazır devlet aygıtını’ basitçe ele geçirmekle yetinmeyip, onu parçalaması ve dağıtması gerektiği biçimindeki düşüncesini” onaylayarak aktarmıştı.

Orduya gelince, Friedrich Engels, Karl Marx’a yazdığı 26 Eylül 1851 tarihli mektubunda şunu belirtmişti: “Dağılmış bir ordu ve disiplinin bütünüyle çökmesi, her başarılı devrimin hem koşulu hem de sonucudur.”

Sahte solun cuntaya ve Mısırlı subaylara olan desteği, yalnızca onun Mısır egemen sınıfıyla ve dünya emperyalizmiyle olan bağlarını değil ama Marksizmin işçi sınıfının devrimci rolüne yaptığı vurguya olan derin düşmanlığını da yansıtmaktadır. Anne Alexander’in 2006’da yazdığı “Süveyş ve Arap Milliyetçiliğinin Doruk Noktası” başlıklı makalesinde belirttiği gibi, SWP ve sahte sol, Marksizmin işçi sınıfının devrimdeki öncü rolü üzerindeki ısrarının yanlış olduğuna inanmaktadır.

Alexander, orada, 1956 Süveyş Krizi üzerinde yoğunlaşarak, Kral Faruk’a karşı, Mısır’daki Britanya egemenliğine son veren bir darbeyle 1952 yılında iktidara gelen Nasır’ın rolünden bahsetmektedir. O zaman Nasır, Süveyş Kanalı’nı ulusallaştırmış ve Mısır, Britanya’nın, Fransa’nın ve İsrail’in kanalı zorla geri alma girişimini püskürtmüştü. Stalinistlerin kendi rejimine karşı herhangi bir devrimci muhalefet örgütlemeyeceğinden emin olan Nasır, Süveyş Limanı’nda ve çevresinde halk direnişi örgütlemek için yüzünü Stalinist Mısır Komünist Partisi’ne dönmüştü. Sovyetlerin müdahale tehdidi ve ABD’nin müdahaleyi onaylamadığını göstermek amacıyla Britanya sterlinine olan desteğini çekmesine ek olarak, halk muhalefeti, Fransız-Britanya müdahalesini durdurmuştu.

Alexander’a göre, Nasır’ın iktidarı elinde tutması, işçi sınıfının önder rolü üzerinde ısrar eden Lev Troçki tarafından formüle edilen, sömürge ülkelerde sosyalist devrim perspektifini geçersiz kılmaktadır.

“Troçki”, diye yazıyor Alexander, “işçi sınıfının demokratik devrimi başarıya götürebilecek tek sınıf olduğu konusunda Lenin ile hemfikirdi ama bir kez iktidara geldiğinde, işçi sınıfının kendisini basitçe bir burjuva demokratik devlet kurmakla sınırlayamayacağını öne sürdü. O şöyle diyordu, ‘demokratik devrim derhal sosyalist devrime doğru gelişir ve böylece bir sürekli devrim haline gelir.’… Troçki’nin öngörüleri, II. Dünya Savaşı sonrasındaki ulusal devrimler dalgasında doğrulanmadı. Bir ülkeden diğerine sömürgecilik yanlısı eski rejimler devrildi ama işçi sınıfı ya da köylülük tarafından değil. Bunun yerine, devletin denetimini aydınların ya da ordunun belirli hizipleri ele geçirdi.”

Bu yorum, SWP’nin ve onun uluslararası fikirdaşlarının ulusalcı bakış açılarının somut bir örneğidir. Onlar, subayları ve aydınları tarihin itici gücü olarak görürler. Nasır’ın Mısır’da 1952’de iktidara gelmesi olgusunu, sosyalist perspektifin yanlış olduğunun kanıtı; kendilerinin SKYK cuntasına, Mısır ulusal devletine ve onların arkasındaki Batı emperyalizmine yönelmelerinin haklı nedeni olarak kabul ediyorlar.

Alexander, eğer demokratik devrim onun iddia ettiği gibi Nasır tarafından bütünüyle gerçekleştirildiyse, neden işçi sınıfının şimdi Nasır’ın siyasi mirasçıları önderliğindeki müflis diktatörlüğe karşı devrimci bir mücadelenin öncüsü içinde olduğunu açıklamıyor. Gerçekte, 1950’lerin Mısır’ında işçi sınıfının bastırılması, demokrasi mücadelesinin başarısızlığı anlamına geliyordu. Ama Alexander bu konulara girmiyor. Çünkü onun orta sınıf bakış açısı, onu Troçki’nin ilkesiz bir eleştirisini yapmaya ve Nasırcılık ile Stalinizme siyasi uyarlanmaya sürüklemektedir.

Nasır, dışarıda, başlangıçta Washington’ın Britanya emperyalizminin Mısır üzerindeki egemenliğini koruma çabalarına karşı çıkmasına, ardından da emperyalist müdahale tehdidini sınırlandırmak için Sovyet bürokrasisine yaslanmıştı. İçeride ise, Kremlin’in politikalarına uygun olarak Arap dünyasında sosyalist devrime karşı çıkan Mısır Komünist Partisi’ne güveniyordu. Bu siyasi destek, sömürgecilik sonrası rejimin işçilere verdiği toplumsal ödünler eliyle teşvik edilmişti.

Nasır rejimi, aynı zamanda, işçilerin bağımsız mücadelelerini kanlı biçimde ezdi. 1952’deki ünlü Misr tekstil şirketindeki grevde oynadıkları rolden dolayı Mustafa Hamis ve Muhammed el-Bakri adlı iki işçiyi idam etti. Mısır Komünist Partisi, buna rağmen onu destekledi. 1956’da, Nasır’ın sosyalizmi inşa etmekte olduğunu savunarak kendisini dağıtma kararı alan Mısır Komünist Partisi, Nasır’a yönelik işçi sınıfı muhalefetini sınırlandırmaya çalıştı.

Nasır rejiminin işçi sınıfının bağımsız mücadelelerini baskı altına alabildiği ve emperyalizm ile Sovyetler Birliği arasında dengenin sürdüğü tarihsel dönem kısa ömürlü oldu. Yom Kippur Savaşı’nın ardından, Nasır’ın iktidara gelmesinden yalnızca 22 yıl sonra, onun halefi Enver Sedat, yabancı sermayeye açılım (infitah) ve ABD emperyalizmi ile diplomatik işbirliği politikasını uygulamaya başladı. Sedat’ın, Mısırlı işçilerin emperyalizme ve Siyonizme karşı ortak bir mücadele için İsrail proletaryasına yönelik her türlü çağrısını bastırma temelinde İsrail ile barışı sağlayan 1978 Camp David anlaşmalarını imzalaması buna dahildi.

Mısır’ın ABD’nin koruması altında dünya kapitalist ekonomisine entegre edilmesi, işçi sınıfının hem toplumsal gücünün hem de onun üzerindeki ekonomik baskının daha da artmasına yol açtı. Mısır siyasi yaşamının arka planında biriken bu sınıfsal çelişkiler, şimdi, yankıları dünyanın dört bir yanına yayılan devrimci mücadelelerde patlamaktadır.

Alexander, SWP ve onların uluslararası fikirdaşları, küçük burjuva bakış açılarından dolayı, emperyalizm ve Stalinizm konularında sessizler. Onlar, Nasır’dan ve Mısır ordusundan siyasi olarak büyülenmiş şekilde, bugün Mısır’daki rejim emperyalizmin doğrudan ajanı işlevi görmesine rağmen, Mısır Komünist Partisi’nin Nasır zamanında yaptığı gibi işçi sınıfını ordunun emri altına sokmaya çalışıyorlar.

Troçki’nin işçi sınıfının devrimci mücadeledeki önder rolü üzerindeki ısrarını doğrulayan 2011 Mısır devrimi, bu yönelime ağır bir darbe indirmiştir. Yönettiği rejimi her türden demokratik iyileştirmeye kökten düşman olan ve bütünüyle emperyalizme hizmet eden Mübarek’i deviren işçi sınıfıydı.

Troçki’nin sürekli devrim teorisi, kapitalist sınıfın, 18. yüzyılda ABD’deki ve Fransa’daki burjuva devrimlerinde yapmış olduğu gibi, demokrasi uğruna mücadelelere artık önderlik edemeyeceğini savunur. Proletaryadan korkan ve –Mısır gibi eski sömürge ülkelerde– emperyalizme bağımlı olan kapitalistler, kendi ülkelerinde demokratik yönetime karşı çıkarlar. Demokrasi, yalnızca, ulusal ve uluslararası ekonominin bütün kaynaklarını işçilerin ve ezilen kitlelerin denetimi altına sokacak olan dünya sosyalist devrimi uğruna mücadelesinin bir parçası olarak işçi sınıfı tarafından kurulabilir.

Sürekli devrim teorisini siyasi mücadeleye karşı bir teori olarak sunarak işçi sınıfı içinde onun saygınlığını zedelemeye çalışması, sahte solun ihanetinin tipik özelliğidir. Bu yaz, işçi sınıfı içinde bir ikinci devrim yönünde talepler oluştuğunda, RS, “İkinci Devrim Değil Ama Rejimin Devrilmesine Kadar Sürekli Devrim” başlıklı berbat bir açıklama yayımladı.

İşçilerin ikinci bir devrim talebini Troçkizme ve sürekli devrim teorisine karşıymış gibi göstermek, tam bir sahtekârlıktır. Sürekli devrimi gerçekleştirme mücadelesi, yalnızca işçi sınıfının cuntayı devirmek üzere yeniden atağa geçmesi biçimini alabilir ki işçilerin “ikinci devrim” çağrısıyla talep ettikleri şey tam da budur. İşçiler bu mücadele içinde, sahte solun sağcı, küçük burjuva ve Marksizm karşıtı kararlı bir hasım olduğunu görecektir.

İşçi sınıfının yeni bir siyasi önderliğe ihtiyacı var

Mısır devriminin ilk ayları, işçi sınıfının devasa toplumsal gücünü; diktatörleri devirebilme, ülkedeki yaşamı baştan sona durdurabilme ve devlet baskısına karşı örgütlenebilme becerisini göstermiştir.

Bununla birlikte devrim, kendiliğinden eylemin sınırlarını da göstermiştir. Siyasi önderlikten mahrum olan grev komiteleri ve halkın öz savunma grupları ya dağıtılmış ya da sönümlenmeye terk edilmiştir. Siyasi inisiyatif, cuntaya ve onun orduyu, bankaları ve devlet aygıtını denetleyen emperyalist tertipçilerine bırakılmıştır.

Devrim, ona kökten düşman olan mevcut siyasi partiler altında zafere ulaşamaz, hatta ilerleyemez. Bu partilerin devlete ve sendika bürokrasilerine verdikleri destek, Mısır egemen sınıfını, Libya’da rejim değişikliği için yeni sömürgeci bir savaş başlatmış olan ve şimdi de Suriye’yi, İran’ı ve başkalarını savaşla tehdit eden Batı emperyalizminin temsilcileriyle birlikte baskıcı ve karşıdevrimci komplolar kurmada özgür bırakmıştır.

Mısır’daki işçilerin, SKYK cuntasını devirmek, bir işçi devleti kurmak ve sosyalizm uğruna uluslararası mücadelenin parçası olarak Ortadoğu’da emperyalist egemenliğe son verme mücadelesine girişmek için yeni, devrimci bir partiye ihtiyacı var.

Küresel kapitalizm, özellikle Amerika ve Avrupa’daki emperyalist merkezlerde, Büyük Bunalım’dan bu yana yaşadığı en derin ekonomik krize girmiş durumda. Bu durum, küresel düzeyde bir toplumsal kriz ve uluslararası işçi sınıfı içinde yükselen bir muhalefet yaratıyor. Dünya sosyalist devrimi uğruna bir mücadelenin ön koşulları, Troçki’nin ve önde gelen Marksistlerin sürekli devrim teorisinde öngörmüş ve açıklamış oldukları gibi bir araya geliyor.

Çözülmemiş en önemli sorun, işçi sınıfının önderlik krizi olmayı sürdürüyor. Mısır’daki devrimci mücadelenin ilk ayları, sahte sol partilerin çarpıcı biçimde teşhir olmasını sağladı. Onlar bu tür bir önderlik için zemin değil ama işçi sınıfının devrimci bir perspektifle yeniden silahlandırılması için acımasız siyasi eleştiriye tabi tutulması gereken bir engel oluşturmaktadırlar.

Proletaryaya derinden düşman sınıf güçlerine –Batı emperyalizmine, İslamcı harekete ve bizzat cuntaya– bağlı olan bu partiler, sosyalizm mücadelesine şiddetle karşı politikalar peşinde koşmakta ve perspektifler geliştirmektedirler. Onlar, işçi sınıfının mücadeleleri üzerinde etkilerini koruyabildikleri ölçüde, yenilgiler, moral bozukluğu ve karşıdevrimin zafer kazanması tehlikesini doğurmaktadırlar.

Mısır’daki ve Ortadoğu’daki sosyalist işçilerin, aydınların ve gençlerin karşı karşıya olduğu ilk görev, bu partilerin siyasi olarak en bilinçli işçiler üzerindeki etkisini kırmak ve bu kesimler içinde işçi sınıfına mücadelede önderlik edecek devrimci bir partiyi inşa etmektir.

Bunun siyasi temeli, sürekli devrim teorisi ve Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin (DEUK) Troçkizmin ve Marksizmin tarihsel ve programatik temellerinin devrimci sürekliliğini savunma mücadelesidir.

DEUK, Mısır devriminin yeni bir uluslararası devrimci mücadeleler dönemindeki ilk büyük deneyimi ifade ettiğine inanmaktadır. Siyasi bir yayın organı olarak Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni, dünyanın dört bir yanındaki işçi sınıfı mücadeleleri hakkında bilgi vermek, onları birleştirmek ve onlara siyasi önderlik sağlamak için oluşturmuştur. DEUK, Mısır’daki, Ortadoğu’daki ve dünya genelindeki okurlarını sürekli devrim perspektifi uğruna mücadeleye ve kendisine katılmaya çağırır.

21 Kasım 2011

Loading