Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun son toplantısının ardından Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk Türkiye’de yaklaşık on milyon işçiyi ilgilendiren 2021 yılı asgari ücret tutarını açıkladı. Yeni asgari ücret sadece 500 liralık artışla 2 bin 825 lira oldu.
COVID-19 pandemisinin yarattığı yıkımın ortasında asgari ücretteki bu artış işçilerin yaşam standartlarındaki düşüşü karşılamaktan çok uzak. Pandemi boyunca işçiler ve aileleri bir yandan hastalığa yakalanır ve işe dönmeye zorlanmalarının bedelini canlarıyla öderken, diğer yandan egemen sınıfın ağır toplumsal saldırısıyla karşı karşıya kaldılar.
Her yılın son ayında sonraki yılın asgari ücretini belirlemek için toplanan 15 kişilik Asgari Ücret Tespit Komisyonu, 5 işveren sendikası (TİSK) temsilcisi, 5 en büyük işçi sendikası konfederasyonu (Türk-İş) temsilcisi ile 5 hükümet temsilcisinden oluşuyor. İşçiler her gün tamamen dolu taşıma araçları ile tehlikeli koşullarda çalışmaya gönderilirken, komisyon üyeleri toplantılarını güvenli bir şekilde çevrimiçi düzenlediler.
Bu görüşmeler, katılımcıların işçi sınıfındaki öfkeyi boğmak için önceden belirlenmiş rolleri oynadığı siyasi bir tiyatrodur. Devlet yetkilileri, sözde “tarafsız” veya “arabulucu” rolü oynasa da aslında büyük bankaların ve şirketlerin kârlılığını ve küresel rekabet gücünü artırmak için çalışıyorlar. Büyük sermaye temsilcileri, sendika yöneticilerinin açık veya gizli işbirliğiyle işçi sınıfını her yıl daha da yoksullaştırmaya uğraşıyor.
Karar için oy çokluğu yeterli olurken son yirmi yılda 4 kez oybirliği ile karar alındı. Türk-İş yetkilileri, işçiler arasındaki muhalefeti kontrol altına almak ve başka yöne çevirmek amacıyla bu dönemde 14 kez karşı oy kullandılar.
Hükümetin pandemi politikasına karşı işçi sınıfı içindeki patlayıcı öfkenin ortasında, Türk-İş, son görüşmelerin ardından asgari ücret zam teklifine sözde karşı çıkmak zorunda kalarak, “İşçi kesimi olarak, işveren ve hükümet kesimi temsilcilerinden net 3 bin liranın üstünde bir teklif bekledik” açıklamasını yaptı. Ancak tahmin edilebileceği gibi, Türk-İş veya diğer sendika konfederasyonları, görüşmeler sırasında veya sonrasında bu talebi yerine getirmek için herhangi bir grev çağrısında bulunmadı.
Türk-İş temsilcileri, kararın kendi oylarına bağlı olmadığını bildikleri için muhalif pozu takınmakta rahatlar. Gerçekte ise işçi sınıfının da masada olduğu yalanını yayarak bağımsız bir işçi sınıfı muhalefetinin açığa çıkmasını engellemeye çalışıyorlar. Çıkarları ve toplumsal konumları kapitalist sınıf ve onun devleti ile bütünleşmiş olan sendika bürokratları, işçi sınıfının kitlesel mücadelesinden en az kapitalistler kadar korkmaktadır.
Yaklaşık 40 yıldır uygulanan toplumsal karşıdevrim politikalarının sonucunda yaklaşık 10 milyon işçi, yani tüm ücretli işçilerin neredeyse yarısı, sefalet anlamına gelen asgari ücrete mahkûm edilmiş durumda. Burjuvazi, kapitalizm yanlısı sendikaların yardımıyla, bilinçli bir şekilde, asgari ücreti Türkiye’de ortalama ücrete dönüştürmeye çalışıyor. 40 yılı aşkın sürelik kapitalist küreselleşme döneminde, Türkiye işçi sınıfı, uluslararası ve yerel yatırımcılar tarafından dizginsizce sömürülmek üzere bir ucuz işgücüne dönüştürüldü.
Asgari ücret, Türkiye’deki proleterleşmeye ve artan toplumsal eşitsizliğe paralel olarak evrimleşti. Türkiye’nin hâlâ geniş bir tarımsal nüfusa sahip olduğu 1978 yılında kişi başına milli gelirin yüzde 3,4 üzerinde olan asgari ücret, aradan geçen 42 yılda kişi başına milli gelirin yüzde 40 altına düştü. Aynı zamanda ücretler sert biçimde asgari ücrete doğru düşürüldü: 2006 yılında aylık ortalama ücret geliri asgari ücretin yaklaşık 2 katı iken, 2019’da asgari ücretin 1,41 katına gerilemiş durumda.
Ücretleri Doğu Asya ülkelerindeki düşük ücretlerle rekabet edebilecek düzeyde tutma politikaları sonucunda Türkiye, asgari ücret sıralamasında Avrupa’da Arnavutluk’tan sonra ikinci sırada yer alıyor. 2020 yılı için asgari ücreti 2.374 TL ile Çin’deki asgari ücret seviyesine oldukça yakındı.
Asgari ücret, dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenebilmesi için gereken aylık gıda harcaması olan açlık sınırına yakın bir seviyede. Türk-İş’in yaptığı araştırmaya göre, Kasım 2020’de dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 2.516,67 TL iken yoksulluk sınırı 8.197,62 TL idi. Bekâr bir işçinin “yaşama maliyeti” ise aylık 3.073,63 TL olmuştu.
Pandemi sırasında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin uyguladığı politikalarla ücretler hayat pahalılığı karşısında erimiş durumda: Milyonlarca işçi ya işsiz kaldı ya da aylık sadece 1.170 TL alarak ücretsiz izne gönderildi ve işçi sınıfının genel yoksullaşması görülmemiş bir hız kazandı.
Tüm dünyada ve Türkiye’de, düşük faizli krediler ve teşvik paketleriyle egemen sınıfın kasasına milyarlar pompalanırken, bu borcun, artan sömürü ve sosyal haklara yönelik şiddetli saldırılarla işçi sınıfı tarafından ödenmesi gerekiyor.
Erdoğan hükümeti, yüz binlerce, hatta milyonlarca işçi için zorunlu “ücretsiz izin” sürecini, burjuva muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) desteğiyle Temmuz 2021’e kadar uzatmış durumda. İşçiler işsizlik fonundan ayda yalnızca 1.170 TL alarak ücretsiz izne çıkmaya zorlanıyorlar. Ayrıca iki milyondan fazla işçiye de kısa çalışma ödeneği dayatılıyor.
İşçi sınıfı yoksullaşırken, hükümet mali oligarşinin kâr çıkarlarını insan hayatının ve toplumsal ihtiyaçların önüne koyuyor. 21 Aralık günü COVID-19 kaynaklı ölü sayısı, pandeminin ilk kez tespit edildiği 11 Mart’tan bu yana en yüksek seviye olan 254 kişiye kadar yükseldi. Kasım ve Aralık ayları boyunca Türkiye’de günlük vaka sayısı 30 bin civarındaydı.
Fakat aynı esnada bir avuç seçkin devasa bir servet kazanıyor. BİST 100 borsa endeksi, 23 Mart’taki en düşük seviyesinden (842 puan) bu yana yüzde 75 arttı ve yılı tarihi zirvesi olan 1.476 puanla kapadı. Aynı dönemde gerçek işsizlik yüzde 30’un üzerine çıkarken, Ocak 2020’de yaklaşık olarak 385 dolar civarına denk gelen asgari ücret dolar bazında yüzde 20 civarında azaldı.
Koç Holding, Ocak-Eylül 2020 döneminde, dönem net kârını 2019’un aynı dönemine göre yüzde 94 artışla 8,481 milyar TL’ye yükseltti. Büyük şirketlerin ve bankaların kârları artarken, hükümetin oligarşiyi zenginleştirmek için izlediği canice “sürü bağışıklığı” politikası nedeniyle 300’den fazla sağlık emekçisi dahil olmak üzere binlerce işçi hayatını kaybetti.
Pandemi süresince yaşanan toplumsal sefaletteki genelleşme, trajik bir şekilde işçiler arasında intiharları da artırmış durumda. Geçtiğimiz günlerde pandemiden sonra işsiz kalan ve herhangi bir sosyal destekten yararlanamayan bir müzisyenin İstanbul’da intihar ettiği açıklanırken, Samsun’da 45 yaşındaki bir kişi eline “iş” ve “aş” yazarak hayatına son verdi.
Bakan Selçuk’un son günlerdeki intiharlar konusundaki sorulara verdiği yanıt, egemen sınıfın işçilerin yaşamları ve geçimi karşısındaki duygusuz kayıtsızlığını özetliyordu. Selçuk’a göre, “Türkiye’de yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk sorun olmaktan kalktı.”
Dünya Sosyalist Web Sitesi, başından itibaren pandemiyle mücadeleyi sadece tıbbi bir konu olarak görmemiş, bunu aynı zamanda işçi sınıfının kapitalist sisteme karşı küresel ölçekte toplumsal ve siyasi bir mücadelesi olarak ele almıştır.
Pandemiye karşı ileriye giden yol, uluslararası işçi sınıfının egemen sınıfın canice politikalarına karşı bağımsız siyasi müdahalesinden geçmektedir. Bütün işçileri kapitalizm yanlısı sendikalardan bağımsız iş güvenliği taban komiteleri kurmaya ve kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesi perspektifiyle uluslararası bir siyasi genel greve hazırlanmaya çağırıyoruz.