Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hükümetinin, ekonomiyi egemen sınıfın çıkarları doğrultusunda siyaset kurumunun ve sendikaların yardımıyla geri açmasından beri, koronavirüs pandemisi, dünyanın dört bir yanında olduğu gibi Türkiye’de de kontrolden çıkmış durumda. Türkiye’deki toplam resmi vaka sayısı Perşembe günü 286.455’i geride bırakırken ölü sayısı 6.895 idi. Günlük vaka sayısı 8 Eylül’de 1.761 ile 15 Mayıs’tan bu yana en yüksek seviyeye çıktı.
Gerçek sayılar ise kuşkusuz çok daha fazla. Çeşitli illerden sağlık emekçileri sosyal medyada durumun hiç bu kadar kötü olmadığını belirtirken, resmi rakamlar Türkiye’de kaydedilen en kötü dönemin hâlâ çok gerisinde.
Bu ölümcül koşullar altında hükümet, resmi muhalefet partileri ve onların müttefiki sendikaların desteğiyle 21 Eylül'de Türkiye genelinde okulları yeniden açmaya hazırlanıyor. Türkiye'de ilk ve orta öğretim okullarında yaklaşık 18 milyon öğrenci ve bir milyon öğretmen var. Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen), Ağustos ayı sonunda, okullarda yeni öğretim yılına hazırlanan öğretmenler arasında pozitif vakalar tespit edildiğini açıklamıştı.
Ancak yine aynı Eğitim-Sen, Pazartesi günü, “Eğitim-Sen bir an önce yüz yüze eğitimin başlaması gerektiğini düşünmektedir” açıklaması yaparak hükümetin politikasına desteğini açıkladı. Bu, hükümet, sözde muhalefet partileri ve sendikalar arasında işçilere ve ailelerine karşı gerici işbirliğinin sadece bir başka örneğidir.
Türk Tabipler Birliği (TTB) Başkanı Sinan Adıyaman geçtiğimiz hafta valiliklerin yaptığı açıklamalarla hükümetin açıkladığı rakamlar arsındaki çelişkiye işaret ederek koronavirüs krizinin büyümesine dikkat çekti.
RS FM’e konuşan Adıyaman şunları söyledi: “Testler 214 merkezde yapılıyor şimdi. Doktor arkadaşlar hastalarının test sonuçlarını öğrenemiyor. Onlar bakanlıkta bir merkeze gidiyor ve 2- 3 kişi biliyor. 'Şeffaflık' diyorsanız bu gizlilik niye? Bu merkezlerle neden gizlilik sözleşmesi imzalıyorsunuz? Ne saklıyorsunuz? Bu rakamların gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı…”
Adıyaman hükümeti eleştirerek başkentteki korkunç duruma dikkat çekti: “Ankara’da kamuda çalışan diş hekimi arkadaşlarımız var filyasyona katılıyorlar onlar bu testleri yapıyorlar. Gelen bilgiler günlük 2 bin vaka civarında Ankara’da. Neyi saklıyorsunuz ki? İnsanlar ölüyor. Hekimler, sağlık çalışanları ölüyor. Gerçekleri söyleyin ki insanlar ona göre tedbirini alsınlar.” Ankara Tabip Odası Başkanı Ali Karakoç, sadece bir hafta sonra, Çarşamba günü yaptığı açıklamayla, Ankara'daki yeni vaka sayısının günde 4 bine ulaştığını iddia etti.
TTB, Ağustos ayı sonunda yaptığı açıklamada ayrıca Türkiye’de “hayatını kaybeden sağlık çalışanı oranının dünya genelinde ilk sırada yer aldığını” belirterek biran önce gerekli adımların atılması çağrısında bulunmuştu. Adıyaman’ın son açıklamasına göre 32’si doktor olmak üzere en az 80 sağlık emekçisi hayatını kaybetti.
Geçen hafta Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 29.865 sağlık çalışanının koronavirüse yakalandığını ve 52'sinin yaşamını yitirdiğini belirtmişti.
Hükümetin pandemiye verdiği ölüm saçan yanıt, işçi sınıfının tüm kesimleri arasında öfkeye neden oluyor. 31 Ağustos'ta bir doktorun daha hayatını kaybetmesinin ardından, Prof. Dr. Elif Dağlı, sağlık emekçileri arasında artan mücadele isteğini şöyle dışa vuruyordu: “Sınıf arkadaşlarım üzüntü değil öfke içinde, bu ölümler kader değil. Sağlık çalışanlarından toplu iş bırakma sözleri duyuyorum.”
Ekonominin yeniden açılması ile birlikte artan vaka ve ölüm sayıları, bankaların daha fazla kâr elde etmesi için fabrikalara ve işyerlerine çalışmaya gönderilen işçiler arasında özellikle yoğunlaşıyor. Pandemi, Türkiye çapında her biri hakkında ayrı ayrı haber verilemeyecek kadar çok fabrika ve işyerini etkiliyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin en büyük ve Avrupa'nın ise en büyük fabrikalarından biri olan beyaz eşya üreticisi Vestel, egemen sınıfın canice politikasına örnek teşkil ediyor. Şirket yılın ilk yarısında kârını 17 kat artırırken fabrikasında bin dolayında vaka var ve en az 8 işçi hayatını kaybetti.
Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nde yer alan ve toplamda 16 bin kişinin çalıştığı fabrikadaki salgın durumu üzerine TTB bir rapor hazırlamıştı. Vestel yönetimi, mahkemeye başvurdu ve rapora ilişkin haberlerin yayınlanmasını yasaklayan bir karar çıkarttırdı. Rapor, semptom gösteren işçilerin hastaneye başvurusunun engellendiğini, önlemlerin yetersiz olduğunu ve işçilerin günde 12 saat çalıştırıldığını belirtiyordu. Ayrıca Vestel’de işyeri hekimi olarak görev yapan bir aile hekiminin işine “iş yerine ait bilgileri sızdırmak” iddiasıyla son verildi.
Manisa Tabip Odası Başkanı Dr. Şahut Duran’ın açıklamasına göre, Vestel fabrikasındaki işçiler “kendi seslerini duyurmak için … platformlar” oluşturdular. İşçiler arasında artan militanlığa ve mücadele isteğine işaret eden bu gelişme, Dünya Sosyalist Web Sitesi'nin dünya genelindeki işçilere yaptığı bağımsız iş güvenliği-taban komiteleri kurma çağrılarının doğruluğunu kanıtlıyor.
Diğer yandan, koronavirüs krizi, hükümet, büyük sermaye ve sendikalar arasında işçilere karşı sürdürülen işbirliğini daha da gözler önüne seriyor.
Türk Hava Yolları (THY) ile Türkiye Sivil Havacılık Sendikası (Hava-İş) arasında imzalanan ücret düzenleme protokolü, şiddetli bir salgının ortasında işçilerin haklarına yönelik devasa saldırıyı ve sendikaların bu saldırıdaki rolünü açığa çıkarıyor. Özellikle COVID-19 pandemisinden sonra, hava yolu emekçileri uluslararası ölçekte büyük saldırılarla karşı karşıya bulunuyorlar.
Protokole göre 2021 sonuna kadar kokpit çalışanlarının maaşlarında yüzde 50, kabin çalışanlarının maaşlarında yüzde 35 ve diğer işçilerin maaşlarında yüzde 30 oranında kesinti yapılacak. İşçiler, zaten devasa büyüklükte olan bu kesintilerin etkisini yüksek enflasyonla beraber daha fazla hissedecekler.
Sendika, istihdamın korunmasının birinci öncelikleri olduğunu ve bu konuda işverenle mutabık kaldıklarını belirtiyor. Bu tamamen yalandır. Protokolde işten çıkarmanın olmayacağı veya ücretsiz izin uygulanmayacağı belirtilmiyor.
Üstelik söylendiğine göre, çalışanlara gönderilen bir e-postada, THY protokol koşullarını kabul etmeyenlerin sözde “kendi rızaları” ile ayrılmaya zorlanacağını açıklıyor. Kabul etmeyenler veya herhangi bir tercihte bulunmayanlar ise işsizlik fonundan aylık sadece 1.170 TL alacakları ücretsiz izne çıkartılacaklar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan hükümeti, asgari ücretin 2.300 lira, dört kişilik bir aile için aylık açlık sınırınınsa 2.400 lira civarında olduğu koşullarda, burjuva muhalefet partisi Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) de oylarıyla, yüz binlerce veya milyonlarca işçi için açlık koşulları anlamına gelen zorunlu “ücretsiz izin” sürecini Temmuz 2021'e kadar uzattı.
Sendikalar, işçi sınıfına yönelik saldırılarda yalnızca egemen sınıfla işbirliği yapmakla kalmıyor, aynı zamanda ölümcül işe dönüş kampanyasının işçilerin herhangi bir toplumsal muhalefeti olmaksızın uygulanmasını sağlamaya çalışıyorlar. Doğrusu sendikalar, işçilerin ve ailelerinin işyerlerindeki COVID-19'dan dolayı ölmelerine suç ortaklığı yapıyorlar.
Muhalefet yanlısı Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Mart ayının sonunda yaptığı açıklamada, 48 saat içinde hükümetin gerekli adımları atmaması halinde, tehlikeli koşullarda çalışmama biçimindeki anayasal hakkını kullanacağını ilan etmişti. Buna rağmen, sendika bürokratları bugüne kadar işçileri greve gitmeye çağırmadı.