Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya göre, ABD Başkanı Donald Trump hafta sonu gerçekleşen telefon görüşmesinde “Suriye’nin İdlib vilayetindeki şiddetten duyduğu kaygıyı dile getirdi ve Türkiye’nin insani bir felaketi önleme çabalarından dolayı [Cumhurbaşkanı Recep Tayyip] Erdoğan’a teşekkür etti.” Bu açıklama, NATO’nun Suriye’de dokuz yıldır sürdürdüğü rejim değişikliği savaşının ardından, geçtiğimiz haftalarda hem ABD hem Türk kuvvetlerinin Suriye içinde Şam hükümeti birlikleri ile çatışmalarının arttığı koşullarda geliyor.
Beyaz Saray Basın Sözcüsü Yardımcısı Judd Deere, yaptığı açıklamada, “Başkan Trump, ABD’nin, Rusya’nın [Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad liderliğindeki] rejimin katliamlarına desteğinin son bulduğunu ve Suriye çatışmasına siyasi bir çözüm sağlandığını görme arzusunu iletti,” diye belirtti.
Rusya ve İran destekli Suriye birlikleri ülkenin kuzeybatısındaki İdlib’de bulunan ABD’nin El Kaide bağlantılı vekil güçlerine karşı ilerlemeyi sürdürürken, Şubat ayının başından beri Türk ve Suriye askerleri arasında yaşanan çatışmalarda 14 Türk askeri ve çok sayıda Suriye askeri öldü.
Geçtiğimiz Çarşamba günü, ABD ve Suriye kuvvetleri arasında doğrudan bir çatışma meydana geldi. Rus askerlerinin de müdahil olduğu ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kamışlı’nın doğusundaki Khirbet Amo köyünde gerçekleşen olayda, köy sakinlerinin ABD askerlerine yönelik protestosu sırasında 22 yaşındaki bir Suriyeli öldürüldü, bir kişi de yaralandı. Rus ordusundan yapılan açıklamada, “Olay yerine gelen Rus askerlerinin çabaları sayesinde, yerel halk ile çatışmanın daha fazla tırmanmasını önlemek mümkün oldu,” denildi.
Türk ve Suriye güçleri arasında 3 Şubat’ta meydana gelen ilk çatışmada sekiz Türk askeri ölürken, 10 Şubat’taki çatışmada beş asker daha hayatını kaybetti, beş asker de yaralandı.
ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, 4 Şubat’ta yaptığı açıklamada Washington’ın Ankara’ya desteğini ifade etmiş ve “Saldırının ardından NATO müttefikimiz Türkiye’nin yanındayız,” demişti.
Washington, Ankara ile Moskova arasında artan gerilimleri Türkiye’yi bölgedeki Rusya ve İran etkisine karşı harekete geçirmek için önemli bir fırsat olarak görüyor.
Geçtiğimiz hafta ABD’nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey Ankara’yı ziyaret etti ve hem Suriye’de hem de Libya’da özellikle Rusya’ya karşı daha sıkı işbirliği yapma çağrısında bulunarak şunları söyledi: “Her iki ülke de [ABD ve Türkiye] Rusya’nın Libya, Suriye ve İdlib saldırısındaki rolünden büyük kaygı duyuyor… Şu anda kuvvetlerinizin bulunduğu iki alanda, Libya’da ve Suriye’de Türkiye ile çok yakın jeostratejik hedeflere sahibiz.”
Halep ve İdlib bölgesine 1,250 dolayında askeri araç ve 5.000 asker konuşlandıran Ankara, bir süredir Suriye güçleri ile doğrudan askeri çatışmaya hazırlanıyor. ABD destekli “asiler” ile yakından bağlantılı, Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre, Şubat ayında Suriye askerleri Türkiye’nin en az sekiz gözlem noktasını kuşattı. İdlib’de 12 askeri gözlem noktası bulunan Türkiye, haberlere göre bölgeye yeni askeri noktalar kurdu.
Erdoğan hükümeti Suriye’yi ve Rusya’yı Soçi anlaşmasını ihlal etmekle suçluyor. Eylül 2018’de yapılan anlaşma, İdlib’de Suriye güçleri ile NATO destekli “asiler” arasındaki “askerden arındırılmış bölgede” bir ortak devriye kurulmasını öngörüyordu. Ankara aynı zamanda Suriye’yi ve Rusya’yı İdlib’de “sivilleri katletmek” ile suçluyor. Devlete ait TRT World’e göre, “rejimin ve Rus kuvvetlerinin 2018 ateşkesini ve 12 Ocak’ta başlayan yeni ateşkesi ihlal eden saldırılarında 1.800’den fazla sivil öldürüldü.”
Ankara, İdlib’den 1 milyondan fazla insanın Türkiye-Suriye sınırına geldiğini iddia ediyor. Cumartesi günü Erdoğan, konuyla ilgili olarak, “Biz zaten 3,5-4 milyon insana ev sahipliği yapıyoruz. Bu 1 milyonu da kabul etme durumuz maalesef yok,” diye konuştu.
Ankara aynı zamanda politikasını Berlin’le koordine ediyor ve NATO güçlerine destek çağırısı yapıyor. Münih Güvenlik Konferansı sırasında Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, İdlib’deki çatışmanın devam etmesi halinde bir “insani felaket” tehlikesi olduğunu söylerken, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, sınıra gelenler için Almanya’nın desteğiyle geçici barınaklar yaptıklarını ama bunların geçici çözümler olduğunu belirtti.
Moskova ise krizden Türkiye’nin ve NATO’nun saldırgan politikalarını sorumlu tutuyor. Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Çarşamba günü yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Mevcut kötüye gidişin Türkiye’nin 17 Eylül 2018’de varılan Soçi mutabakatına kronik biçimde uymamasından ve Türkiye’nin denetimindeki grupların kuzeydoğu Suriye’ye aktarılmasından kaynaklandığını görüyoruz.”
Aynı gün, Rusya Savunma Bakanlığı, devam eden tırmanmanın başlıca nedeninin Türkiye’nin İdlib’deki “muhalifleri” terörist gruplardan ayırmaması olduğunu belirtti. Savunma Bakanlığı, terörist grupların “hükümet birliklerinden gelen misilleme ateşinden” saklanmak için İdlib’de yaşayan sivilleri canlı kalkan olarak kullandığını ekledi.
Geçtiğimiz hafta El Kaide bağlantılı İslamcı milisler İdlib’de ve Halep’te Suriye ordusuna ait iki helikopteri düşürdüler. Cumartesi günü Rus devletinden ismi açıklanmayan bir kaynak konuyla ilgili Sputnik’e şunları söyledi: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kullanımında olan, militanların daha önce sahip olmadığı ABD yapımı MANPADS [taşınabilir hava savunma sistemleri], Türklerin sayesinde teröristlerin eline geçti.”
Erdoğan, geçtiğimiz Çarşamba günü yaptığı açıklamada, Suriye güçlerini açıkça tehdit ederek şunları söyledi: “Gözlem noktalarındaki veya diğer yerlerdeki askerlerimize en küçük bir zarar gelmesi hâlinde, bugünden itibaren, İdlib’le ve Soçi Muhtırası sınırlarıyla bağlı kalmadan, rejim güçlerini her yerde vuracağımızı buradan ilan ediyorum.” Erdoğan ayrıca “İdlib’de rejim ve onlarla birlikte hareket eden Rus güçleri ile İran destekli militanlar sürekli sivil halka saldırıyor, katliam yapıyor, kan döküyor,” iddiasında bulundu.
ABD’nin 3 Ocak’ta İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinin ardından İran’a karşı devam eden savaş hazırlıklarının ortasında, Erdoğan’ın “İran destekli militanlar”a yönelik suçlamaları Washington’ın Ortadoğu politikasını tekrarlıyor.
Devam eden diplomatik görüşmelere ve Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin arasında yapılan telefon görüşmelerine rağmen, Türk yetkililerin açıklamaları Ankara ile Moskova arasındaki kırılgan ittifakın çöküşün eşiğinde olduğunu gösteriyor.
Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, 12 Şubat’ta Associated Press’e verdiği röportajda, İdlib’le ilgili olarak, “NATO, Avrupa ve dünya bu konuya daha yakından bakmalı ve ciddi, somut destek sağlamalıdır,” diyordu.
Cumartesi günü İstanbul’da konuşan Erdoğan, “İdlib’de çözüm, rejimin saldırganlığının bir an önce durdurulması ve daha önce varılan anlaşmalardaki sınırlara çekilmesinden geçiyor. Aksi takdirde Şubat ayı bitmeden biz bu işi yapacağız,” dedi. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin NATO müttefiklerinden destek çağrısı yaparak, “Bunu dostlarımızın desteğiyle gerçekleştirebilirsek memnuniyet duyarız,” diye ekledi.
Ankara’nın Washington’a yaptığı askeri destek çağrıları, Suriye’deki durumun NATO ittifakı ile Suriye, İran ve nükleer silahlı Rusya arasında doğrudan bir askeri çatışmaya dönüşebileceği tehlikesinin altını çiziyor.
Ankara’nın İdlib’deki pervasız müdahalesine, aynı zamanda bölgede bir Kürt devletinin oluşumunu engelleme politikası yön veriyor. Bu, Türk burjuvazisi için stratejik bir öncelik.
Türk ordusu, geçtiğimiz Ekim ayında, Washington’ın Suriye’deki başlıca vekil gücü işlevi gören Kürt milliyetçisi Halk Savunma Birlikleri’ni (YPG) terk etmesinin ardından, YPG’yi Türkiye-Suriye sınırından çıkarmak için Suriye’nin kuzeydoğusuna harekat düzenledi. Bu son saldırı öncesinde de Türk Silahlı Kuvvetleri ve İslamcı vekilleri, 2016’dan beri Suriye’nin kuzeybatısında bulunan Cerablus, El Bab ve Afrin gibi birçok yeri işgal etmişti. Ankara Suriye’deki varlığının Türkiye ile Suriye arasında yapılan 1998 Adana Mutabakatı’na göre yasal olduğunu iddia ederken, Şam Türk askerlerini hiçbir zaman Suriye’ye davet etmediğini belirterek bu iddiayı yalanlıyor.
Bu patlayıcı durum ve nükleer silahlı güçler arasında artan çatışma tehlikesi, Ortadoğu’da ve dünya genelinde işçi sınıfına dayanan savaş karşıtı uluslararası bir hareket inşa etme gerekliğini gözler önüne seriyor.
Yazar ayrıca şunu öneriyor:
Sosyalizm ve Savaşa Karşı Mücadele
[18 Şubat 2016]