Pazartesi günü, Fransa’da ve dünya çapında milyonlarca insan, yüzlerce yıllık bir tarihi eserin yanıp kül olduğunu görerek buz kesildi ve dehşet içinde kaldı. Salı günü, Notre-Dame katedralinden geriye kalanlar hala için için yanarken, Pazartesi günkü yangın felaketine katedralin restorasyon çalışmasındaki korkunç bir yangın güvenliği arızasının neden olduğu açıktı. Bunun sorumluluğu, Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un hükümetine ve nihayetinde kapitalist sisteme aittir.
Victor Hugo’nun 1831 tarihli Notre Dame de Paris adlı romanıyla ve onun film uyarlamalarıyla ölümsüzleştirilen, Avrupa’nın en çok ziyaret edilen eseri, önlenebilir bir felaket eliyle harap edilmiştir. Alevler çatıyı yakıp yok etti ve çan kulesi devrilerek katedralin taş çatı kemerini kırdı; erimiş kurşun ve kül aşağıdaki sanat eserlerinin üzerine yağdı. 13. yüzyılın eşsiz mozaik cam pencereleri paramparça, ana org hasar görmüş ve katedralin içi kararmış bir enkaz halinde.
Uluslararası mimarlık uzmanları, bu tür projelerdeki yangın güvenliğinin maliyetli, teknik açıdan zorlu, emek yoğun doğasını vurguluyorlar. Lehim lambalarından ya da elektrikli aletlerden gelen ısı (bazen borular yoluyla uzun mesafelere iletiliyor), işin gerçekleştiği yerin uzağında, ahşap ya da toz içinde yangını başlatıyor.
San Francisco’da bulunan Perkins and Will firmasından Gerry Tierney, eski yapıları restore ederken, “Herhangi bir ısı kaynağı etkinliği var mı diye 24 saat çalışan bir yangın bulucunuz olmalı, çünkü [yangın] çıkar çıkmaz oraya mümkün olduğunca çabuk ulaşmaya çalışan birine sahip olmanız gerekiyor,” dedi.
Güney Florida Üniversitesi’nden Edward Lewis, feci yangınların genellikle yangın güvenliği kadrosuna yönelik maliyet düşürücü adımlarla bağlantılı olduğunu söyledi: “Deneyimlerime göre, [yangınlar] yetersiz denetim düzeylerinden ve yangın önleme işlemlerine önem vermemekten kaynaklanan insan hatası ile başlar… Birçok inşaat işinde, denetçiler ile işçiler arasındaki oran yeterli değildir.”
Yangına ilişkin rapor, Notre-Dame’da ne olduğunu gösteriyor. Pazartesi günü akşam 6:20’de, inşaat işçilerinin evlerine gitmelerinden çok sonra, çatı bölgesinde ilk yangın alarmının çalmasının ardından, kilise çalışanları, apar topar, çatıyı tutan 13. ve 19. yüzyıl malzemesini çapraz kesen devasa labirenti kontrol etmişler. Yangını bulamamışlar. 6:45’te, yeni bir yangın alarmı çalmış. Bu kez, dakikalar içinde, son derece eski, kuru ve kolay tutuşur olan malzeme kontrolden çıkmış biçimde alev almış.
Notre-Dame’ın yenilenmesine çok küçük bir bütçe ayrılmıştı. İki yıl önce, kilisenin yetkilileri, proje için 100 milyon avro ararlarken, katedralin sahibi olan Fransız devletinin şok edercesine yılda sadece 2 milyon avro vermeyi kabul etmesinin ardından, bağışçılara ve yardım kuruluşlarına uluslararası bir çağrı yapmak zorunda kalmışlardı. Notre-Dame’ın yanmış enkazının görüntüsünün tüm dünyadaki milyonlarca insanın hafızasına gömülmesiyle birlikte, yangın güvenliği personeli seviyelerinin trajik biçimde yetersiz olduğu açıktır.
Notre-Dame’ın yanması, kapitalizmin bütün ülkelerde dizginlerinden boşalttığı yıkıcı süreçlerin korkunç bir dışavurumudur. Stalinistlerin 1991’de Sovyetler Birliği’ni dağıtmasından ve özellikle de 2008 Wall Street çöküşünden bu yana geçen dönemde, Avrupa genelinde hummalı bir silahlanma ile birleşen acımasız bir kemer sıkmaya tanık olunmuştur. Macron, Avrupa Birliği’nin trilyonlarca avroluk banka kurtarmalarına başkanlık ediyor, 2023’e kadar orduya 300 milyar avro harcamayı ve zenginler için milyarlarca avroluk vergi indirimleri yapmayı planlıyor.
Sonuç olarak, gerçekten yaşamsal bütün programlar eksik finanse edilmiş ve her şeyden kesinti yapılmıştır. Planlanan ve şirket medyası ile yöneticiler tarafından son derece doğal sayılan sonuç, emekçilerin sistematik olarak yoksullaştırılması, sosyal hizmetlerde kesinti yapılması ve kültürel kurumlara kaynak sağlanmasının kesilmesidir. Ne var ki, mali aristokrasinin izlediği politikaların acımasız, bencil ve asalak karakteri, zaman zaman, insanlık kültürünün büyük eserlerinin yıkımında ifade bulmaktadır.
2003’te ABD önderliğinde Irak’ın yasadışı istila edilmesi sırasında, Amerikan işgal birlikleri, Irak Ulusal Müzesi’nin yağmalanmasını teşvik etmiş ve yağmaya seyirci kalmışlardı. Bu, 5.000 yıl kadar geriye giden 50.000 eserin kaybedilmesine ve müzenin elindeki varlıklar kataloğunun imha edilmesine yol açmıştı. Dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, “Özgür insanlar, hata yapmakta ve suç işlemekte özgürdür,” diyerek yağmayı onaylamıştı.
Notre-Dame’ın yanması, son tahlilde, NATO’nun İslamcı vekil milislerinin Suriye savaşında Palmira antik kentini yağmalamasını da kapsayan, bu tür alçak yağma eylemlerinden ayrı değildir. Bunlar, aynı egemen sınıfın, aynı temel hedeflerle izlediği politikalardan kaynaklanmaktadır.
Fransa’da işçiler tarafından “zenginlerin başkanı” olarak küçümsenen Macron, her sorunu mali aristokrasinin kendisini zenginleştirme yönelimine tabi kılmıştır. Onun zenginler için vergi indirimleri, milyarder Bernard Arnault’nun kişisel servetini sadece geçtiğimiz yıl 22 milyar avrodan fazla arttırmasına olanak sağladı.
1938’de Lev Troçki ve Fransız şair André Breton tarafından birlikte kaleme alınan “Bağımsız Bir Devrimci Sanata Doğru” başlıklı manifestoda, yazarlar şunları yazmışlardı: “Hiç abartmadan, uygarlığın daha önce bugün olduğu kadar ciddi bir şekilde tehdit edilmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Vandallar, barbar, yani nispeten etkisiz araçlarla, Avrupa’nın bir köşesinde eski uygarlık kültürünü yok etmişlerdi. Ama bugün, tarihsel yazgısıyla birleşmiş dünya uygarlığının, modern teknolojinin tüm cephaneliği ile silahlanmış gerici güçlerin darbeleri altında sendelemesine tanık oluyoruz.”
Bu satırlar, Paris katedralinin yazgısında çarpıcı doğrulamasını bulmaktadır. Notre-Dame, 1163’te inşa edilmeye başlamasından bu yana sekiz yüzyılı sağ salim atlatmış; Fransız Devrimi’nin, 1871 Paris Komünü’nün, I. Dünya Savaşı’nın ve Nazi işgalinin tarihsel altüst oluşlarından sağ çıkmıştı. Ne var ki, 21. yüzyılın ilk yirmi yılından ve Emmanuel Macron devrinden sağ çıkamadı.
Bugün, mali aristokrasinin diktası, uluslararası işçi sınıfının yükselen siyasi muhalefeti ve militan grev hareketi ile karşı karşıya geliyor. Fransa’da “sarı yelekliler” ve Cezayir’de işçiler Macron’a ve onun Cezayir askeri diktatörlüğündeki müttefiklerine karşı mücadelede harekete geçerken, ABD’li öğretmenlerin ve senfoni orkestrası müzisyenlerinin grevleri, Meksikalı Matamoros işçilerinin fiili iş bırakma eylemleri ve Hindistan alt kıtasındaki plantasyon işçilerinin ve kamu çalışanlarının grevleri meydana geliyor.
Salı günü, Fransa’nın en zengin iki milyarderi, Bernard Arnault ve François Pinault, Notre-Dame’ın yeniden inşasına yardım etmek için, sırayla, 200 milyon ve 100 milyon avro bağış yapacaklarını açıkladılar. Onların, devasa servetlerinin çok küçük bir kısmını oluşturan bağışları, aşırı servetlerine yönelik artan halk öfkesinin yönünü değiştirmek için yapılmıştır. Bu bağışlar, yalnızca, milyarderlerin kamusal yaşam üzerindeki egemenliğinin getirdiği boşa harcamanın ve anarşinin altını çizmektedir. Yangından önce Notre-Dame’ı yenilemek için sağlanmış olması gereken bu paralar, kuşkusuz, yıllarca sürecek ve milyarlarca avro tutarında olacak yeniden inşa projesini finanse etmek için yeterli olmayacak.
Notre-Dame’ın yanıp yıkılmasından pek çok siyasi ders çıkmaktadır. Notre-Dame’dan sadece birkaç yüz metre uzakta, Louvre müzesi bulunuyor. Bu müze, 1793’te, Fransız Devrimi sırasında, feodal aristokrasinin mülksüzleştirilmesinin ve Kral XVI. Louis’nin giyotinle idam edilmesinin ortasında, ilkin kraliyetin sanat koleksiyonlarının ulusallaştırılmasıyla oluşturulmuştu. Fransız devrimciler, Louvre’un, “insanların güzelliğin bilincine vararak ruhlarını geliştirecekleri bir kutsal alan” olması gerektiğini ilan etmişlerdi.
Uluslararası işçi sınıfının 21. yüzyıl mali aristokrasisine karşı gelişen hareketi için ileriye giden yol, devrimci geleneklerine yönelmekten ve oligarşiyi mülksüzleştirip onun toplumsal ve siyasal yaşam üzerindeki mutlak gücünü kırma mücadelesinden geçmektedir.