Komünist Enternasyonal’in kuruluşunun 100. yılı

Yüz yıl önce, 2-6 Mart 1919 tarihleri arasında, Komünist (Üçüncü) Enternasyonal’in kuruluş kongresi Moskova’da toplandı. Şiddetle devam eden iç savaş ve emperyalist abluka nedeniyle yolculuk zorlu olmasına rağmen, 51 delege kongrede yer aldı. Bunlardan 35’i tam oy hakkıyla 17 örgütü temsil ederken, 16’sı istişari oy hakkıyla başka 16 örgütü temsil ediyordu. Sonraki yıllarda, dünya çapında milyonlarca devrimci işçi, Üçüncü Enternasyonal’in komünist partilerine katılacaktı.

İkinci Enternasyonal’in çöküşü

Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşu, İkinci Enternasyonal’in I. Dünya Savaşı’nın başında çökmesine verilen yanıttı. 4 Ağustos 1914’te, İkinci Enternasyonal’in en güçlü ve etkili şubesi olan Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD), Reichstag’da (parlamento) savaş kredileri lehine oy kullandı ve böylece Almanya’nın emperyalist savaş hedeflerine destek verdi. İkinci Enternasyonal’in –Rusya ve Sırbistan şubeleri dışında– diğer tüm şubeleri, SPD’nin örneğini takip etmiş ve emperyalist kıyımı desteklemişti.

Sosyal Demokrat önderler, savaş kredilerine verdikleri destekle, sosyalist enternasyonalizmin en temel ilkelerine ihanet ettiler. Daha birkaç hafta önce savaşı mahkum etmiş ve törensel konuşmalarda işçi sınıfını savaşa karşı seferber etme sözü vermişlerdi. Çok geçmeden, kendi burjuvazileri ile bir ateşkes yaparak emperyalist kampa katıldılar, sınıf mücadelesini bastırdılar ve üyelerini, birbirlerini katledecekleri siperlere gönderdiler.

Böylesi tarihsel ölçekte bir siyasi ihanet, öznel dürtüler ile açıklanamazdı. Bunun çok derin nesnel kökleri bulunuyordu. Çeşitli enternasyonaller rastlantı sonucu ortaya çıkmamıştı; doğuşları, politikaları ve çalışma yöntemleri, toplumsal gelişmenin belirli aşamalarıyla sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Uluslararası İşçiler Birliği’nin 1864’te Londra’da kuruluşu (Marx, konuşmacının solunda oturuyor)

1864’te, Marx ile Engels’in aktif katılımıyla kurulan Birinci Enternasyonal, hazırlayıcı bir nitelikteydi. Gelecekteki gelişmeleri öngörmüş ve siyasi ve teorik olarak onlara hazırlanmıştı. İşçi sınıfının iktidarı ele geçirme yönündeki ilk kahramanca girişimi olan Paris Komünü’nün bastırılmasının ardından, 1870’lerde feshedildi.

1889’da kurulan İkinci Enternasyonal, farklı bir çağa denk düşüyordu. Hızlı ekonomik büyüme koşulları altında, güçlü işçi örgütleri gelişmiş ve kendilerini sağlamlaştırmışlardı. Enternasyonalizme desteklerini ilan etmiş olsalar da, nesnel koşullar, onların siyasi görüşlerine ve pratik faaliyetlerine ulusal bir karakter veriyordu. Pratikleri, demokratik ve toplumsal reform mücadelesine ve partilerin ve sendikaların örgütsel güçlenmesine odaklanmıştı.

Bu, sosyal demokrat partilere devlet iktidarına karşı devrimci bir mücadele fırsatı sağlamayan, kademeli, organik bir gelişme dönemiydi. Karl Kautsky’nin, 1893’te Die Neue Zeit’ta formüle ettiği, ünlü “Sosyalist parti, devrimci bir partidir ama devrim yapan bir parti değil,” cümlesi, kuşkusuz, zamanın öznel ve nesnel etmenleri arasındaki ilişkiyi yansıtıyordu.

Devrimci perspektif ile reformist pratik arasındaki gerilim, devrimci bir perspektife karşı çıkan oportünist eğilimler için verimli bir zemin yaratmıştı. Bu eğilimler, partinin ayrıcalıklı görevlileri, sendika bürokratları ve işçilerin daha iyi durumdaki kesimleri arasında destek buldular. Lenin’in açıkladığı gibi, burjuvazi, görece barışçıl bir büyüme döneminde, onlara, “ulusal sermayenin karlarından kırıntılar” veriyordu ki bu kırıntılar, “onları sefaletten, sıkıntıdan ve harap olmuş kitlelerin devrimci ruh halinden ayırıyordu.”

Rosa Luxemburg, İkinci Enternasyonal’in Stuttgart’taki 1907 kongresi sırasında bir mitingde konuşuyor.

Bu “işçi aristokrasisi”, kendi çıkarlarını, barış zamanında ve savaşta, gitgide “kendi” emperyalizminin ekonomik ve siyasi başarıları ile özdeşleştirmişti. Onlar, SPD kongrelerinde, en öne çıkan sözcüleri Eduard Bernstein ile birlikte, azınlıkta kalıyorlardı. Bununla birlikte, SPD’nin meşru bir parçası olarak hoş görülüyor ve parti aygıtı ile sendikalar içinde etkilerini giderek arttırıyorlardı.

1914 yazında Birinci Dünya Savaşı’nın patlaması, kapitalist gelişmenin yeni bir aşamasının, emperyalizm çağının, savaşlar ve devrimler çağının başladığını gösteriyordu. Ulusal politikaya dünya politikası yön veriyordu; ulus devlet çerçevesi içinde devrimci bir yönelişi korumak olanaksız hale gelmişti. İkinci Enternasyonal’in çöküşünün nedeni buydu. Savaştan önce reformizmi ve sınıf işbirlikçiliğini savunan oportünizm, artık gerçek yüzünü gösteriyor, şovenizmi ve savaş yanlısı coşkuyu benimsiyor ve tüm kararsız ve isteksiz unsurları ele geçiriyordu.

Troçki, savaşın patlamasından birkaç hafta sonra, onun anlamını özetlerken şunları yazmıştı: “Savaşın gerçek, nesnel anlamı, mevcut ulusal ekonomik merkezlerin çökmesi ve yerlerini bir dünya ekonomisinin almasıdır. Çağın sosyalist partilerinin ulusal partiler olduğu, artık karara bağlandı. Onlar, örgütlerinin tüm farklı şubeleriyle, tüm faaliyetleriyle ve tüm psikolojileriyle, ulusal devletlerin içine yerleşmiş hale gelmişlerdi. Kongrelerindeki görkemli açıklamalara rağmen, ulusal toprakta yetişen emperyalizm antika ulusal sınırları yıkmaya başlayınca, koruyucu devleti savunmaya geçtiler. Ulusal devletlerin tarihsel çöküşü, ulusal sosyalist partileri de aşağıya çekti.”

Üçüncü Enternasyonal’in görevleri

Lenin ve Troçki, bu yüzden, çöküşünün ardından İkinci Enternasyonal’i canlandırmanın söz konusu olmadığına ikna olmuşlardı. En acil siyasi görev, görevleri ve yöntemleri öncelininkilerden köklü bir şekilde farklı olacak bir Üçüncü Enternasyonal’in inşa edilmesiydi.

İlk olarak, artık oportünistler ile aynı örgüt içinde çalışmak mümkün değildi. Marksistlerin İkinci Enternasyonal içinde oportünistlere karşı yıllarca mücadele etmiş olmasına karşın, revizyonizm, “yine de, [Sosyal Demokrasinin] meşru bir parçası olarak kabul edilmişti.” Lenin, bunun devam edemeyeceğini şu satırlarla vurguladı: “Bugün, oportünistler ile birlik, gerçekte, işçi sınıfının ‘kendi’ ulusal burjuvazisine tabi kılınması, diğer ulusları ezme ve büyük güç ayrıcalıkları uğruna mücadele hedefinde onunla ittifak kurma; bütün ülkelerde devrimci proletaryayı bölme anlamına gelir.”

İkincisi, nesnel ve öznel etmenler arasındaki ilişki köklü bir şekilde değişmişti. İkinci Enternasyonal iktidarı ele geçirme sorununu yalnızca teorik olarak gündeme getirmişken, Üçüncü Enternasyonal için, sosyalist devrim, uzun bir geleceğe ait genel bir hedef değil, pratik bir görevdi. Kautsky’nin, 1890’larda belirli bir gerekçesi olan, Sosyal Demokratlar “devrim yapan” bir parti değildir ve “devrime önayak olmak ya da ona zemin hazırlamak çalışmamızın parçası değildir,” biçimindeki görüşü, artık devrimin önünde bir engeldi ve tamamen yanlış bir değerlendirmeydi.

Komünist Enternasyonal’in 1919’daki kuruluş kongresi

Üçüncü Enternasyonal, farklı bir devrimci önderlik anlayışını temsil ediyordu. Onun görevleri sadece devrimin kaçınılmazlığını öngörmekle sınır değildi; devrime hazırlanıp önderlik etmekti. Bu, sosyalist devrimin ekonomik önkoşullarının tamamının olgunlaşmış olduğu emperyalist çağın karakterinden kaynaklanıyordu. Özel mülkiyet ile toplumsallaşmış üretim ve dünya ekonomisi ile ulus devlet arasındaki çatışma, keskin toplumsal gerilimler üretmişti. Ancak bu gerilimlerin kaçınılmaz patlaması, yalnızca devrimci Marksist bir partinin bilinçli bir şekilde müdahale etmesi durumunda sosyalist bir devrimle sonuçlanabilirdi.

Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş kongresinin Troçki tarafından kaleme alınan manifestosu, şunu ilan ediyordu: “Birinci Enternasyonal gelişmenin gelecekteki rotasını önceden haber vermiş ve yollarını göstermişse; İkinci Enternasyonal milyonlarca işçiyi bir araya getirip örgütlemişse; Üçüncü Enternasyonal de, açık kitlesel eylemin Enternasyonal’i, devrimci gerçekleşmenin Enternasyonal’i, eylemin Enternasyonal’idir.”

Ve üçüncü olarak, Üçüncü Enternasyonal, ulusal şubelerin bir federasyonu değil; küresel bir strateji izleyen bir dünya partisiydi. Bu, bütün ülkelerdeki koşulların aynı olduğu, devrimin her yerde aynı anda gerçekleşeceği ya da verili bir ülke için hiçbir özgün taktiğin gerekli olmadığı anlamına gelmiyordu. Bu, doğru bir ulusal politikanın ancak küresel bir çözümleme temelinde geliştirilebileceği demekti. Troçki’nin 1928’de belirtmiş olduğu gibi, her şube, “bir bütün olarak ele alınan dünya ekonomisinin ve dünya siyasi sisteminin koşullarına ve eğilimine ilişkin bir çözümlemeden yola çıkmalıdır. İçinde bulunduğumuz çağda, proletaryanın ulusal yönelimi, geçmişte olduğundan çok daha büyük bir ölçüde, yalnızca bir dünya yöneliminden çıkmalıdır ve çıkabilir; tersinden değil. Komünist enternasyonalizm ile ulusal sosyalizmin bütün çeşitleri arasındaki temel ve başlıca ayrım, burada yatmaktadır.”

Bu, Üçüncü Enternasyonal’in varlığının ilk yıllarındaki çalışmasının olağanüstü siyasi ve teorik zenginliğinin nedenini açıklar. O, dünyanın dört bir yanındaki komünist partilerin sorunları ve görevleri üzerine yoğunlaşan uluslararası bir strateji okuluydu. İşçi sınıfı, Üçüncü Enternasyonal üzerinden, bir bütün olarak uluslararası işçi hareketinin teorisini ve pratiğini takip edebiliyor, karmaşık siyasi sorunlarıyla ilgilenebiliyor ve onlardan öğrenebiliyordu. Onun ilk dört kongresinin –birkaç cilt tutan– kararları ve tutanakları, devrimci strateji ve taktik konusunda bitip tükenmez bir rehber sağlamaktadır.

1917 Ekim Devrimi

Üçüncü Enternasyonal’in inşası, Lenin’in 1914 ihanetinden çıkardığı en önemli sonuçtu. Bu, soyut, akademik bir sorun değildi. Bu sonuç, 1917 devrim yılında, Bolşevik Parti’nin perspektifini ve programını belirledi. Troçki’nin sürekli devrim teorisiyle birlikte, Ekim Devrimi’nin zaferinin temelini oluşturdu.

Lenin, savaşın başlamasından beri, oportünistlerden tam kopuşu savunuyor ve savaşın bir iç savaşa; yani sosyalist devrime dönüştürülmesi çağrısı yapıyordu. Ama Eylül 1915’te İsviçre’nin Zimmerwald kasabasında düzenlenen ilk savaş karşıtı uluslararası konferansta bile, Lenin, bu görüşüyle azınlıkta kalmıştı. Savaş karşıtı sosyalistlerin çoğunluğu, ilhaksız barış; yani savaş öncesi mevcut duruma geri dönmeyi talep ediyordu. Ne var ki, Lenin’in perspektifi sadece iki yıl sonra çarpıcı bir şekilde doğrulanacaktı.

Rusya’da Çarlık rejimine karşı kitlesel bir devrimci ayaklanmanın ardından Şubat 1917’de iktidara gelen Menşevikler ile Sosyal Devrimciler, kitlelerin tek bir devrimci talebini bile yerine getirmeyi reddettiler ve böylece, savaştan kapitalist temelde bir çıkış yolu olmadığını kanıtladılar. Onlar, emperyalist savaşı sürdürdüler, toprak reformuna karşı çıktılar ve devrimci işçilere karşı amansız bir baskıya giriştiler. İşçi sınıfı sola kaydı ve Bolşeviklere yöneldi; Lenin’in ve Troçki’nin önderliği altında, Ekim 1917’de iktidarı ele geçirdi ve tarihteki ilk işçi devletini kurdu.

Komünist Enternasyonal’in II. Kongresi (Troçki, soldan üçüncü; yanındaki Paul Levi ve Zinovyev)

Lenin ve Troçki, ekonomik olarak geri Rusya’daki işçi iktidarının, yalnızca, dünya sosyalist devriminin başlangıcı işlevi görmesi durumunda uzun vadede sağlamlaştırılabileceği düşüncesine sıkı sıkıya bağlıydılar. Bu perspektif, gerçekçiydi. Sonraki yıllara, Avrupa genelindeki kitlesel işçi sınıfı mücadeleleri ve Çin’deki, Hindistan’daki ve başka ülkelerdeki sömürgecilik karşıtı mücadeleler yön verdi. Bu hareketler, sadece, deneyimli devrimci önderliklerin olmayışı ya da onların kitlelerle yetersiz bağları nedeniyle, muzaffer devrimlerle sonuçlanamadı.

Kasım 1918’de, Alman devrimi, tüm ülkeye kontrol edilemeyen bir yangın gibi yayılmış; İmparator’u tahttan çekilmeye zorlamış ve her yerde işçi ve asker konseylerinin doğmasına yol açmıştı. İktidara gelen Sosyal Demokratlar, ordu üst komutası ile bir ittifak kurup devrimci önderler Rosa Luxemburg ile Karl Liebknecht’i öldürerek devrimi bastırdılar. Sovyet cumhuriyetleri, Bavyera’da birkaç gün, Macaristan’da ise birkaç ay var oldu ama her ikisi de karşıdevrimci birlikler eliyle vahşice bastırıldı. Komünist Enternasyonal, bu ortamda, hızla dünya devriminin merkezi olarak ortaya çıktı.

Stalinist yozlaşma

Emperyalist çağda öznel etmenin merkezi rolü, aynı zamanda, Üçüncü Enternasyonal’in çözmek zorunda olduğu başlıca sorundu. Onun, siyasi durumun olgunluğu ile devrimci önderliğin gelişmemişliği arasında köprü kurması gerekiyordu. Önceki gelişmelerin mirası olan bu sorunun üstesinden zaman içinde gelinebilirdi. Ne var ki, Rusya Komünist Partisi içinde yaşanan siyasi yozlaşma süreci, bu tür çabaların etkisini giderek artan oranda yok ediyordu.

Komünist Enternayonal’in Kasım 1922’de toplanan dördüncü kongresine gelindiği zaman, Lenin, ilk felcini geçirmiş durumdaydı. Kısa süre sonra, Mart 1923’te, yeni bir felç, onun başka bir siyasi çalışmaya girişmesini engelledi. Dünya sosyalist devriminin önde gelen teorisyeni, Troçki, Stalin önderliğindeki ulusal yönelimli bir partiden ve devlet bürokrasisinden gelen basınç altında kalmıştı.

1924’te, Stalin, “tek ülkede sosyalizm” teorisini ilan etti. Bu teori, sosyalizmi, dünya ekonomisinden bağımsız bir şekilde ve Sovyetler Birliği’nin ulusal çerçevesi içinde inşa etmenin mümkün olduğunu iddia ediyordu. Bu, Stalinist rejimin devlet doktrini haline geldi. “Tek ülkede sosyalizm”, teorik olarak, Sosyal Demokratların sağ kanadının ulusal sosyalizmine geri dönmek ve siyasi olarak, Komünist Enternasyonal’in Sovyet bürokrasisinin ulusal çıkarlarına tabi kılınması anlamına geliyordu.

Troçki ve Sol Muhalefet, bu yozlaşmaya karşı yıllarca mücadele ettiler. 1928’de, Komünist Enternasyonal’den bir yıl önce atılmış olan Troçki, Komintern’in taslak programının çarpıcı bir eleştirisini kaleme aldı. O, “tek ülkede sosyalizm” teorisinin, Sovyetler Birliği’ndeki ekonomi politikası için korkunç sonuçları olduğunu gösterdi. Proletaryanın iktidarı ele geçirmesi, diye yazıyordu Troçki, “Sovyet cumhuriyetini hiçbir şekilde uluslararası işbölümü sisteminden hariç tutmamıştır.” O, aynı zamanda, “tek ülkede sosyalizm”in, uluslararası işçi sınıfının yaşadığı ve 1927’de Çin Komünist Partisi’nin imhasıyla doruğa ulaşan yıkıcı felaketlerin nedeni olduğunu vurguladı.

Troçki ve dünya sosyalist devrimi perspektifini savunan diğer herkes, önce komünist partilerden atıldı, sonra hapsedildi ya da sürgüne gönderildi ve en sonunda, 1937-38’deki Büyük Terör sırasında on binler halinde katledildi. Troçki de, Ağustos 1940’ta, Stalinist gizli polisin bir ajanı tarafından suikasta uğradı.

Dördüncü Enternasyonal

Troçki ve Uluslararası Sol Muhalefet, 1933’e kadar, Komünist Enternasyonal’in politikalarını düzeltmeye çalışmıştı. Ancak, Almanya Komünist Partisi’nin (KPD), Stalin’in etkisi altında, Nazilere karşı Sosyal Demokratlar ile bir birleşik cephe kurmayı reddetmesinden ve böylece, mücadele etmeden Hitler’in iktidara gelmesinin önünü açmasından sonra ve Komünist Enternasyonal’in hiçbir şubesinin bunu protesto etmemesinin ardından, Troçki, Dördüncü Enternasyonal’in inşa edilmesi çağrısı yaptı.

Dördüncü Enternasyonal, kendisini, Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresine dayandırdı. Dünyanın barbarlığa, faşizme ve savaşa sürüklendiği bir dönemde, Dördüncü Enternasyonal, Marksizmin sürekliliğini devam ettiriyor ve yeni bir devrimci mücadeleler çağına hazırlanıyordu. Ama o, öncelinin çalışmasını sürdürmekle kalmadı. Bir kere, toplumsal çelişkiler, Üçüncü Enternasyonal’in kurulmasından beri daha da keskinleşmişti. Dünya, II. Dünya Savaşı’nın eşiğindeydi. Troçki, “kapitalizmin can çekişmesi”ne işaret etti. Diğer taraftan, proletaryanın önderlik krizinin çözümü, Stalinizmin yükselişi eliyle zorlaştırılıyordu.

Alman felaketinden sonra, Komünist Enternasyonal, açıkça karşıdevrimci bir güç olarak ortaya çıkmıştı. “Halk cephesi” adı altında, burjuva partileri ile ittifak kurdu ve işçi sınıfının, burjuva egemenliğine meydan okumaya çalışan her devrimci mücadelesini bastırdı. Fransa’da, halk cephesi, 1936 genel grevini bastırdı ve dört yıl sonra Nazi yanlısı otoriter bir rejim kuracak olan Mareşal Petain’e zemin hazırladı. İspanya’da, Sovyet gizli polisi, faşist Franco’nun zaferini mümkün kılacak şekilde, iç savaş devam ederken devrimci savaşçıları katletti. Sovyetler Birliği’nde, Stalinist rejim, Moskova Yargılamaları çerçevesinde, Ekim Devrimi’nin neredeyse tüm önderliğini yok etti.

Lev Troçki, Meksika’da

1939’dan beri, Dördüncü Enternasyonal, kendi safları içinde, savaşın ve faşizmin baskısı altında “demokratik emperyalist” ya da Stalinist kamplara uyarlanmış oportünist eğilimlerle de mücadele etmek zorunda kalmıştı. Bu basınç, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yoğunlaştı; Stalinizmin karşıdevrimci rolü ve ABD emperyalizminin devasa ekonomik gücü, kapitalizme soluklanma sağlamıştı.

Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komistesi (DEUK), 1953’te, Dördüncü Enternasyonal’in, Michel Pablo ve Ernest Mandel önderliğinde, Stalinist bürokrasi ve çeşitli küçük burjuva ulusal kurtuluş hareketleri içinde tasfiye edilmesini önlemek için kuruldu. O zamandan beri, DEUK, savaş sonrası dönemde kendilerini aldatıcı bir şekilde Troçkist olarak göstermeye çalışan çeşitli oportünist eğilimlere karşı, son derece zor koşullar altında, inatla, dünya sosyalist devrimi perspektifini savundu.

Bu mücadele, 1985’te en yüksek noktasına ulaştı. DEUK, Britanya’daki İşçilerin Devrimci Partisi’nin (WRP) dönekleri ile yaşanan çatışmada, Dördüncü Enternasyonal’in tüm tarihiyle ve Stalinizme, burjuva milliyetçiliğine ve küçük burjuva oportünizmine karşı verilen mücadelelerle sürekliliğini doğruladı.

Uluslararası Komite, tarihinin önemini yeniden özetleyen 1988 perspektifler dokümanında, üretimin küreselleşmesine, ulusötesi şirketlerin ortaya çıkmasına ve bunların sosyalist devrim üzerindeki etkisine dikkat çekti. Perspektif kararları, sınıf mücadelesinin sonraki aşamasının, sınıf mücadelesini sadece içeriği açısından değil ama biçimiyle de uluslararası hale getirecek olan, görülmemiş bir uluslararasılaşma ile karakterize edileceğini öngördü. DEUK, bu değerlendirme temelinde, Sosyalist Eşitlik Partileri olarak şubelerini oluşturdu ve 20 dilde yayınlanan, dünya genelinde okunan ve işçilere her gün siyasi yönelim sağlayan, uluslararası bir yayın organı olan Dünya Sosyalist Web Sitesi’ni kurdu.

Sayısız sahte sol eğilim bürokrasiler ve devlet aygıtları ile bütünleştirir, burjuva hükümetleri destekler ve emperyalist savaşlara arka çıkarken, DEUK, bugün, Üçüncü Enternasyonal’in ilk dört kongresinin ve Dördüncü Enternasyonal’in geleneklerine dayanan sosyalist ve enternasyonalist bir program savunan tek eğilimdir.

Üçüncü Enternasyonal’in kuruluşundan yüz yıl sonra, 20. yüzyılı insanlık tarihindeki en şiddetli yüzyıl yapan çelişkilerin hiçbiri çözülmüş değil. Apaçık toplumsal eşitsizlik, şiddetli küresel ekonomik krizler, tüm ülkelerin emperyalist güçlere tabi kılınması, parlamenter demokrasinin çöküşü, faşist hareketlerin yükselişi, büyük güçler arasındaki sert çatışmalar ve yaklaşan dünya savaşı tehlikesi, bir kez daha insanlığı tehdit ediyor.

Sınıf mücadelesinin bürokratik örgütler eliyle onlarca yıl bastırılmasının ardından, işçi sınıfı, yeniden mücadeleye giriyor ve kendi bağımsız taleplerini ileri sürüyor. Fransa’da, Cezayir’de, ABD’de ve sayısız başka ülkede kitlesel toplumsal mücadelelerin patlaması, yeni bir devrimci dönemin başlangıcına işaret ediyor.

İşçi sınıfı, Üçüncü Enternasyonal’in yüzyıl önce çözüme ulaştırmaya çalıştığı aynı görevler ile karşı karşıya bulunuyor: kapitalizmin yıkılması, ulus devletin üstesinden gelinmesi ve dünya ekonomisinin muazzam kaynaklarının, bir avuç zenginin kar dürtüsü değil, bir bütün olarak toplumun çıkarları doğrultusunda yeniden örgütlenmesi. Bu görevlerin çözümlenmesi için nesnel koşullar mevcuttur. İşçi sınıfı safları kat kat büyümüş, dünya ekonomisi kat kat bütünleşmiş ve teknik kaynaklar yüzyıl önce olduğundan çok daha fazla gelişmiştir.

Artık her şey, bu görevlerin üstesinden gelebilecek bir devrimci önderliğin inşasına bağlıdır. Bu önderlik, tarihi, gelenekleri ve programı nedeniyle, yalnızca Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi ve şubeleri, Sosyalist Eşitlik Partileri olabilir.

Loading