30 Nisan’da düzenlenen 2017 Uluslararası Çevrimiçi 1 Mayıs Toplantısı’nda Toplumsal Eşitlik İçin Uluslararası Gençlik ve Öğrenciler’in (IYSSE) Humboldt Üniversitesi’ndeki sözcüsü Sven Wurm tarafından yapılan konuşma.
Yeni emperyalist savaşlar yürütmek ve yeni suçlar işlemek için, tarihin yeniden yazılması ve Alman emperyalizminin canice rolünün mümkün olduğu kadar azaltılıp inkar edilmesi gerekiyor. Birkaç gün önce, Alman Üniversite Profesörleri ve Eğitim Görevlileri Birliği’nin dergisi, Stalin ile Hitler arasında aşağıdaki kıyaslamayı yapan bir tarihçi ile yapılan bir röportajı yayınladı:
“Hitler ile Stalin’i kıyaslıyorum. Stalin bir psikopattı, Hitler değildi. Stalin şiddetten zevk alırdı, Hitler almazdı. Hitler ne yaptığını biliyordu. O, eylemlerinin kanlı sonuçlarını bilmek istemeyen bir yazmandı.”
Aynı kişi, daha 2014’te, Almanya’nın en çok okunan haftalık dergisi Der Spiegel’e şunları söylemişti: “Hitler psikopat değildi, kötü biri değildi. Masasında, Musevilerin ortadan kaldırılması hakkında konuşulmasını istemiyordu.”
Her iki vakada da fail, Berlin Humboldt Üniversitesi’ndeki Doğu Avrupa Tarihi bölümünün başında bulunan Jörg Baberowski’dir.
Bunları duyan birisi için, bu açıklamaların amacı tamamen açıktır: Nazilerin suçlarını önemsiz gibi göstermek ve Hitler’i rehabilite etmek. Herkes Nazilerin işlediği iğrenç suçları biliyor ve Hitler’in “şiddetten zevk aldığı”nın oldukça farkında.
Hemen hemen 70 yıldır, Almanya’daki ve diğer ülkelerdeki çoğu kişi, Nazileri rehabilite etmenin imkansız olduğuna inanıyordu. II. Dünya Savaşı’nın dehşet verici anılarının, Polonya’ya yönelik saldırının, Sovyetler Birliği’ne yönelik imha savaşının ve altı milyon Musevi’nin öldüğü Holokost’un yaraları derinlere işlemişti.
Ancak Almanya’daki egemen sınıf yeniden dünya gücü olma hayalleri kurar, Avrupa’yı kendi egemenliği altına almayı amaçlar ve ABD ile rekabet ederken, geçmişin ruhları kaçınılmaz olarak geri dönüyor. Yeni emperyalist savaşlar yürütmek ve yeni suçlar işlemek için, tarihin yeniden yazılması ve Alman emperyalizminin canice rolünün mümkün olduğu kadar azaltılıp inkar edilmesi gerekiyor.
Kendisi de Humboldt Üniversitesi’nde eğitim veren siyaset bilimci Herfried Münkler, bu hedefi, 2014’ün başında Süddeutsche Zeitung’a verdiği bir röportajda özetlemişti: “Eğer bizim her şeyden sorumlu olduğumuz düşüncesine sahip olursak, Avrupa’da sorumlu bir politika güçlükle uygulanabilir. 1914’te gelince; o bir efsanedir… Biz, dış politikayı şu düşünceye doğru büküyoruz: Biz tarihsel olarak suçlu olduğumuz için, herhangi bir yerde dış politikaya katılmamıza izin verilmiyor.”
Bundan sadece birkaç hafta sonra, dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Gauck ve Alman hükümeti, 2014 Münih Güvenlik Konferansı’nda, “askeri kısıtlamanın sonu”nu ilan etti ve Almanya’nın, artık, çıkarlarını tüm dünyada, askeri yöntemler dahil olmak üzere daha kararlı bir biçimde savunması gerektiğini duyurdu. Bu politika, Ukrayna’daki sağcı darbe, NATO’nun Rusya’ya karşı askeri saldırganlığı ve Mali, Suriye ve Irak’taki savaşlar biçiminde zaten uygulamaya konmuştu.
Bununla birlikte, şu anda halkın arkasından hazırlanmakta olanlar, bunun çok daha ötesindedir. Savunma bütçesi neredeyse ikiye katlanacak ve Bundeswehr (Alman ordusu) büyük çapta yeniden silahlanacak. Savunma Bakanlığı’nın iç belgeleri, ordunun, donanmanın ve hava kuvvetlerinin genişletilmesine işaret ediyor. Medyada, zorunluğu askerliğin yeniden yürürlüğe girmesi ve Almanya’nın kendi nükleer silahlarını edinmesi üzerine bir tartışma var.
DEUK’tan başka hiç kimsenin bu gelişmeye karşı çıkmaması dikkat çekicidir. Medyada hiçbir itiraz söz konusu değil. Başka durumlarda “anti-faşist” kimlikleriyle övünen sözde solcu parti ve örgütlerden hiçbir eleştiri gelmiyor. Tam tersine: Sol Parti ve Yeşiller en başından itibaren Alman militarizminin dönüşünün ayrılmaz bir parçası olmuş; hatta Münkler ve Baberowski ile ortak toplantılar örgütlemiştir. Tüm egemen çevreler fazlasıyla sağa kaymış ve bu yüzden, Pegida ve AfD gibi aşırı sağcı ve faşist güçleri kuvvetlendirmiş durumda.
Bu gelişmeleri ve tarihin revize edilmesini, yalnızca DEUK ve SEP ciddiye almaktadır. Biz, bunları, doğrudan Alman militarizminin dönüşüne bağladık; burjuvazinin, militarizme ve savaşa yönelik yaygın düşmanlığın üstesinden gelmek için yeni bir tarihsel anlatıya ihtiyaç duyduğunu belirttik. Biz, kafamızı kuma gömmeyi ve sessizce, tarihin yeniden yazılmasının yeterli sayıda insanın görmezden ve duymazdan gelmesi durumunda hiçbir etkisi olmayacağını ummayı reddettik.
Duruşumuz, üniversitelerdeki ve liselerdeki öğrenciler ile işçiler arasında hatırı sayılır bir ilgiyle karşılaştı. Çok sayıda geniş katılımlı toplantıda, Alman militarizminin dönüşü ve Nazilerin rehabilite edilmesinin siyasi sonuçları hakkında uyarıda bulunduk.
Eleştirilerimizi bastırmaya yönelik sayısız girişime karşı koyduk. Humboldt Üniversitesi yönetimi bizim yalnızca profesörleri eleştirmekten geri durmamız koşuluyla bir toplantı odası alabileceğimizi ilan ettiğinde, bu sansüre karşı bir kampanya örgütledik, öğrenciler arasında geniş destek kazandık ve sonunda, koşulsuzca bir oda aldık.
İki yıl önce, Humboldt Üniversitesi’ndeki tarihi revize etme girişimlerini, Alman militarizminin dönüşünü ve bunları izleyen mücadeleyi ayrıntılı şekilde ele alan “Bilim mi, Savaş Propagandası mı?” başlıklı bir kitap yayınladık.
IYSSE’ye verilen destek artmaya devam ediyor. Bizler, son üç yıldır, her seferinde daha iyi bir sonuçla, öğrenci meclisine seçiliyoruz. IYSSE, bu yıl, CDU’nun, Yeşiller’in ve Sol Parti’nin öğrenci gruplarından daha fazla oy aldı. Bizler, sağcı profesörleri eleştirme hakkını savunan önemli kararlar sunduk ve öğrenci meclisinin desteğini kazandık.
Bu süre içerisinde, diğer Alman üniversitelerinden öğrenciler de eleştirilerimizi desteklemeye başladılar. Berlin’de ve başka yerlerde bulunan bir dizi üniversitenin öğrenci kurulları, IYSSE’nin çalışmasına desteğini ifade etti, Baberowski’yi kınadı ve üniversitenin saldırılarına karşı bize destek verdi. Üç gün önce, Humboldt Üniversitesi öğrenci meclisi, üniversite yönetimini Baberowski’ye desteğini resmen geri çekmeye ve onun sağcı görüşlerine karşı tavır almaya çağıran bir kararı büyük bir çoğunlukla kabul etti.
Humboldt Üniversitesi’ndeki olaylar, önemli siyasi dersler içermektedir. Bugün her bir ülkedeki kapitalist toplumda neyin yaşandığı, burada, bir mikroskop altındaymışçasına gözlemlenebilir: tepedeki küçük ama nüfuz sahibi bir tabaka, halkın ezici çoğunluğuna, işçi sınıfına ve gençliğe karşı kendi savaş, diktatörlük ve toplumsal karşı-devrim gündemini dayatmaya çalışıyor.
Bu gelişmeye yönelik muhalefet son derece büyük. Ancak bu muhalefet, mevcut partiler ve örgütlerde hiçbir ifade bulamıyor. IYSSE’nin müdahalesi bu muhalefeti yüzeye çıkarmakta ve ona siyasi bir perspektif sağlamaktadır. En kararlı düşmanlarımız bile bunun farkındalar.Frankfurter Allgemeine Zeitung, IYSSE’ye ve WSWS’ye alçakça saldırırken,bizim “çok güçlü bir etki”ye sahip olduğumuzu itiraf etmek zorunda kaldı.
Bugün, tıpkı 1930’larda olduğu gibi, savaş tehlikesinin bilincine varan, buna karşı uyarıda bulunan ve savaşa karşı çıkmak için devrimci bir perspektif formüle edenler, yalnızca Troçkistlerdir. Tarihsel gerçeğin savunusu, yeni bir sosyalist işçi ve gençlik kuşağının siyasi eğitiminde önemli bir rol oynamaktadır. Tüm dinleyicilerimizi bu mücadeleden dersler çıkarmaya ve partimizin inşasına katılmaya çağırıyoruz.