Yarın 55 milyonu aşkın seçmen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı tarafından teklif edilen anayasa değişiklikleri üzerine referandumda oy verecek. “Evet” çıkması halinde, yasamanın, yürütmenin ve yargının kontrolü cumhurbaşkanına devredilecek ve adı konmamış bir diktatörlük kurulacak.
Referandum, ABD’nin 7 Nisan’da Suriye’deki Şayrat hava üssüne füze saldırısında bulunmasının ardından yeni bir zirveye ulaşan, durmadan artan ulusal ve uluslararası gerilimler altında yapılıyor. ABD’nin füze saldırısı ABD-Rusya ilişkilerini daha fazla baltalamakla kalmayıp, Suriye’de barış üzerine Astana görüşmelerini tartışmaya açacak şekilde, Ortadoğu’daki kırılgan dengeleri allak bullak etti.
Astana görüşmelerinde Türkiye’nin ortakları olan Rusya ve İran Suriye hükümetine karşı hava saldırısını kınarken, Ankara Trump yönetiminin Suriye’de rejim değişikliği savaşını tırmandırma kararına “tam destek” ilan etti.
Bununla birlikte, AKP’nin ve faşist Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) önderlik ettiği militarist ve otoriter “evet” kampanyası, Türk burjuva düzeni içerisinde hiçbir ciddi muhalefetle karşılaşmıyor. Bu durum, sonuçları tahmin etmek hala zor olmasına rağmen, son günlerde anketlerde “evet” kampının yükselişini beraberinde getirdi. Son anketler Erdoğan’ın “evet” kampanyasının küçük bir farkla kazanacağını gösteriyor.
Önde gelen anket firmalarından Konda’ya göre, seçmenlerin yüzde 51,5’i “evet”; yüzde 48,5’i ise “hayır” oyu verecek. Hata payı yüzde 2,4. Gezici Araştırma, 13 Nisan’da benzer bir sonucu duyurmuştu: yüzde 51,3 “evet”; yüzde 48,7 “hayır”.
Her iki taraf da sonucu güvence altına almamışken zaferinin kesin olduğunu iddia ederken, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) önderi Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Temmuz 2016 darbesini “kontrollü darbe” olarak adlandırmasının ardından, iki taraf arasındaki gerilimler yükselmiş durumda.
Erdoğan, buna tepki olarak, Kılıçdaroğlu’nu darbecilerle temas kurmakla suçladı: “12 dakika kiminle telefonla görüştün ey Kılıçdaroğlu! Demek ki darbecilerin radarları Kılıçdaroğlu’nu algılamıyor. Yaptıkları ortadayken hicap duyup milletten özür dilemek yerine ‘15 Temmuz kontrollü darbe’ diye iftira atıyor. İnsanda haya olur, edep olur.”
Kılıçdaroğlu ise, bu iddianın kanıtlanması halinde “siyaseti bırakma” sözü verdi: “1 saniye, yarım saniye dahi konuştuğumu ispat etsinler siyaseti bırakırım.”
CHP’nin ve Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) önderlik ettiği resmi “hayır” kampanyası, AKP’den bile daha yakın bir şekilde büyük emperyalist devletlerle aynı eksende. Bu, Erdoğan’a, düzmece bir şekilde, referandumu, Washington ve Berlin tarafından desteklenmiş olan 15 Temmuz darbesini durduran kitlesel halk seferberliğinin bir devamı olarak sunma imkanı veriyor.
12 Nisan günü 15 Temmuz darbesinde öldürülmüş olanların ailelerine seslenen Erdoğan, “terör örgütlerinin kabusu milletimin bayramı olacak... bu ülkede kaostan, krizden, darbeden beslenenlere vurulan en büyük şamar olacak. 16 Nisan Türkiye’de kalıcı istikrarın müjdecisi olacak.” dedi.
Burjuva “hayır” kampanyasına gelince; o ne savaş karşıtıdır ne de AKP’nin diktatörlük yönelimine kökten karşıdır. Hem CHP hem de HDP, daha önce, Türk devletinin anayasal değişiklik ihtiyacı konusundaki görüşmelerde Erdoğan ile anlaşma sağlamıştı ki HDP, bir başkanlık ve federal sistem öneriyordu.
Geçtiğimiz Ekim ayında, CHP, hükümetin sınır ötesi askeri operasyon yapma yetkisini bir yıl uzatan bir tezkereye “evet” oyu vermişti. HDP ise Suriye’de rejim değişikliği operasyonunu memnuniyetle karşılıyor. HDP’nin Suriye ile Irak’taki TSK operasyonlarına itirazı, yalnızca Kürt burjuvazisinin çıkarlarına dayanmaktadır ve hiçbir ilerici karaktere sahip değil.
Referandum, yükselen uluslararası gerilimlerin ve Ortadoğu’da tırmanan savaş yöneliminin ortasında, çok daha açık şekilde anti-demokratik bir karakter ediniyor. Şu anda 110.000 insan hapsedilmiş durumda ve geçtiğimiz günlerde HDP ve DBP liderleri dahil en az 152 kişi gözaltına alındı.
Çoğunluğu Kürt 219 siyasi tutuklunun 27 hapishanede sürdürdüğü açlık grevi ikinci ayında. Buna karşılık, hükümetten, siyaset kurumundan ve medyadan hiçbir tepki yok.
HDP’nin eş başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dahil 13 milletvekili, PKK “propagandasına yardım etme” suçlamasıyla aylardır hapiste. HDP’nin binlerce yerel yetkilisi de benzer suçlamalarla ya görevden alındı ya da hapse atıldı. Bu yüzden, yerel makamlar sokakları “evet” pankartları ve Erdoğan fotoğraflarıyla doldururken, HDP’nin “hayır” kampanyası, Erdoğan’ın “evet” kampanyasının sözcülüğünü yapan medyadan neredeyse bütünüyle dışlanmış durumda.
AKP, “hayır” kampanyasına karşı, Kürt illerinde askeri operasyonların ve çatışmaların eşlik ettiği amansız bir baskı uyguladı. Bununla birlikte, emperyalist devletlerin bu konuda Ankara’ya yönelik eleştirilerini arttırması, büyük oranda Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdü.
BM insan hakları uzmanları Perşembe günü yaptıkları bir açıklamada, Türkiye’nin güvenlik güçlerinin 15 Temmuz başarısız darbe girişiminin ardından tırmandırdığı baskının “referandum konusunda bilinçli tartışma olanağını baltaladığı”nı ilan etti.
Daha önce, Avrupa Birliği’nin hemen hemen tüm yetkilileri, Erdoğan’ın muhaliflere yönelik baskısını ve onları kurumlardan temizlemesini sert şekilde eleştirmişlerdi. Hatta Avusturya, Hollanda ve Almanya hükümetleri, AKP hükümeti yetkililerinin bu ülkelerdeki Türkiye yurttaşlarına “evet” yanlısı konuşmalar yapmasını yasaklamıştı. Erdoğan, buna, emperyalist devletlerin kurbanı pozu takınarak ve Türkiyeli işçiler ile gençler arasındaki emperyalizm karşıtı duyarlılıkları kendi çıkarına kullanmaya çalışarak tepki verdi.
İstanbul’da televizyon programında konuşan Erdoğan, “evet”in zaferinin, “Türkiye’ye vurulmuş bütün prangaların kırılması” olduğunu söyledi ve ekledi: “Pazar günü halkımın vereceği cevap sadece ulusal değildir, aynı zamanda uluslararasıdır.”
Bu, yalnızca, Erdoğan’ın referandumdaki en güçlü yardımcısının kendi duruşu değil; Ankara’nın ABD’deki ve Avrupa’daki emperyalist müttefiklerinin ikiyüzlülüğü olduğunu vurgulamaktadır. Nitekim, onların, Erdoğan buyruklarını yerine getirdiği sürece, “evet” oyunun yol açacağı bir Erdoğan diktatörlüğünü destekleme konusunda en ufak bir sorunlarının olmayacağı yönünde giderek artan işaretler söz konusu.
Economist dergisi, son sayısında, “Türkiye diktatörlüğe kayıyor” ve “Erdoğan on yılların en sert baskısını uyguluyor” diye kabul etse de, “bir NATO üyesi ve bölgesel bir güç olarak Türkiye serbest bırakılmayacak kadar önemli” uyarısında bulunuyor. Yazı, “Eğer Erdoğan kaybederse, Türkiye zorlu bir geleceğe sahip zorlu bir müttefik olacak. Ama kazanırsa, seçilmiş bir diktatör olarak yönetebilecek.” sonucuna varıyor.
Emperyalist güçlerin Erdoğan diktatörlüğünü destekleme ihtimali olmakla birlikte, Erdoğan’ın dış politika yönelimine bağlı olarak, ona karşı ikinci bir darbeyi teşvik etmeleri de pekala mümkün. Her iki senaryo da emekçiler için bir felaket olacaktır.
Toplumsal Eşitlik’in referandum açıklamasında belirttiği gibi, “bir başına AKP’nin teklif ettiği anayasa değişikliğinin reddedilmesi, uluslararası diktatörlük ve savaş yönelimini durdurmayacak.” Yapılması gereken, “Türkiye ve Ortadoğu genelindeki Türk, Kürt, Arap ve diğer kökenlerden işçileri ve gençleri, dünya sosyalist devrimi uğruna uluslararası mücadelenin parçası olarak emperyalizme ve Ortadoğu’daki kapitalist sınıfa karşı mücadelede birleştirmek için mücadele etmektedir.”